Guantanamo Yenilmek ile Teslimiyet Arasında

7 mins read
Guantanamo Yenilmek ile Teslimiyet Arasında

Guantanamo Yenilmek ile Teslimiyet Arasında

Şarkul Avsat adlı haber kaynağının attığı başlık şöyleydi: “Guantanamo Cezaevi’nin açılışının 20.yıl dönümü”. Sanki bir hamam ya da pazar açılışı haberi duyuruluyordu. Öte yandan başlık, insanlık tarihinin en vahşi uygulamasını yumuşatarak zihinlerimize servis ediyordu. Oysa bir terör devleti olarak ABD, Afganistan’dan Irak’tan Pakistan’dan insanları toplamış oraya götürmüş, sistematik işkence etmiş, erkeklere tecavüz etmiş (videoya alıp servis etmiş), 24 saat yüksek ses müzikle ve akıl almaz deneylerle çıldırtmış yani akıl sağlığıyla fiili olarak oynamış bunu da başarmış benzer yüzlerce insanlık dışı faliyetleri orada sürdürmüştü. ABD, Guantanamo’daki akla-izana, kelimelere sığmayan vahşeti uygularken sözde “Müslüman teröristlere” bilinçli olarak Müslüman onur ve şerefine özellikle en aykırı gelen şeyleri seçmişti. Bununla hem bir mesaj vermek hem de hedeflerini gerçekleştirmek istemişti. Yani ABD, İslâm coğrafyasını yenmek değil teslim almak için işe girişmişti. Değerlere kadar uzanan sistematik saldırı ve tecavüzler bunun açık kanıtını oluşturmuştu.

Guantanamo Yenilmek ile Teslimiyet Arasında 1

İşin ilginç kısmı, Guantanamo’yu tepkilere yol açmadan yumuşak algı operasyonuyla yedirmeye çalışan, ABD dışında kalan lojistikçilerde ortaya çıkan durumlardı. Sondan başlarsak; Şarkul Avsat, ne Arap ne Müslüman herhangi bir kültürel-tarihsel imada bulunmayan bir refleksle Guantanamo’yu adi bir vakaya çevirdi. Kültürel-tarihsel herşeyi bir anda unutan Şarkul Avsat ve benzeri yapılar, asla çalıştıkları yerleri unutma lüksüne sahip olmadı. Türkiye’de ise farklı strateji izlenmedi. “Müslüman terörist” üzerinden sürdürülen kampanya başarılı oldu. İşin başka tuhaf yönü; insanlara her fırsatta “Kurtuluş savaşı” “vatan-millet aşkı” aşılayan Türkiye’nin en güçlü lobisi olan ABD lobisinin kendi ülkeleri için ABD ile savaşanlara “Müslüman terörist” demeleriydi. Kimler yoktu ki bu operasyonda? En hızlı soldan- en ılımlı sağa kadar birçok aktör başarıyla bunda yer aldı. Yeri gelmişken Afganistan-Taliban- Uyuşturucu denklemini burada tekrar hatırlayabiliriz: Müslümanlar Taliban üzerinden “Uyuşturucu-zehir taciri” imajıyla sistematik algı operasyonlarıyla karalanmıştı. Oysa a) (bilimsel) açık veriler bunun tersini söylemiş b) ABD kirli tarihi saklanmış Latin-Amerika’da da aynı tezgahın uygulandığı yani dünyanın en büyük uyuşturucu baronu ABD olduğu halde ihale Latin-Amerika’ya kesildiği atlanmış, en önemlisi c) devletlerin organizasyonu olmadan Uyuşturucu üretimi-pazarı-sevkiyatı-nakliyatı olmayacağı “nedense” unutulmuştu. Kaldı ki; koskoca Afganistan’da insanların göz taramasına kadar kontrol eden aynı ABD idi. Kısacası; Müslüman coğrafya kolonyalizmin- emperyalizmin en kaba halini yaşarken hem “Müslüman terörist” oluyor hem de “uyuşturucu zehir taciri” yapılıyordu. Bu tezgah halen tıkır tıkır işleyen bir mekanizmaya sahip. Akademisyenler, Aydınlar, Medya, STKlar; refleksleri, idrakleri yok eden her türlü algının yerleştirilmesinde etkin olmaya devam ediyor.

Genel olarak; Yenilmek, dünya karşısında insanın (varoluşunun) temel bir yanıdır. Zaten ola gelen şey de budur. M Heidegger insanın ölüme-yönelik-varlık olmasının Dasein’ın dünya içindeki asli konumu olduğunu söylemişti. Bu yenilmenin derin felsefi anlamlarından biri olabilir fakat sadece insan değil devletler de yenilir (yok olur). İbni Haldun her devletin ömrünü insana benzetir; doğar-büyür-ölür. Hatta her fırsatta bizlere kahramanlık vatan millet pazarlayan, malımız- canımız üzerinde zar atan devlet(ler)e karşı, devlet(ler)in zafer değil yenilgi tarihini yüzlerine vurmamız gerekir. Böylelikle yenilmek ile teslim olmak arasındaki mesafeyi koruyabilme şansı buluruz.

İnsanların çoğu yenilmek ile teslimiyet arasındaki farkı kaybeder. Oysa yenilgi teslimiyetin çoğu zaman nedeni bile olmaz. Tabii ki yenilmek gibi teslimiyet de değişik alanlara kadar uzanır. Siyasal teslimiyet ile teolojik teslimiyet aynı anlama gelmez fakat siyasal teslimiyetin teolojik bir teslimiyete bir imana dönmeyeceği garanti edilemez. Bizlere yapmaya çalıştıkları şey; yenilmeyi unutturup teslim olmayı hatırlatmaktır: Hem gerçeklik diye önümüze serilen nesnelerin –kurgunun kısaca sistemin dayattığı kabuller karşısında hem de siyasal olarak ateş çemberine çevrilmiş bir coğrafya bir durum karşısında diz çökmeyi beklemektir. Halbuki yenilmenin normal teslim olmanın (diz çökmenin) anormal olduğunu kavramak insanı halen yeterince kışkırtabilir.