/

Anna Karenina: Var Olmak İçin Ölüme Giden Yol

11 mins read
5
Anna Karenina: Var Omak İçin Ölüme Giden Yol

Anna Karenina: Var Olmak İçin Ölüme Giden Yol

Anna Karenina: Var Omak İçin Ölüme Giden Yol

Geçenlerde 2012 yapımı Anna Karenina filmini izledim. Anna Karenina, çokça bilinen ve okunan Tolstoy’un romanı. Yıllar önce kötü bir çeviriden okumuştum. Öyle olduğu halde beni çok etkilemişti. Zaten böyle kült romanları tekrar okumanın gerekliliğinden bahsediliyor. Her yaşta farklı açıdan bakma fırsatı doğuyor. Bir de doğru zamanda okumak da var. 25 yaşında genç bir arkadaşla kitap muhabbeti yaparken Suç ve Ceza romanını hiç sevmediğini belirtmişti. Çünkü okurken 15 yaşlarındaymış. Şimdi tekrar okumasını, romana başka bir gözle okuyacağını tavsiye ettim. 15-20 yaş aralığında zaten bu tür klasikler ağır gelebilir. Okumaya meraklı gençler bakıyorum da 20 yaşında Suç ve Ceza okuyamadım, diye üzülüyor. Üzülme, senin okuma zamanın yeni gelmiş. Bundan sonra… Ama biz de hep bir eksiklik, hep bir geç kalma duygusu pompalanıyor. Bu durumdan bu yaşımda ben de etkileniyorum. Bu tür duyguların okuma hayatına panikten başka bir şey vermediğini, düşünüyorum.

O zamanlar romanda baş karakterin Anna olmasına rağmen Levin karakterinin içsel sorgulamalarının daha fazla olduğunu görmüştüm. Levin; insan ilişkilerini, inançlarını, toplumu alabildiğince aynı zamanda sağlam bir şekilde sorguluyordu. Levin’i mahallenin yalnız köşede duran, çok okuyan ve  aykırı takılan ağır abilerine benzetebiliriz. Sorgulamalarını öyle yüzeysel değil derin düşüncelerle yaptığını anımsıyorum. Levin aslında en çok kendini acımasızca eleştiriyordu. Bu içindeki huzursuzluktan kaynaklanıyordu. Şehir hayatından bu nedenle uzak duruyor kendini toprak işlerine veriyordu. Ama köy hayatında da tam anlamıyla içindeki kavgayı bitirdiği söylenemezdi. Neyse bu uzar gider… Kısacası Anna Karenina karakteriyle nerdeyse kafa kafaya Levin karakteri bulmuştum. Levin’in gözünden bakılıyordu olaylara okuyucu olarak. Olayları bütün gerçekliği, doğruluğu ve yanlışlığı ile Levin’den dinliyorduk. Tolstoy neden böyle bir şey yaptı? Bunu o zamanki erkek egemen topluma ve Tolstoy’unda nihayetinde erkek bir yazar olmasına bağlayanlar var. Bunun da mutlak etkileri vardır.



Ben şimdi yıllar önce okuduğum ve filmini izlediğim eseri farklı bir açıdan değerlendirmek istiyorum. Levin’e tek benzer karakter Anna’ydı. İkisi de mutsuz ve huzursuzdu. İkisi de yalnızdı. İkisinin de toplumun kabul ettiği düzene birey olabilmek için bir başkaldırılışı vardı. Levin bunu toprakla uğraşarak ve kendini yalnızlaştırarak yapıyor; Anna ise seçkin bir hayatı varken mutsuz olduğu için sevdiği insanın peşinden giderek ve toplumun değer yargılarını karşısına alarak yapıyordu.

Ama Anna’nın yaptığı daha zor ve göz önündeydi. Kendini gerçekleştirmek için girdiği yol daha tehlikeli ve acıydı. Tolstoy, Anna’nın kocasına karşı yaptığı ihaneti bize gösterirken bir yandan haklı nedenleri olduğunu da anlatıyordu. Anna’yı suçlamıyor onu anlıyorduk. Yaptığını da doğru bulmuyorduk. Levin’in önünde açık bir yol varken Anna’nın o durumda  başka bir çaresi yoktu. Mutsuz bir evlilikte kendini gerçekleştirmek için ihanete yöneldi.  Sevgilisi Vronski için evliliğini ve oğlunu bırakmadı. Vronski sadece bir sebepti. Anna aslında kendini arıyordu ama maalesef kendini bulamadan bu ağırlığa dayanamadı. O yüzden Anna Karenina evli bir kadının kocasını aldatmasından daha çok şey ifade eder. Anna’nın ve Levin’in aynı var olma sancılarını..

