/

Ben – Ben Olmayan – Öteki! (II)

12 mins read
Ben – Ben Olmayan – Öteki! (II)

Ben – Ben Olmayan – Öteki! (II)

Ben ve Öteki şeklindeki bu ayrılık kişinin kendilik bilincinin oluşmasında zorunlu bir aşamadır. Ancak Ben’ i öteki karşısında ya da ötekini kendi ben’i karşısında nasıl bir konumlandırmaya dönüştürdüğüne bağlı olarak çatışmaya ve sonucunda aynılaştırma şiddetine evrileceğine dikkat edilmelidir. Farklılıkları görerek, kabul ederek birlik aşamasına geçilebileceği islam felsefesinde murad edilendir. Ve kişinin ötekine doğru yaptığı yolculuklar, kendini anlamak ve bilmek adına kendisinden ayrılmasıdır. Arthur Rimbaud‘nun “Ben bir başkasıdır” sözü kişinin kendilik bilincine ancak ötekinin aynasına bakarak varacağının en yalın ifadesidir. 

Ben – Ben Olmayan – Öteki! (II)Hegel’in, insanın insan olma, kendinin bilincine varma sürecinin bir ifadesi olarak efendi-köle diyalektiği, birbirinden farklı benlerin hatta ‘ben’ ve ‘karşıt-ben’in birbiriyle karşılaşmasını anlatır. Hegel felsefesinde ben’in kendine ‘yabancılaşması olarak ifade edilen bu durum, olumlu içeriği olumsuzlayacak bir boşluk olarak belirlenir. İnsan bu noktada kendinden farklı bir doğaya, yapıya yönelmeye istek duyar. Hegel’de bu istek, birey olarak insanı kendi bilincine ulaştırma yolunda, ayırıcı bir özel vasıf olarak onu herkes tarafından kabul edilebilir bir nesnelliğe ulaştıracaktır. Bilincin nesnelleşme süreci, mutlak varlık veya mutlak ruhun ki bu yaratıcının, Tanrı’nın ta kendisidir; evrende ya da tarihte kişinin kendini diyalektik açımlaması gerçekliğine karşılık gelen tezahürüdür. Hegel’de ben ve ben olmayanı mutlak ruhta bütünleme, birleştirme çabası bir anlamda Kant’ın fenomenler dünyasından izole ettiği (transcendent) aşkın varlığı (Tanrı) doğal ve toplumsal hatta tarihsel gerçekliğin içine geri çekme girişimidir. Leibniz ve Spinoza‘ da da böyle bir tanrısal açılıma girildiği görülür.

Varlığın olduğu gibi, bilincin de kendi üzerine katlanması, kendinden ayrılarak yine kendine dönmesi, bir tekamül sürecidir. Bilincin ve öz bilincin oluşumu açısından bu süreç, bilince karşıt bir nesnenin varlığını ve kendi bilincine karşıt bir başka varlığın bilincini gerektirir. 

Karşıtlık, diyalektik ilerleyişin katalizörüdür. Bilincin gelişmesinde, “Öteki” diyalektik sürecin olumsuzlayıcı evresinde, bilince karşıt bir varlıktır. Fakat, her şeyden önce bu karşıtlık, Hegel’de karşıtını tümüyle ortadan kaldıran yalın ve uzlaşmaz bir karşıtlık değil, düşünce ya da bilincin bir üst aşamada nesnelleşmesine yarayan bir karşıtlıktır. Efendi köle arasındaki diyalektik olumsuzlama, biri diğerinin varlığını gerektirmekle birlikte, kişide istek olarak beliren bir değerin, ötekindeki değerin yadsınmasıyla, öteki tarafından da istenen bir değere dönüşerek, aynılaşmalarıyla sonuçlanacaktır. 

Hegel felsefesinin, daha çok maddeci bir yorumu olarak bilinen Marksist Felsefede, Marks, sisteminin Hegel’in sisteminden farkını şöyle dile getirir:  

“Benim diyalektik yöntemim Hegelci yöntemden yalnızca farklı değil tam karşıttır da. Hegel için insan beyninin yaşam-süreci, yani düşünme süreci Hegel bunu ‘Fikir’ (Idea) adı altında bağımsız bir özneye dönüştürür- gerçek dünyanın yaratıcısı ve mimarı olup, gerçek dünya yalnızca ‘Fikirin dışsal ve görüngüsel (phenomenal) biçimidir. Benim içinse tersine, ‘Fikir’ maddi dünyanın insan aklında yansımasından ve düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir.” 

Sistemin diğer bir mimarı Engels’e göre de: “Madde tinin yani özün bir ürünü değildir, ama tinin kendisi maddenin en üstün ürününden başka bir şey değildir.”

