/

Pis Roman: Aptal Kahramanlar ve Yazarın Rüyası-XIII

9 mins read

Bugün hanımın teyzesini Kağıthane’den Halkalı’daki kalp damar hastanesine getirdim. Doğrusu onu getirecek param olmadığı için bir arkadaşımdan dilendim. Sağolsun o da yine beni terslemeden gönderdi parayı. Şükür… Neyse işte efendime söyleyeyim; bu bölümü hastaneden yazıyorum.

Bu aralar hayatımın ekonomik olarak en zor günlerini yaşıyorum. Aslında işin doğrusu 5-6 yıldır hayatım ekonomik olarak boktan. Bu nedenle kimi zaman yaşadıklarımın sorumlusu olarak Tanrı’yı görüyorum. Bundan dolayı onunla aram iyi değil. Onun benle arası nasıl bilmiyorum. Umrumda da değil. Çoğunlukla ona isyan ediyorum büyük ihtimal o da bana aldırış etmiyor. Gerçi evet o bir Tanrı, her şeyin en iyisini bilir ve yapar. Övmüş olalım da altta kalmasın. Bak aklıma geldi; bu iyi anlaştığımızın bir göstergesi de olabilir. Bildim bileli beni, para kazanamaz bir hale düşürmesine olan itirazımı asla kabul etmiyor. Bana her defasında “Seni fakir, sürünüyor hatta dileniyor, bir bakıma kendini sahtekar ve üçkağıtçı hissetmeni sağlıyoruz ki dünyanın pisliğine, bataklığına bulaşmayasın.” diyerek zihnime salıverdiği kandırmacalarla teselli etmeye çalışıyorsa da ben, genelde onlara da inanmıyorum. Büyük bir ihtimal benim için “Bu asiyi nasıl olsa cehennemde yakacağım.” diyerek kendini teselli ediyordur. Bu aklıma gelince gülüyorum. Çok da tın… “Ben yanacaksam sana kafa tuttuğum için yanarım. Başkaları ne için yanar, onu bilemiyorum.” diyerek ona gaz verip gönlünü alıyorum. Tanrı’ya kafa tutmam onun çok hoşuna gidiyor. İblis’i de bunun için seviyor zaten. Hayat onun için tam bir kakara kikiri olmuş…

Yazdıklarımı okuyan Sümeyye halime acıyarak bakıyor. Ama onun ne kadar düzenbaz biri olduğunu ifşa ettiğimde ben de ona acıyacağım. Her şeyin bir zamanı var. İnsanın insana acıması kadar zavallıca bir şey bilmiyorum.

Kimi zaman kendimi Gogol’un Palto’sunun kahramanı Bashmachkin gibi hissediyorum. Ezik, fakir, kendisiyle alay edilen o memur gibi. Gerçi Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’daki fakir, içine kapanık isimsiz memur kahramanı da kafamı sarıyor. İlk okuduğum da kahramanın, Gogol’un Bashmachkin’ini çağrıştırsa da kendimi sanırım Sabahattin Ali’nin kahramanına daha yakın hissediyorum. Kahramanların zihnimde oluşturduğu anlamları aktarıyorum yoksa her iki romanda tabi ki kurgu olarak bambaşka şeyler. Bu açıklamayı yazayım da kimi cahil okurlar “Aaa iki romanın ne alakası var!” demesin. En gıcık olduğum okur tipi; cahil olan. Birden kendimi edebiyat eleştirmeni olarak buldum. Harika, gereksiz bir meslek… Başkasının yazdıklarından kendine ekmek çıkarmak.

Muiniddin, İzzeddin’le ayrıldıktan sonra otobüste yediği dayağın sonucu olarak evde başlayan göğsündeki ağrı ve yanmanın korkusuyla hastaneye gelmiş. Koridorda banklarda oturmuş doktorun kendisini içeriye almasını bekliyor.

“Şerefsiz, o da hastaneye gelmiş. Ne işi varsa? Oradan gözlerini dikmiş bana bakıyor ki ona bakayım. Ama bakmayacağım. İnsan bu kadar alçak olur mu ya… Hem romanında öldürme planları yap hem da kahramanlarınla bu kadar yakından ilişki kur. Ne sanıyor bu kendini? Tanrı falan mı? Yavşak! Benim onu fark ettiğimi anlamadan bir an önce gitsem iyi olacak.”

Muiniddin bana karşı içinde taşıdığı öfkenin farkında olmadığımı sanıyor. Oysa onu ben yarattım ve ona bir görev verdim. Fakat bu görevi kabul etmiyor gerizekalı! Aynı Sümeyye gibi… Romanımda yarattığım bütün karakterler benden memnun değil. İlk başlarda onları yaratmamdan, hayata getirmemden memnun insanlar şimdi benden şikayetçi hatta kimileri nefret ediyor. Ama peki kardeşim ben bu romanı nasıl yazacağım? Ve bu kurguyu nasıl oluşturacağım? Bunların yakınması, bana baş kaldırmaları nedeniyle istediğim romanı bir türlü yazamıyorum. Toplumsal, siyasal, insanı ve bireyi ele alan sorunları romanın dili ile aktaramıyorum. Neden lan neden! Siz niçin böyle işe yaramaz karakterler oldunuz!

Romanımın karakterlerine karşı öfkemi, gazabımı kontrol etmeliyim. Habire öfkelendikçe onları cezalandıramam, öldürememem. Zaten öyle yapınca ortada bir roman, hikaye kalmayacak….

Rüveyda ile Abdulgaffar bugün Çankaya’da buluşup çevre sorunlarının konuşulduğu bir panele gidecekler. Bu arada hatırlatayım İzzeddin İstanbul’dan Ankara’ya döndü. Kızılay’da metro çıkışının devamındaki kaldırıma kilitli bıraktığı kestane arabasının zabıtalarca kaldırıp götürüldüğünü öğrenince psikolojisi bozuldu, belediyeyi bastı ve orada bulunan bir zabıtayı bacaklarından bıçakladı. Karakolluk oldu… Oysa bir psikopat, seri katil asla bunları yapmamalı. Fakat ona bunu anlatamıyorum. Bir defa polisin radarına girdin mi artık hep o radarda takılıp kalırsın diyorum. Mal kafa anlamamakta inat ediyor. Allah’tan basit bir yara da… Ulus’taki savcı arkadaşımı arayarak bırakılmasını sağladım. Kimi zaman böyle dostların olması iyi oluyor. Fakat İzzeddin’in devlet bürokrasisinde tanıdıklarımın çok fazla olduğunu öğrenmesi hiç iyi değil. Sanırım bunu fark etti denyo ve bu çok kötü…

Bugün işler romanım için çok iyi gitmiyor. Bütün kahramanlarım onlara çizdiğim kaderin tersine ne kadar iş varsa yaptılar. Bir kaç gündür de Sümeyye’den herhangi bir haber alamıyorum. Bu pek hayra alamet değil. Tehlikeli planlar içinde olduğunu düşündürüyor. 

Yirmi dört saattir uykusuz sayılırım. Hastanede işim bitti. Artık gidip biraz uyuyayım. Rüyamda umarım gıcık olduğum birini görmem çünkü o gün işlerim hep ters gider. Bugün yeterince gitti okuduğunuz gibi…

Hayati Esen

In 2005, he published his first book "Why Sufism". Then in 2012, he published essays on theology, politics and art in various magazines and newspapers. In 2014, he founded the website fikrikadim. The website is published in Turkish and English. In 2023, he wrote a post-truth novel called "Pis Roman". He still publishes his articles on fikrikadim.