Said Nefisi: Baba Evi

11 mins read
9
Said Nefisi: Baba Evi

Said Nefisi: Baba Evi

Said Nefisi: Baba Evi 1

Bundan yaklaşık iki asır önce Herat’ta eski İran soylularından yaşlı bir adam yaşamaktaydı.

Nasrullah yetmiş dört yaşındaydı. Aslen Dihhâregânlıydı fakat dünyanın halleri onu Herat’a sürüklemişti. O, o şehirde hamallık yapıyordu ve belli bir evi olmadığından, her geceyi bir yerde geçiriyordu ve asla bir yere ilgi duymak ya da bir yeri bir yerden üstün tutmak onun için vaki olmamıştı.

Bu yaşlı adam hiçbir şeye karşı sevgi bağıyla bağlanmayan kayıtsız kişilerdendi. Kendi hayatında da kimseden bir şefkat görmemişti ve bu nedenle daima hiçbir şeyin kendisine bu dünyada ayakbağı olmayacağını ve eğer bir gün bu dünyaya veda edecek olursa tam bir serinkanlılıkla ve hiçbir üzüntü duymaksızın öleceğini söylüyordu. Nasrullah’ın işte bu inançları kimseyle gidiş geliş yapmamasına ve arkadaşlık kurmamasına neden olmuştu.

Horasan’da savaşlar baş gösterdi. Bir müddet İranlılar galip geliyor bir müddet yabancılar. Nihayet yabancılar ve onların kuklaları galip geldiler.

Bu haber bütün Herat ahalisini üzüntüye boğdu ve sadece Nasrullah bu haberi duymaktan dolayı üzülmemişti. Şehir halkından, zengin olanları, Herat’ı terk ettiler ve Horasan’ın yolunu tuttular.



Bir parça malı olan her kes az bir pahaya satıyor ve Meşhed’de yada İran’ın bir başka şehrinde ev almak için Horasan’a gidiyordu.

Bu sırada yolcuların yükünü taşımak olan Nasrullah’ın işi öncekinden daha fazla olmuş ve günlük geliri çok yükselmişti.

Günlük işlerini bitirdiğinde geceleri Herat kahvehanelerinde hemşehrilerin bu davranışını kınıyor, düşüklüğe yoruyordu. Ona göre mallarını boş bir hayal uğruna elden çıkaran ve ömürlerinin sonlarında yolculuk zahmetine katlanan kimselerin gerçekten deli olmaları gerekirdi. Yoksa her yer Allah’ın arzı değil mi; Herat’ın Meşhed’den ne farkı vardı?

Nasrullah daha çok şuna şaşıyordu: eğer bu deliler kendi istekleriyle gidiyorlarsa neden gücenik idiler ve gitmekten dolayı pişman idiler? Birisi onları zorlamış mıydı ki? Eğer bu evleri seviyorlarsa o halde neden onları terk ediyorlar.

Herat’ın yaşlıları ve Nasrullah’ı tanıyanlar ne kadar insanın kendi vatanına ve doğduğu yeri daima seveceğini ve kolayca ondan ayrılmaması gerektiğini ona anlatmak istedilerse de bu sözler ona tesir etmiyordu. Yani hiç anlamıyordu ve kendi hayalinin peşindeydi!

Bir gün Herat’ın zenginlerinden biri Nasrullah’ı çağırdı ve ona şöyle söyledi: “Nasrullah sen artık yaşlandın ve çalışmaya gücün yok, ben de Herat’tan gitmek istiyorum. Şehir dışında sahip olduğum o bahçe sahipsiz kalacak, halk çoktan evlerini satıp gitmiş olduklarından müşteri yok. Sonra ne olacak diye onu sana bırakıyorum. Sen bir an önce orayı bekle ayrıca civarda sahip olduğum mülkten sana yiyecek getirmelerini söyledim. Ta ki hayatının şu son günlerinde rızık temin etmek için koşuşturma ve telaşa mecbur kalmayasın.”

