Kadı’nın Hükmü

19 mins read
Kadının Hükmü

Kadı’nın Hükmü

Kadının Hükmü

Günlerden bir gün eski padişahlardan birisi başkentin büyük kadısını çağırdı ve şehirlerden bir tanesi için bir kadı seçmesini emir buyurdu. Büyük kadı bu konuyu kendi öğrencilerinden dört kişiyle mütalaa etti ve şöyle dedi: “Hazır olun, yarına kadar mahkemedeki toplantıdan sonra sizi imtihan edeceğim ve siz dört kişiden birisini o şehirde kadılık yapmak için padişaha tanıtacağım.”

Ertesi sabah birkaç kişiyi muhakeme etmeyi planlamışlardı. Büyük kadı ve öğrenciler toplantıya geldiler ve mahkeme kuruldu.

Savcı sanıktan kendisini tanıtmasını istedi ve ardından “Bu adam halka ölü inek eti ve yağı satmakla itham ediliyor; biz hikayeyi davacı dilinden dinlemek istiyoruz.” dedi.

Göbekli bir kimse olan davacı kendini tanıttı ve  şöyle dedi: “Ben iki ay önce bu şehre gelmiş olan yabancı bir adamım. Oburluğun kötü bir iş olduğunu kabul ediyorum fakat ben kavurmayı çok seviyorum ve çok yiyorum. Bundan önce köyde yaşıyordum ve orada her gün et satın alabileceğimiz bir kasap yoktu. Biz kışın başlarında bir koyun keser, onun etini ve yağını pişirir ve kavurma yapardık. Sonra onu geniş ağızlı küplere basar ve kışın azar azar yemekler kullanırdık. Ben bu şehre geldiğimde kavurma aradım. Az bulunuyordu ve pahalıydı, sonunda kavurma satan bir bakkal dükkanına vardım. Diğerlerinden daha hesaplı veriyordu ve onun müşterisi oldum. Her gün ondan kavurma alıyordum. Bir süre böyle geçti ve sonunda bir gün “Kavurma bitti.” dedi. Ertesi gün yine gittim, kavurma yoktu: sonraki gün gittim, yine yoktu. Çırağından sordum, “Bundan sonra artık kavurma yok.” dedi. Ben ısrar ettim ve “Eğer o fiyata satmayacaksan söyle.” dedim. O “Hayır, bizde artık kavurma yok fakat sen kasaptan taze et satın alsan ve kavurma yemeyi bıraksan daha iyi olur, çünkü kavurma çok pahalı ve kavurma yapmanın pek bir karı yok.” dedi. “Peki benim aldığım uygun değil miydi?” diye sordum. “Hayır, uygun değildi, o ölü inek etiydi.” dedi. Ben bu sözü duyunca durumum kötüleşti ve birkaç gün hasta yattım. Sonra şehrin hakimine sizin şehrinizde bir dükkancı bana ölü hayvan eti ve yağı sattı diye şikayette bulundum. Hakim beni ve dükkancıyı, durumu tahkik etsin diye büyük kadının yanına gönderdi. İşte benim hikayem böyle. Dükkancı da kendisini tanıtan işte bu kimsedir.”

Büyük kadı dükkancıya şöyle söyledi: “Kalkıp olup bitenleri doğrulukla anlatmalısın; eğer yalan söylersen ve tahkikat yapıldıktan sonra yalanın ortaya çıkarsa cezan daha kötü olur.”

Dükkancı kalktı ve şöyle dedi: “Anlatılanlar doğru ama ben bedbaht bir adamım. Dünya malı olarak sadece sütünü ve yoğurdunu sattığım bir ineğim vardı. İnek hastalandı ve bir gün aniden öldü. Sermayem yok olup gitmesin diye onun etini kasaba veremediğim için kavurma yaptım ve sattım. Affımı talep ediyorum.”

Savcı şöyle dedi: “Şahitlerin ifade ettiğine göre bu adam yalan söylüyor ve o inek dışında başka inekleri de var. Bu işin nedeni tamahkarlıktır; şimdi onun çırağı şahitlik yapar.”

Dükkancının çırağı kalkıp şöyle söyledi. “Savcı efendi, ben Allah’a tapan, insansever ve doğru sözlü bir insanım. Bizim dükkanımızda hiçbir zaman kavurma yoktu. Bir gün dükkan sahibi kavurma getirdi ve sattık ve bitti. Daha sonra müşteri geldi fakat kavurma yoktu. Ustanın evindeki hizmetçiye neden artık kavurma yapmıyorlar diye sordum, o da ölmüş inek hadisesini anlattı. Bildiğim kadarıyla ustanın başka inekleri de var.”

