//

Pis Roman: Ana Karakterden Önceki Ölüm

9 mins read
2

“Hep pis bir roman yazmak istedim. Ne zamandır düşünüyorum, tam olarak bilmiyorum ama bayağı bir zaman geçti üzerinden. İğrenç bir şeyin romanını yazmak içimdeki pisliği çıkarıp atmak için bir araç sanki.
Hepimizin içinde bir pislik var. İğrençlik, kokuşmuşluk… Aldığım notlardan birinde, tuvalet taşının kenarlarına sıçramış sidik ve dışkı atıklarının yapıştığı yerin tam ortasına bırakılmış bok yığınının bir psikopat tarafından ağzından salyalar akarak yalanmasını ve boku yiyince de süper kahraman olmasını anlatan bir gerilim ve macera romanı yazmaya dair metinler vardı. Fakat bu tam istediğim pis bir roman olmayacaktı. Vazgeçtim.
Ya da bir hastane müdürünün morgda ölülerin tırnaklarını kesip onlarla koleksiyon yaptığını… Aslında bu harika bir fikirdi. Şimdiye kadar hiçbir hikaye ve romanda böyle bir karaktere rastlamadım. Romanın bir bestseller olarak başarı yakalaması durumunda, elde edeceğim şöhretin ardından bir daha sağlık hizmeti alamama endişesi beni sardığında, yazmayı bıraktım…
Pis ve iğrenç bir roman yazmaktan vazgeçmeliyim belki. İçimdeki bu pis ve tiksindirici düşünceleri bir roman olarak yazmadan duramayacağımı biliyorum. Acaba ağır psikolojik bir sorun mu var bende. Bana yardım edebilir misiniz?”
İyi bir yazar olmak için çok çabalıyordu Sümeyye. Gece gündüz sürekli bir şeyler karalıyor ve içindeki yazma dürtüsünü durdurmakta zorlanıyordu. Neden yazmak istiyordu? Çocukluğundan beri defterlere, sağa sola yazılar yazıyor, notlar alıyor, hikayeler uyduruyordu. Bir gün harika, ulaşılmaz bir roman yazacağını hayal ediyordu. Son günlerde bu düşüncesinin psikolojik bir sorun olma ihtimalini de iyice düşünmeye başlamıştı. Neden roman yazmak ve neden pis bir roman yazmak? Bütün bu soruların cevaplarını bulmak için bir psikiyatristten yardım alması gerektiğini düşünmüştü.
“Edebiyat ile paranoya arasında derin ilişkiler olduğunu hep düşünürüm. Sanatın doğasında bir şizofrenlik var. Olmasa, hayatın, bu kadar sıradan sanki çok farklı ve değişken bir şey olduğuna nasıl inanırız? Milyarlarca insanın aslında yaşadıkları hep aynıdır, ufak nüanslar ve olayların akışındaki zaman ve mekan değişimleri dışında. Freud’un psikanalitik yaklaşımı aklıma gelir. Yazarın yaratıcılığı üzerinden romanı inceler; yazarın yarattığı olay ve kahramanları bilinçaltı, kişiliği ve nevrozlarıyla ilişkilendirmeye çalışır. Ona göre bilinçdışı en iyi şekilde kendini sanat eserlerinde gösterir. Sanatla düşler arasında bir bağ olduğu yorumunu getirir ve sanat eserlerinin incelenmesi için düş yorumu yöntemini önerir.”
Sümeyye bu satırları yazarken edebiyat ve psikiyatri arasında var olan o ilişkinin “düş” kavramıyla belki de daha iyi anlatılacağı fikrine mi varıyordu? Ya da kendisine yeni bir yol bulmak için mi zorluyordu? Belki de ileride bunları tekrar düşünecekti…
“Evet, edebiyat ve roman aslında bir rüya ve ben rüyalarımı yazıyorum. Rüyalarım hep beni kötü şeyler yapmaya sürüklüyor. Zihnimin bir tarafında gece gündüz durmadan kötü rüyalar görüyorum. Fakat bunun farkında değilim. Bu rüyalardan kurtulmak, uyanmak lazım!”
Televizyonda The Power of the Dog izlemek için toplanan çocuklarının sesleri arasında yazdıklarına ara vermek zorunda kaldı. Belki de roman yazmaktan vazgeçip film ve senaryo eleştirmenliği yapmalıydı. Böylece zihninin kendisine kurduğu bu karmaşık duygulardan kurtulabilirdi. Sahi neden hep bir şeyler yazmak istiyordu. “Neden!” diye bağırmak istedi. “Bu yazma dürtüsünden nasıl kurtulabilirim? Neden birilerine hep bir şeyler anlatmak istiyorum?”
Yazmaya çalıştığı romanında haftanın olaylarının başladığı günler genellikle salıydı. Ona göre salı, hep sonradan fark edilen önemli olayların başladığı gündü. Ancak, olaylar ya cuma ya da pazartesine taşındığında önemi anlaşılır ve fark edilir hale geliyordu. Bu nedenle salı arada kalmıştı ve arada kalanlar her zaman en önemli şeylerdi.
-Bir sorun mu var abla?
-Neden?
-Bilmem, elinde tuttuğun kağıda aşağıdan yukarıya doğru salı yazıp duruyorsun.
-Aşağıdan yukarıya mı?
-Evet.
-Hım… Aşağıdan yukarıya…
Kırmızı kalemle notlarını alıyordu. A4 kağıtlarına aldığı uzunca notları kırmızı kalemle yazması, yazdıklarının pornokrafik bir yönü olduğu düşüncesini veriyordu. Hep dikkat çekiyor, kendini sürekli sergiliyordu. Notlarını dahi ifşa etmeyi seviyordu. Kırmızı kalemle aldığı notları herkesin okumak istediğini ve bu dürtüyle hareket ettiklerini hayal ediyordu. Belki de kırmızı kalemle yazmak iğrenç olduğu için kimse okumuyordu. Bunu da düşünmüyor değildi. Olsun, onun tarzıydı ve seviyordu. Keşke aynı anda mor veya mavi kalem de kullanabilseydi yazarken. Halen notlarını alırken kağıt kullanıyordu. Oysa çevresindeki herkes en basit notlarını bile akıllı telefonlarına kaydediyordu.
Gerçekten bu romanı yazmak istiyor muyum? Hiç hoşuma gitmedi, böyle başlamak romana. Kaç defa denedim, kaç defa yazdım ama hep aynı şeyler başıma geldi. Sümeyye sahi çok muhafazakar bir isim olarak ne kadar uygun duruyor, yazmak istediğim romanın kahramanı olarak? Acaba adını ne koysam ve Sümeyye burada ölse mi?
Hadi ölsün…
Rüveyda! Gel bakalım buraya bir de seni deneyelim kız…

Pis Roman’ın tamamını okumak için linkten satın alabilirsiniz: TIKLA

Hayati Esen

In 2005, he published his first book "Why Sufism". Then in 2012, he published essays on theology, politics and art in various magazines and newspapers. In 2014, he founded the website fikrikadim. The website is published in Turkish and English. In 2023, he wrote a post-truth novel called "Pis Roman". He still publishes his articles on fikrikadim.