Nüktedan Âmâ (Son Bölüm)

22 mins read
Nüktedan Âmâ (Son Bölüm)

Nüktedan Âmâ (Son Bölüm)

Nüktedan Âmâ (Son Bölüm)

Yabancı tacir şöyle söyledi: “Doğru söylüyorsun. Ben her zaman halkın söylediklerine bakıyorum ve ihtiyatı elden bırakmıyorum, şimdi ne yapmak gerek!”

Yaşlı kadın şöyle söyledi: “Şimdi gidip yarına kadar biraz düşünelim, eğer Allah dilerse bir çözüm yolu buluruz.”

O gece yaşlı kadın yabancı tacirin başından geçenleri oğluna anlattı ve “Nüktedan âmâdan yardım almalı ve bu yabancı adamı düzenbazların şerrinden kurtarmalısın.” dedi.

Nüktedan âmâ, yaşlı kadının oğlunun onun yanında çalıştığı yaşlı bir adamdı; o daha önce şehrin kadılığını yapmış olan alim bir kimseydi; fakat daha sonra emekli olmuş evde oturuyordu; insanlar ne zaman bir işte çıkmaza girseler ve bir sorunları olsa, gelip ona danışıyorlardı; o da yargının bütün püf noktalarını ve tekniklerini, kanun ve muhakemeyi bildiği için onlara yol gösteriyor sonra insanların işleri yoluna girdiğinde ona hediyeler veriyorlar, ona dua ediyorlardı ve şehirde ona nüktedan âmâ diyorlardı.

Yaşlı kadının oğlu, yabancı taciri beraberinde nüktedan âmânın yanına getirdi; onu tanıttı ve ondan bir çözüm yolu istedi. Nüktedan âmâ yabancı tacire başından geçenleri başından sonuna kadar ne eksik ne de fazla anlatmasını istedi. Yabancı tacir de her şeyi anlattı ve “Şimdi işimde bu düzenbazlara karşı ne yapacağım konusunda aciz kaldım ve onlara bir cevap verebilmem çok zor.” dedi.

Nüktedan âmâ şöyle dedi: “Kolaylığı olmayan zorluk yoktur, insan korkuya kapılmamalı. Ben seni onların şerrinden kurtarırım, onların bütün işleri hokkabazlıktır ve bütün sözleri ve iddialarının bir cevabı vardır.” Sonra tek tek sorunları çözdü ve onların cevabını yabancı tacire öğretip şöyle dedi: “Yarın hakimin huzuruna çıkınca bu cevapları söyle ve hakimin hakkını sana teslim edeceğinden emin ol.”

Yabancı tacir de sevinerek ve gülerek eve geri döndü; yaşlı kadına şöyle dedi: “Şimdi, hokkabazlara yarın ne cevap vereceğimi biliyorum. Allah derdi vermiş, dermanını da vermiş, her sorunun bir çözüm yolu vardır diye doğru söylemişler. Önemli olan insanın bunu nasıl yapacağını sorması ve öğrenmesidir.”

Ertesi gün belirlenen saatte yabancı tacir hakimin huzuruna çıktı ve “Sözümde durmak için geldim.” dedi. Haydutlar da oradaydılar.

Hakim mahkeme kayıtlarını yazmaları için katiplere emir verdi ve kumarbaza “Sizin şikayetiniz nedir?” diye sordu.

Kumarbaz dünkü oyunun ayrıntılarını anlattı ve “Biz üç ortağız ve aldığımız karara göre üç teklif yaptık; eğer yabancı bunların hiçbirisini yapmazsa bin dinar vermesi gerekiyor.” dedi.

Hakim yabancı tacire “Senin cevabın ne?” diye sordu.

Nüktedan âmâdan dersini öğrenmiş bulunan yabancı tacir şöyle dedi: “Benim cevabım şu: Eğer bunlar hokkabaz insanlar değillerse ve sözleri akla ve mantığa uygun ise ben tekliflerin birini yerine getirmeyi kabul ediyorum, fakat ya sözleri makul değilse?”

Hakim şöyle dedi: “Öyleyse benim burada işim ne? Burada kim mantıksız söz söylerse günahı kendi boynunadır.” Sonra hakim kumarbaza “Ne istiyorsun?” dedi.

Kumarbaz “Dün dediğim gibi ben bu taştan bana elbise dikmesini istiyorum.” dedi.

Yabancı tacir şöyle cevap verdi: “Pekala, kabul ediyorum fakat ben mucize yaparım demedim ki. Ben sıradan bir kimseyim; her işi dünyanın her yerinde nasıl yapılıyorsa ve insan aklının kabul ettiği şekilde yapıyorum. Ben bu taştan bu adam için bir elbise dikmeyi kabul ediyorum fakat dünyanın adeti elbiseyi kumaştan dikmeleridir, kumaş da ya pamuktan, ya yünden ya ipekten ya da bu gibi başka şeylerden olur. Ama dünyada hiç kimse pamuğun, yünün ve ipeğin kendisinden ipek dikmez; ilkönce pamuğu, yünü, ipeği ya da bunun gibi başka her bir şeyi iplik haline getirirler, sonra onu kumaş yaparlar, sonra da elbise dikerler. Bu adam da benden elbise dikmemi istiyor; oysa ben terziyim, ip eğiricisi ya da kumaş dokuyucusu değilim. Siz hakimsiniz, akıllısınız, makul sözü anlarsınız; emir buyurun bu adam bu taştan taş ip yapsın, sonra taş kumaş dokusun ki ben de o kumaştan kendisine elbise dikeyim.”

Hakim “Doğru, bu işi yapması gerekir aksi halde sözünü geri alması gerekir.” dedi.