Savcı orada bulunan, evin hizmetçisine hikayeyi sordu ve o da şöyle söyledi: “Biz bu işten rahatsız idik. Ustaya ölü ineğin etini ve yağını halka vermemelisin dedik ama o “Onu köpekler ve kediler için saklıyorum.” dedi. Bir müddet sonra biz, onu dükkana götürdüğünü ve halka sattığını anladık.” Dükkancının yakınlarından birkaç kişi daha tanıklık ettiler.

O sırada savcı şöyle dedi: “Eğer birisi yeni elbise yerine eski elbise satarsa suçu müşteriyi aldatma suçudur; eğer birisi bir başkasının malını çalarsa suçu halkın malını çalma suçudur ve bunun bir bedeli olup onun zararını tazmin etmek mümkündür. Fakat insanların yiyeceği konusunda hile yapan kimse insanların hayatıyla oynuyor ve halkın canını tehlikeye atıyor demektir. Böyle birinin cezası katilin cezası gibidir. Ben büyük kadıdan bu cani adamın idam hükmünü vermesini istiyorum. Böylece diğerlerine ibret olsun ve artık hiç kimse insanların canıyla oynamasın.”

Büyük kadı biraz düşündü ve şöyle dedi: “Şüphesiz bu adamın suçu insanları helak etmek isteyen bir kimsenin suçu gibidir; idam cezası onun için çok değildir. Onu zindana götürün, yarın onun işlediğin suçun cezasını verelim.” Ardından mahkeme kararını bildirdiler.

İnsanlar gittikten ve meclis boşaldıktan sonra büyük kadı dört öğrencisine şöyle dedi: “Şimdi imtihan için hazır olun. Şimdi ben bir soru soracağım ve sizden onun hakkında bir hüküm vermenizi ve onun hükmünü bana söylemenizi istiyorum. Soru şu: “Bir adamın misafiri vardı. Hizmetçisini süt satıcısından süt satın alması için gönderdi. Hizmetçi sütü leğene doldurdu ve eve dönmek için başının üzerine bıraktı. Yolda giderken havada büyük bir yılan avlamış olan bir leylek uçuyordu. O yılanın ağzından birkaç damla yılan zehiri süt kabının içine damladı. Hizmetçi o sütü eve getirdi ve o sütten tatlı bir yiyecek yaptılar. Misafirler onu yediler ve zehirlenip öldüler. Şimdi, eğer siz kadı olsaydınız, bu hadisede kimi suçlu bulursunuz ve cezalandırırsınız, söylemenizi istiyorum. Her biriniz ayrı ayrı kendi görüşünüzü kağıt üzerine yazınız.”

Kadının dört öğrencisi kendi görüşlerini yazıp verdiler. Büyük kadı cevapları alıp okudu. Birinci görüş şöyle idi: “Eğer ben kadı olsam yılan zehirinin içine girmesini önlemek gayesiyle süt kabının üzerini örtmediği için hizmetçiyi darağacına gönderirim.”

Büyük kadı şöyle dedi: “Bu hüküm adaletten uzaktır. Yiyecek kabının üzerini daima örtmek gerektiği doğrudur fakat havadan yılan zehirinin sütün içine dökülmesi tehlikesi her zaman bulunmadığından ve yiyecek kabı her zaman üzeri örtülü olmalıdır diye bir kanunumuz olmadığından dolayı  hizmetçi cezalandırılamaz.”

Daha sonra ikinci görüşü okudular. O da şu şekildeydi: “Eğer ben kadı olsam kimseyi suçlu bulmam çünkü gerçekte yılanı havaya çıkardığından dolayı suç leyleğin, hayvanı da cezalandırmak mümkün değil. Misafirlerin de kısmeti ve yazgısı yılan zehiriyle zehirlenmeleri imiş. Herkesin ölümü bir başka türlü olur. Birisi yatakta ölür, bir başkası savaş meydanında.”

Büyük kadı şöyle dedi: “Bu hüküm de doğru değil. Kısmet böyleymiş, yazgısı buymuş dememiz sıradan ve cahil insanların işidir. Kadı hak ve batılı belirlemek için çaba harcamalıdır.”