Hegel’ in, ben ve öteki karşıtlığı, yani yabancılaşma kavramı Marksist kuramda ‘şeyleşme’, ‘şeyleştirme’, diğer bir deyişle ‘nesneleşme’ kavramıyla birlikte ele alınır. İnsan kendi emeğiyle, etkinliğiyle ürettiği ürünlere, nesnelere yabancılaşmış, bu ürünler sadece maddi ürünler olarak değil felsefe, din, sanat, devlet, hukuk anlamında da yabancılaşmış ve insan yarattığı bu değerler karşısında kendisini de nesneleştirmiştir. 

Marks, Feuerbach’ın, dinin insanın kendini kendine yabancılaştırdığı bir alan olduğu savını daha da genişleterek tüm maddi ve manevi değerlerinin böyle bir yabancılaşmaya yol açtığını söylemiştir. Öznenin yabancılaşma süreci, öznenin başka olanla ve doğayla ilişkisinde, özneler arası bir güç ilişkisine işaret eder. Marks’daki insanın insana ve insanın doğaya karşı yabancılaşması olumlu bir durum olarak ele alınmıştır. Çünkü Marks’a göre yabancılaşma duygusu insanın özel mülkiyetin olmadığı sınıfsız topluma, insanlığın ilk toplum biçimi ve o yüzden de altın çağı olan ilkel komünal döneme, bu kez bilinçli bir istek ve etkinlikle geri dönüşü için onu harekete geçirecek, uyanmasını sağlayacak, kendine dönüş sürecinde dönüştürücü, devrimci bir istek olarak belirecektir. Marks ile birlikte maddecilik mekanik olmaktan çıkıp diyalektik olmuştur, ve bu diyalektik maddecilikte manevi değerlere yer vardır. İnsanlığın topyekun kurtulabileceği bir ülküye sahiptir.

Nietzsche ben ve öteki farklılığında, Hegel diyalektiğindeki olumsuzlamanın yerine, etik alanda onaylama nosyonunu ikame ettirir. Hegel için ben’in ötekini olumsuzlamasıyla, kendisine geri yansıyan bilinci keşfederek kendinin bilincine varırken, Nietzsche’ de böyle bir yadsıma söz konusu değildir. Bilakis kişi karşısındakiyle farklılığını ortaya koyar ve bu farklılığını onaylar. Deleuze’ün ifade ettiği şekliyle, istemin istediği, farklılığın onaylanmasıdır. 

Nietzsche evrensel ahlak anlayışlarının, kendi deyişiyle efendi-köle ahlakının insanın varoluşunu ve oluşu yadsımasından dolayı hep negatif ve karşısındakinin gücünü tüketen bir yapısının olduğunu düşünür. Kölece bir hınç duygusuyla, kendi değerler tablosuna uymayanları düşmanlaştıran, şeytanlaştıran bir algılayışla farklılıkları ortadan kaldırmaya çalışan, yıkıcı bir yanı olduğuna vurgu yapar. Onun soylu ahlakı, kendine evet demekle gelişirken, köle ahlâkı ise, dışarıda olana, farklı olana, kısaca kendi olmayana en baştan hayır der. Soylu olan, efendi olan ahlakını oluştururken, kendi iyilik değerlerini oluştururken, kendi dışında bir kötüye ihtiyaç duymazken, köle tam tersi, kendi dışında kötüye ihtiyaç duyar, efendinin iyi olarak tanımladığı her şeyi kötü olarak değersizleştirir. Köle ahlakı, hakikat adına iyi ile kötüyü savaştırarak, iyi ile kötüyü birbirine düşman kılarak, insanın varoluşunu ve oluşu yadsır ve böylelikle iyi kavramını değersizleştirir. Böylelikle köle ahlakı açısından bakıldığında yaşam kötüye işaret eder. 

İşte Nietzsche’nin etiğini iyinin ve kötünün ötesinde inşa etmeye çalışması bu noktada anlam kazanır. Onun etiği hayatı farklılıklarıyla birlikte kabul ederek zenginleştirmeyi, böylece kendi gibi olmayanlara düşmanca bir tutum geliştirmemeyi hedefler.

Ahmet Turan Esin

-He is interested in theology, mysticism and philosophy. He publishes his writings on fikrikadim.com. He gives seminars and lectures.

-İlahiyat, tasavvuf ve felsefeyle ilgilenir. Yazılarını fikrikadim.com'da yayınlar. Seminer ve dersler verir.-


Fatal error: Uncaught TypeError: fclose(): Argument #1 ($stream) must be of type resource, bool given in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php:2386 Stack trace: #0 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2386): fclose(false) #1 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2146): wp_cache_get_ob('<!DOCTYPE html>...') #2 [internal function]: wp_cache_ob_callback('<!DOCTYPE html>...', 9) #3 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/functions.php(5420): ob_end_flush() #4 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(324): wp_ob_end_flush_all('') #5 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(348): WP_Hook->apply_filters('', Array) #6 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/plugin.php(517): WP_Hook->do_action(Array) #7 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/load.php(1270): do_action('shutdown') #8 [internal function]: shutdown_action_hook() #9 {main} thrown in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php on line 2386