Yeni Türkiye Kurulabilir mi?

8 mins read
Yeni Türkiye Kurulabilir mi?

Yeni Türkiye Kurulabilir mi?

Yeni Türkiye Kurulabilir mi?

Türk siyasi tarihi, yeni olduğu söylenen her şeyin bir anda eskidiğini/eskitildiğini gösteren envanter defteri gibi. Siyasi tarihte rol alan tüm siyasi aktörler, modern döneme uygun olarak “yenilik” vurgusuna önem verir ve her fırsatta farklılığını belirtmek için yeni-liği öne çıkarır. Yeni-lik aynı zamanda farklılığın da bir ayracı olarak görev görür fakat farklılık süreç içinde yeni-liğini siyasi arenada hızla kaybeder. Bunun nedeni, yeni-liği ve farklı-lığı kurum olarak siyasi partilerde isim değişikliği, liderler bazında yüzü çok eskimemiş olanlar üzerinden gidilmesi. Osmanlının son dönemindeki neredeyse tüm önemli (temel) meselelerin çözümsüz olarak kalması; isimleri, ünvanları, partileri farklı siyasi kişilerin dönüp dolaşıp aynı yere gelmesi, yeniliğin siyasi kurgusuyla alakalı.

Modern Türkiye Cumhuriyeti devletinin asli meselenin sadece bir yönetici meselesi olduğu, neredeyse ortak bir payda haline ele alınıyor. Yani yöneten değil yöneticiye kadar daraltılmış bir alan karşımızda. Şayet yöneten meselesi daha belirgin olsa; bu kez siyasal yapıdaki örgütlenme biçimine odaklanılması gerekirdi. Böyle olduğunda; Türkiye’yi yöneten zümre (sınıf) ve onun yönleri, göze daha net batmaya başlardı: Aristokratik, Oligarşik ya da iltimaslı zümreler..vb hangisine dahil oldukları, karakteristik özellikleri belirlenmeye çalışılır, hakkında yorumlar yapılırdı.

Türkiye’deki üniversiteler (siyasal bilimler başta), aydınlar, gazeteciler, medya, insanları sorunun “kötü yöneticiden” kaynaklandığını ikna için profesyonel bir çalışma, yüksek bir performans göstermekte. Yeteneklerini sistem (devlet+aklı) üzerine çekmemek için bütün güçleriyle söylem üretmekteler.

Yeni Türkiye bir sistem meselesi değil bir aktör meselesi olarak formüle edilince, gerisi kolay oluyor: Öncelikle; ülkedeki anti-demokratik yapılanmaların (Gladyo, kontrgerilla, vb) devamlılığı ve işlerliği sürdürülüyor. Şayet demokratikleşmeye aykırı uygulamalar yürürlüğe girince sorumluluk devri kolay ve vitrindeki günah keçisiyle hesap kesilmiş oluyor. 

Yeri gelmişken, bugün hakim siyasal teorilerde Sistemin değil (sitem-bütünlük teorisine duyulan allerji, nefret burada başat) daha çok (siyasal) aktörlerin rolünü vurgulayan onları merkeze koyan teoriler önde. Bunlara göre; siyaseti kuran ve kurgulayan onun aktörleridir. Aktörlerin planları, kararları, uygulamaları, devletin politikası olur. Aktörler birbirinden bağımsız, birbiriyle çoğu kez çelişik yönelimli-düşünceli, nerdeyse binlerce kişiden meydana gelir. Yani çoğulcu ve tümevarımcı bir yolla izah ederler. Krallık-monarşi fikrine de genelde iyi bakılmadığı için aktör ve karar verme mekanizmasında ciddi çelişkilere düşülür. Modern siyasette “Başkanlık Sistemi” gibi şeylerde, Başbakanın ya da Cumhurbaşkanın kim olduğuna yönelmeyi tercih eder ve siyaseti böyle okur. Sistem- bütünlük teorisine mesafeli olan siyasal teori kendi içinde farklı  aktör kurguları taşır. Bu tür teorilerin karıştırdığı ve yanıldığı yer; siyasetin devlette bir kuvve değil bir fiil olarak yürüdüğünü unutmalarıdır. Kuvve hem vardır hem yoktur hem çoktur fakat fiil tektir, ortadadır. İnsanların kaderiyle oynayan işte bu fiildir; üzerine zar atılan lanetli yer, tam da buradadır.

Kısacası:

Yeni bir Türkiye olacaksa bu sistem meselesidir ve kurulması aynı şartlar altında (sürmesi halinde) neredeyse imkansızdır:

  1. Gerek devletin Güvenlik ve Yargı Bürokrasisi
  2. Gerek “devlet dışındaki” mekanizmalar; Üniversiteler, akademisyenler, aydınlar, medya, STKlar
  3. Gerek devlet yapılanmasındaki yapılanmalar; İttihadçı-Neo İttihadçı, ABDci NATOcu Kanatlar 
  4. Gerek siyasal yapılanmadaki ayrıcalıklı toplumsal güçler – Lobiler- (başta Beyaz Türkler, sonra çerkez lobisi, şimdilerde Laz lobisi)
  5. Gerekse hem toplumun siyasal kabulleri hem de devlet tarafından şartlandırmalar, anti-demokratik (mafya vb) ilişkilerin normalleştirilmesi hatta dayatılması vb bir çırpıda sayılabilecek köklü engeller, Yeni Türkiye’nin kurulmasını istemez.  

Türkiye’deki siyasal meseleleri bir aktör meselesi olarak görmek ve tartışmak, hedefi sürekli saklamakla aynıdır. Siyasal aktör kısmen önemli olmakla birlikte (zaten önemli olmasa sorumlu da olmamalıdır) onun değişimiyle işlerin yoluna girebileceğini sanmak, saflıktır. Erdoğan üzerinden ısrarla gidenlere; ‘bırakın Erdoğan’ı, onun yerine babanız gelse şansı pek olmayacak’ dememiz gerek. Çünkü Türkiye’deki siyasal sistem en liberalini bile ikinci gün atom bombası atmaya ikna olmuş bir güvenlikçi yapmaya elverişlidir.  Zaten modernleşmeden beri Avrupa’ya giden oralarda eğitim alan, dil öğrenen, (kendi kariyerlerini de tezlerini de demokrasi üzerine kuran), ticari ilişkiler geliştiren, hatta vatandaşlık alan;  devlet-lu, devlet erkanı, akademisyen, aydın ülke sınırlarına girince tam tersi otoriter ve totaliter bir sevdalıya dönüşüp insanlara terör estirmesi, alışıldık şeylerdendir. Ülkede kendi kişisel menfaatleri için liberal, demokrat, özgürlükçü, vb tezleri savunanların (öyle görünenlerin) halk için büyük dayatmaların, kısıtlamaların, toplumsal kırılmaların, adaletsizliğin, eşitsizliğin temel temsilcileri olması, oldukça düşündürücüdür.