//

Pis Roman: Kant’ı Gazali ile okumak mı yoksa Ankara Tiyatrosu mu?-5

11 mins read
1

Akşam saat 8:30’da Abdulgaffar, Çiçek Pastanesi’nde Rüveyda ile buluştu. Gün boyunca süren Hayrullah’ın entel dalgalarından sonra onunla buluşmak iyi bir fikirdi. Caddenin trafik yoğunluğu azalmış; memurlar, öğrenciler ya evlerine ya da arkadaşlarıyla buluştukları kafelere yığılmışlardı. Caddelerin kalabalığı yerini kafelerin, pastanelerin kalabalığına bırakmıştı. Önceden gelen Rüveyda, cam kenarındaki üç kişilik masada yerini çoktan almıştı. Gülümsemeyle başlayan selamlaşmanın ardından Abdulgaffar Rüveyda’ya gözlerine çektiği sürmenin hiç yakışmadığını söylemeyi aklından geçirse de bunu söylemenin sonucunun ne olacağını tahmin ediyordu. Rüveyda yaptığı her şeyin kendisine çok yakıştığına inanan biriydi. Böyle eleştiri ve yorumlardan çok çabuk kırılıyordu. Belki de tiyatro ve sanata olan merakı ve sevgisi de buradan besleniyordu. Yaptığının kendine yakıştığına inanmak, herkesin onu beğeneceğini düşünmek…

-Hüseyin ( Rüveyda, Abdulgaffar’a Hüseyin demektedir); Hayrullah’ın benim hakkımdaki konuşmalarını, yazarın metninden okuyunca çok sinir oldum ama senin beni savunduğunu görünce sana olan sevgim, duygularım bir başka değişti. Beni sevdiğine, bana aşık olduğuna daha çok inandım. Ben senin öyle politik, siyasal söylemlere yönelmeni zaten istemem. Politik ol ama politize olma!

-Hayrullah iyidir… Sadece evet, dediğin gibi fazla politize. Ayrıca kafayı hep Alman felsefecilere takmış hele de Kant’a. Oysa bana kalırsa Kant’ı okuyorsan ona karşılık olarak Gazali’yi de okumalısın. Ne zaman Kant’ı bana anlatsa aklıma hep Gazali geliyor.

-Ne diyor ki Gazali?

– Gazali ile Kant’ın bilginin sınırları anlatısı, aslında birbirine yakın hatta aynı diyebiliriz. Kant “Bilgilerimiz insan tecrübesinin ötesine geçemez ve nesnel alemle sınırlıdır.” diyor.  Gazali’de aynı şeyleri söylüyor; metafizik alemin deneyimlerimizin ötesinde olduğunu. Acaba ona bir Gazali okuması gerektiğini mi söylesem, diye düşünüyorum.

-Gazali’den ne anlar ki o öküz? Avrupa aydınlanmacılığına takmış kafayı. Geçen gün beraber otururken fark etmedin mi? Bana 18. yüzyıl Fransız tiyatrolarının; Alman şehirlerine, Viyana’ya, Rusya’ya doğru nasıl yayıldıklarını anlatıyordu. İçim daraldı. Bana tiyatro hakkında ne çok şey bildiğini gösterme çabasından. Yahu Google çağında yaşıyoruz, ne yapacaksın bu kadar ansiklopedik bilgiyi! Yapay zeka almış başını gidiyor. Ben tiyatro, sanat kalacak mı diye düşünürken, senaryoları yapay zeka yazarken; bu gelmiş bana 18’nci yüzyıl tiyatrosunu anlatıyor. Hasta ya o çocuk…

Rüveyda’nın bu özgüveni beni hayrete düşürüyor doğrusu. Ben onu çok daha sessiz, mütevazi, içine kapanık, yönetilebilir bir karakter diye kurgularken kızın içinden bir canavar çıktı. Hadi canavar cümlesi tamam biraz ağır kaçtı fakat bu ne böyle ukalalık, bilmişlik. Yok efendim Google çağında yaşıyormuşuz da bilgiye ne ihtiyacımız varmış. Kızım seni Google mi yarattı?

-Ya biliyor musun bu yazarın benim hakkımda dedikodu yaptığını düşünüyorum bazen? Beni çekemiyor manyak! Beynindeki nöronların titreşimini hissediyorum onun. İstiyor ki ben böyle sessiz, onun dediğini yapan bir kadın olayım. Çok muhafazakâr  bu yazar, romanın başından beri söylüyorum. Keşke beni sen yazsaydın Hüseyin. Batıyı, doğuyu okumuş; aydın, başarılı biri olarak bana ne harika bir karakter çizerdin. Belki de Sümeyye senin hakkında yanıldı.

-Sümeyye kim ya? Ne dedi ki sana benim hakkımda yanıldı?