Sonra üçüncü öğrencinin görüşünü okudular. O da şöyle yazmıştı: “Eğer ben kadı olsam misafirin ölümüne sebep olduğu için ev sahibini cezalandırırım. Eğer ev sahibi o yemeği getirmeden önce tadına baksa ve zehirli olduğunu anlasaydı ötekiler o yemeği yemez ve ölmezlerdi. O halde ev sahibi suçludur çünkü eğer yılan olmasa kimse yemeği zehirleyemezdi.”

Büyük kadı şöyle dedi: “Bu hüküm de adaletten uzaktır çünkü ev sahibi evinde hiç kimseden şüphelenmiyordu ve hiç kimse o evde zan altında değildi ki böyle bir tedbir alınsın. Ayrıca birisi misafir için yemek hazırlarsa önce onu kendisi tatmalıdır ve eğer havada bir leylek uçar, bir yılanı gagasına alır da yılanın ağzından süte zehir damlarsa, ev sahibinin bundan haberdar olması gerekir diye bir kuralımız bulunmuyor. Onu suçlu kabul etmemiz insaftan uzaktır.”

Daha sonra dördüncü öğrencinin görüşünü okudular. Şöyle yazmıştı: “Açıklama gerekir.” Büyük kadı “Açıklamadan kastın nedir?” diye sordu.

Dördüncü öğrenci: “Açıklama benim görüşüme göre usulen bu meselenin ortaya konuluş biçimi yanlış yani eğer bir leylek bir yılanı ağzına almış olursa, havada uçmuş olursa, ağzından yılan zehri sütün içine damlamış olursa ve bu damlama hizmetçinin bile anlamayacağı kadar yavaş ve sessiz bir şekilde olursa kim size bir leyleğin olduğunu, bir yılanın olduğunu ve zehrinin dökülmüş olduğunu size söyledi. Eğer hizmetçi bunu anlamış ise ya da  birisi görüp ona söylemişse o da ev sahibine söylerdi ve sütü denerdi; misafirler de zehirlenmezlerdi. Eğer hiç kimse söylememiş, ve hiç kimsenin haberi olmamışsa kim onu büyük kadıya haber verdi? Ben “Açıklama gerekir.” diyorum çünkü acaba ilk kez kim leylek ve yılanın hikayesini anlatmış; ve doğru söylediği nereden belli. Ben eğer kadı olsam tahkikata şuradan başlarım: Ev sahibini, hizmetçiyi, sütçüyü, aşçıyı ve o evde bulunan herkesi toplarım. Her birisine ayrı ayrı hikayeyi sorarım; söylediklerini birbirleriyle karşılaştırırım. Eğer leylek hikayesi yalan ise ve kim onu uydurmuşsa ona karşı daha fazla şüpheyle yaklaşırım; neden bu hikayeyi uydurmuş diye onu daha fazla sorgularım. Sütçü dükkanındaki sütler bozuk olabilir; sonra da bu hikayeyi uydurmuş olabilir. Hizmetçi, aşçı, ya da ev sahibinin misafirlerle bir düşmanlığı olabilir; onlardan bir tanesi süte zehir katmış olabilir; sonra da böyle bir hikaye uydurmuş olabilir. Bu durumda leylek ile yılan hikayesini uyduran kimse suçludur. Fakat leylek le yılan hikayesi doğru da olabilir. Birisi görmüş, sonra da anlatmış olabilir. Bütün bunları araştırmak gerekir. Adil kadı hüküm vermekte acele etmeyen ve işin sağını solunu ölçüp tartan  kimsedir; mümkün olan her yeri ve herkesi tahkik eden kimsedir; suçluyu suçsuzdan ayırt eden ve sonra da suçlunun cezasını veren kimsedir.”

Büyük kadı şöyle söyledi: “Aferin sana, bu hikaye benim imtihan etmek için tasarladığım bir konuydu; sen haklısın. Seni padişaha tanıtacağım; hakkı batıldan ayırt edebilen ve haksız hüküm vermeyen sensin.”

Ertesi gün büyük kadı dördüncü öğrenciyi padişaha tanıttı ve o öğrenci kadısı olmayan şehre kadılık makamına atandı.

Tercüme: Ersin Selçuk

Ersin Selçuk

Ersin Selçuk, Dicle Üniversitesi Fars Dili ve Edebiyatı Öğretim Görevlisi, 1969 İstanbul doğumlu, Evli, dört çocuk babası