Levin romanın şanslı karakteri. Yolu açıktı derken daha fazla seçeneği vardı. Elbette doğru tercihlerde bulundu. Eğer aksi olsa o da Anna gibi uçuruma sürüklenebilirdi. Şunu kabul edelim. Levin için pozitif bir ayrımcılık vardı. Kendini gerçekleştirmek isteyen evli bir kadın ve bekar bir erkek var. Şartların eşitliğinden bahsedebilir miyiz? Ya da size şöyle sorayım. Anna bekar ve mutsuz, Levin evli ve mutsuz olsaydı ne gibi sonuçları olacaktı? Levin’in en azından intihar etmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü Anna kadar yargılamalara maruz kalmayacaktı. Tolstoy bunun ipuçlarını başlarda Anna’nın ağabeyi Stiva’nın eşini aldatmasının toplumda nasıl karşılandığını gösteriyor. Stiva ahlaksızlıktan çok basit bir hata yapmış gibi karşılanıyor. Aynı var olma sancılarını çekseler de Levin mutlu sona kavuşurken, Anna düştüğü bunalımla canına kıyıyor.

Eserin film versiyonunun bendeki izlenimi  trajediyi, trajikomik bir hale getirmeleri oldu. Romanın üzerindeki ağır havayı hafifletmeye çalışmışlar. Özellikle filmin ilk başlarında Anna’nın ağabeyi Stiva’nın sahnelerinde, abisinin yengesini aldatması sonucunda gelişen sahnelerde, Anna’nın günlük hayattaki sahnelerinde, kocasının evde ve işteyken bize nasıl bir insan olduğunu gösteren sahnelerde, sevgilisi Vronski’nin balolardaki sahnelerinde bu trajikomik halleri hissettim. Vronski filmde bana züppe ve gayriciddi geldi. Romanda daha karizmatik ve aklı başındaydı. Anna ise filmde daha sempatik ve neşeli bir karakter çiziyordu. Romandaki ise soğuk ve mesafeliydi. Anna’nın kocası Aleksey romanda daha katı ve merhametsizken filmde kararsız ve merhametli bir karakterdi. Romanla filmin biraz daha uyumlu karakteri Levin’di. Her ne kadar filmde Levin’in sorgulamaları romana göre hafif kalsa da -tüm romanı her haliyle yansıtılmasını bekleyemeyiz- romandaki Levin’e paralel bir karakter izledim. Levin’in bazı sahnelerinde romandaki tadı aldım.

Anna Karenina: Var Omak İçin Ölüme Giden Yol

Aynı zamanda yönetmen filmde tiyatral bir hava oluşturmuş. Hatta müzikal bir hava da verilmek istenmiş. Bu tarafını sevdiğimi, söyleyebilirim. Filmin ilk başlangıç sahnelerinde memurların robot gibi birbirlerinin aynı hareketi yapmaları (bu sahne devlet dairelerinin sıradanlığına vurgu yaptığı için hoşuma gitti), soyluların giyinirken hizmetçilerin hareketleri, Anna’nın Vronski’yle ilk dans sahnesi, Vronski’nin at yarışı sahnesi, Anna’nın Vronski’yle Petersburg’a döndüğünde katıldığı balodaki sahneleri, tren sahneleri… Hepsinde müzikal bir hava vardı. Konuşmalardan çok görsellik ve müzik ön plandaydı. En akılda kalıcı sahne neydi derseniz,  Anna’nın Vronski’yle ilk dans sahnesiydi. Anna’nın ilk aşk ateşine düşüşünü, dansı izleyenlerin yadırgayıcı bakışlarını, Anna’nın dansın sonunda aynada kendini ilk gördüğünde aynı Anna olmadığının yüzüne verdiği dehşet duygusunu çok iyi yansıtmışlardı.  Bu sırada heyecan ve gerilimle çalan müzik de iyi seçilmişti. Hele giydiği siyah elbise Anna’nın güzelliğini, zarafetini, mutsuzluğunu ve arayışını yansıtmıştı.

Filmi izlediğim için pişman olmadım.Tekrar Anna Karenina tahlilleri yapmaya sevketti.

Yıllar önce okuduğumda Levin’in doğru yola, Anna’nın yanlış yola gittiğini düşünmüştüm. Ama şimdi bakıyorum aslında aynı yolda, biri şanslı diğeri şanssız olan iki insan görüyorum. Anna Karenina’yı mutlaka tekrar okumalıyım. Peki siz ne düşünüyorsunuz? Yorumlarınızı bekliyorum…

Esen Güney

Esen Güney Married She has a son and was born in Giresun. She lives in Istanbul. Since 2014, she has been working as a writer and publication editor at fikrikadim.com. She has published essays, stories and interviews. He still continues to write and conduct interviews.