-Hım… Sümeyye yazarın öldürdüğü karakter. Tuhaf bir şey oldu. Kadın bana mektup gönderdi. Geçende yazarla tartıştık bu yüzden. Kızcağızı öldürmüş bu manyak! Neymiş efendim, fahişe olduktan sonra büyük bir roman yazarı olmayı kabul etmemişmiş. Sahi sen bu yazarın romanını nasıl yazdığını göremiyor musun?

-Hayır, nasıl görebilirim? Ben sadece kendi sahne repliklerimi görebiliyorum. Sen başkalarını da mı görüyorsun?

-Evet, neden ki ?

-Hım… Belki de yazar seni daha çok önemsiyor. Yoksa romanın kahramanı sen mi olacaksın?

-Ha ha ha, kıskandın mı yoksa? Ya sana da kıskanmak yakışıyor, onu farkettim. Bir şey daha sorayım. Sence bu bizim yazar erkek mi, kadın mı?

-Bilmem… Sanırım erkek.

-Bence de erkek. Çok eril bir dil kullandırıyor bize, çok basit biri gibi geliyor bana. Hiç içim ısınmadı biliyor musun? Bu adamın kadınlarla bir sorunu var. Zaten kadınlarla sorunu olmayan erkek mi var ülkede?

Kısa ama hararetli bu konuşmanın ardından Rüveyda oturduğu masadan kalkıp lavaboya doğru yönelirken “Hüseyin, bana bir kek ve çay söyler misin?” dedi. On dakika sonra masaya döndü. “Hüseyin bu yazar var ya gerçekten erkek…” dedi.

-Nerden anladın? dedi Abdulgaffar. 

-Çünkü tuvalete gidip geldim ve tuvalette neler olduğu hakkında hiçbir şey yazmadı. Kadın olsa biz kadınların tuvalette neden uzun kaldığımızı ya da orada neler olup bittiğine dair birkaç satır yazardı. On dakika bekledim. Bu konuda tık yok, iki satır yazı yazdığı yok. Adam, kadınlar tuvaletini görmemiş ve bizim orada neler yaptığımızı bilmiyor ki yazsın. Bak, sen gitsen kesin bir şeyler yazar. İstersen bir dene, dedi Rüveyda.

-Olabilir. Çok umrumda değil yazarın kim olduğu. Dijital çağda artık erkek kadın ayrımı mı kaldı! Yapay zekanın bütün cinsiyetleri eşitlediği bir çağda…

-Haklısın. Ama işte bende takıntı oldu sanırım bu yazar.

-Takıntı? Aşık olmayasın sonra bu adama, diyerek kısık gözlerle baktı Abdulgaffar Rüveyda’ya. Rüveyda gülerek; 

-Saçmalama. Tek aşkım sensin! dedi.

Romanın yazarı ve karakteri arasında bir aşk her an gerçekleşebilir. Bence her roman yazarı kendi kurduğu karakterlerden birine aşıktır. Mario Levi diye bir yazar var, o bir röportajında yarattığı karakterlerden biri olan “Nedret’e biraz âşık oldum.” demişti.  Hele de okurlar… Romanların karakterlerine aşık olurlar. Çok gördüm böylelerini. Bense romanımda Rüveyda’yı bana aşık edeceğim. Farkındayım bir yazar için çok iğrenç ve itici bir şey olacak. Tanrıcılık oynamak gibi “Kullarım bana aşık!” der gibi.  Olsun… Bu pislikten belki de intikamı mı böyle alırım. Roman karakteri olarak sahneye çıkardığımdan beri bana yapmadığı hakaret, saldırı kalmadı bu kadının.

-Yarın tiyatroya gidelim mi? dedi, Rüveyda. 

-Ya, yok ben tiyatroya gitmekten hoşlanmıyorum. Ne zaman gitsem çok berbat bir oyunculukla karşılaşıyorum, dedi Abdulgaffar. 

-Ama Ankara tiyatrosu İstanbul tiyatrosundan çok daha iyidir. Bence gel yarın gidelim olur mu? Lütfen! 

Abdulgaffar onu kıramazdı; 

-Peki, dedi.

Hayati Esen

In 2005, he published his first book "Why Sufism". Then in 2012, he published essays on theology, politics and art in various magazines and newspapers. In 2014, he founded the website fikrikadim. The website is published in Turkish and English. In 2023, he wrote a post-truth novel called "Pis Roman". He still publishes his articles on fikrikadim.


Fatal error: Uncaught TypeError: fclose(): Argument #1 ($stream) must be of type resource, bool given in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php:2386 Stack trace: #0 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2386): fclose(false) #1 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2146): wp_cache_get_ob('<!DOCTYPE html>...') #2 [internal function]: wp_cache_ob_callback('<!DOCTYPE html>...', 9) #3 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/functions.php(5420): ob_end_flush() #4 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(324): wp_ob_end_flush_all('') #5 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(348): WP_Hook->apply_filters('', Array) #6 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/plugin.php(517): WP_Hook->do_action(Array) #7 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/load.php(1270): do_action('shutdown') #8 [internal function]: shutdown_action_hook() #9 {main} thrown in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php on line 2386