Yavaş yavaş kendisinde yaşlılığı hissetmekte olan Nasrullah, Allah’tan kendisi hakkında böyle bir ikramda bulunmasını istiyordu. Bu nedenle hemencecik eşyalarının bir kısmını alarak şehrin dışındaki o bahçeye gitti.

Gündüzleri eski adeti olduğu üzere erkenden uyanıyordu. Tüm zamanını bahçedeki çiçekleri ve ağaçları yetiştirmekle geçiriyordu. Çalışmaktan yorulduğunda bahçenin ortasındaki ırmağın kenarına oturuyor ve düşünüyordu. Bu müddet içerisinde yeni şeyler görüyordu. Bir gün ansızın ırmağın dibinde bulunan çakıl taşlarının sanki orada kendilerine ev yapmış gibi olduklarını farketti.

Sürekli suya mukavemet gösteriyorlar. Sanki su zorla onları evden çıkarmak istiyor fakat onlar buna yanaşmıyor gibiydiler. Sonunda suyun baskısı onları kendi yerlerinden çıkarıyor ve aşağı çekiyor fakat yine gasıp düşmanın pençesinde çabalayıp duruyorlar, kendi etraflarında dönüyorlar, sanki daima özlemle arkalarını gözlüyorlar ve gıbta ile evlerine bakıyorlar.

Sonunda bir gün yabancılar Herat’ı ele geçirdiler. Hicret eden kimselerin mallarına el koydular ve Han’ın bahçesi işte bunlardan biriydi. Nasrullah da ister istemez o bahçeden çıkmaya mecbur oldu, çünkü artık o bahçe Dihhâreganlı yaşlı gibi bir bekçi istemiyordu!

Daha sonra Nasrullah Hân’ın bahçesinden çıktı fakat gayriihtiyari her gün bahçenin kapısına geri dönüyor kapı aralığından özlemle içeriye bakıyordu. Doğrusu o kayıtsız ve evi barkı olmayan Nasrullah oralardan ayrılmak istemiyordu. Ne zaman bahçedeki ağaçların ve güllerin manzarası hatırına gelse gayriihtiyarî anun yeni sahiplerine lanet okuyordu! Kimi zaman da ağlıyordu.

Hiç kimse onun masraflarını karşılamadığı için tekrar hamallık yapmaya mecbur olmuştu fakat bu yeni hamal iki ay önceki hamal değildi. İçinde hiç kimseye karşı sevgi yada düşmanlık barındırmayan o kayıtsız Nasrullah, şimdi ne zaman yeni gelenlerden birinin yükünü omuzuna almak zorunda kalsa buğz ve kin ile onu yerden kaldırıyor ve sık sık yolun ortasında gayriihtiyarî bir şeyin o yükü yere bırakması yönünde onu tahrik etmesi durumu meydana geliyordu! Çoğunlukla o yükü parçalamak düşüncesine kapılıyordu! Nasrullah’ın o yük sahiplerine olan bütün düşmanlığı kendisini sevdiği bahçeden çıkartmalarından dolayı idi!

Bir gün yolda birdenbire Hân’ın bahçesindeki ırmağın ve suyun pençesine tutulmuş o çakıl taşlarının hatırası zihninden geçti. O taşların nasıl derbeder bir şekilde suyun baskısı karşısında direndiklerini ve yerlerini terketmek istememelerini hatırladı!

Ertesi gün artık hiç kimse Nasrullah’ı Herat’ta görmedi ve iki ay sonra Dihhâregânlılar toz toprak içinde, asasını yere vurarak yürüyen, asasına bir çıkın bağlamış ve Nasrullah’ın babası Recebalî’nin evini aramakta olan tanımadıkları dertli bir yaşlıyı gördüler.

Ersin Selçuk

Ersin Selçuk, Dicle Üniversitesi Fars Dili ve Edebiyatı Öğretim Görevlisi, 1969 İstanbul doğumlu, Evli, dört çocuk babası