Kumarbaz adam şöyle dedi: “Hayır, ben taşı ip yapamam, ben sözümü geri aldım. Fakat bana ortak olan bu iki kişinin başka teklifleri var.” Hakim ikincisine “Sen ne istiyorsun?” dedi.

İkincisi : Benim anlaşmama göre, denizin kenarına gidip bu adamın, denizin suyunu bir nefeste içmesini istiyorum; eğer bunu yapmayacaksa bin dinarı versin.” dedi.

Yabancı tacir hakime döndü ve şöyle dedi. “Her ne kadar bu teklif de zorlama ise de söz verdiğim için yerine getirmeyi kabul ediyorum. Fakat anlaşmamız benim denizin suyunu tek nefeste içmem şeklindedir, anlaşma denize dökülen ırmakların suyunu içmem şeklinde değildir, anlaşmamız sadece denizin suyudur. Şimdi siz adil ve akıllı bir hakim iseniz emir buyurun bu adam içinde akan sular denize dökülmesin diye ırmakların önünü kapatsın, ben de denizin suyunu tek nefeste içeyim ve boş denizi size göstereyim.”

Hakim şöyle dedi: “Doğrudur ve söz mantıklıdır, senin denizi içebilmen için ırmakların suyunu kesmek gerekir yoksa davadan vazgeçilmelidir ve onun teklifi de batıldır.”

İkincisi “Ben de sözümü geri aldım.” dedi. Fakat üçüncü arkadaş şöyle dedi: “Ben bu adamın bacağından yüz dirhem et almak istiyorum, eğer kabul etmezse bin dinarı vermelidir.”

Yabancı tacir hakime döndü ve şöyle dedi: “Pekala, her ne kadar bu söz de zalimce ise de üç teklifin bir tanesini yerine getireceğime dair söz vermiş olduğum için, bunu da kabul ediyorum; benim bacağımdan et alınması benim canım ile ilgili olduğundan bu adam da herkesin huzurunda tam da teklife uygun hareket edeceğini kabul etmesi gerekir. Yani, benim bacağımdan yüz dirhem et almalıdır, daha fazla değil ve benim kanımdan da yere hiç dökülmemelidir, çünkü kan dökülmesinin benim canım için tehlikesi vardır.”

Hakim şöyle dedi: “Doğrudur ve mantıklı bir söz; o onun yüz dirhem et alması gerekir fakat eğer bir miskal az ya da çok alırsa, eğer senin kanının bir damlasını yere dökerse ben bu topluluğun huzurunda başını gövdesinden ayırmaları için emir veririm ki böylece artık kimse bir başkasına zorbalık yapmasın ve bizi dünyada kötü adlı etmesin.”

Üçüncü adam şöyle dedi: “Hayır hakim bey, ben kesinlikle kendi hakkımdan vazgeçtim ve bin dinarı da istemiyorum.”

Hakim şöyle dedi: “Pekala. Siz sözünüzü geri aldınız fakat kanun kendi hakkından vazgeçmez, bu davayı siz üçünüz açtınız ve her birinizin bin dinar ceza ödemeniz gerekir ki böylece bundan sonra daha dikkatli olasınız ve insanlara mantıksız söz söylemeyesiniz.”

Sonra hepsinden bin dinar aldılar ve kumarbazları dışarı çıkardılar. Hakim yabancı tacire “Siz de özgürsünüz çıkabilirsiniz.” dedi.

Yabancı tacir şöyle söyledi: “Sizin insaflı ve adil bir hakim olduğunuzu gördüğüme göre, benim de bir şikayetim yok. Ben yabancı bir adamım, sizin şehrinizde hokkabaz insanların çok olduğunu bilmiyordum. Evvelki gün sizin şehrinizden bir adam tacir sıfatıyla beni aldattı ve  benim ticaret mallarımı hile ile elimden aldı. Bu dolandırıcı adamdan benim hakkımı almanızı istiyorum. ”

Hakim Frenk tacirin adını ve adresini sordu, onu getirmeleri için emir verdi. Frenk tacir geldiğinde ona şöyle dedi: “Neden siz bu şehrin onurunu zedeliyorsunuz ve bizim şehrimizin dünyada kötü anılmasına sebep oluyorsunuz, artık hiç kimse bizim şehrimize ticaret malı getirmez.”

Tacir şöyle dedi: “Ben kötü bir şey yapmadım. O tacir, ben de tacirim ve birbirimizle bir alışveriş yaptık; ikimiz de razı idik, şahidimiz de vardı, şimdi de senede ve anlaşmaya uygun hareket etmeye hazırım, alışveriş senedi de işte bu.”

Hakim anlaşmayı aldı, onların imzalarına baktı ve yabancı tacire dedi ki: “İş işten geçmiş, insanların yaptıkları alışveriş muamelelerine karışmaya benim hakkım yok. Eğer ucuza sattıysan iyi hesap edip satmasaydın daha iyi olurdu. Eğer ben böyle sağlam bir senedi geçersiz sayacak olursam düzen diye bir şey kalmaz ve yarın birisi bir alışveriş yapacak olsa ardından da pişman olsa kararından vazgeçer ve her gün yeni bir dava ile uğraşırız. Bizim adetimiz şudur: kişilerin sözünü ve imzasını makbul sayarız; ben şehrimizin taciri senede uygun hareket etmeyi istememiş olması dışında yapılan işlemi bozamam, o zaman konu değişir.”

Frenk tacir de bu sözleri duyunca cesaretlendi ve şöyle söyledi: “Evet işlem yaptık ve ben de yazdığıma uygun olarak hareket ediyorum; hemen şimdi malın bedelini almalı ve hakimin huzurunda, sandal kerestelerini bana vermeleri konusunda bir yazı yazmalısın.”

Hakim şöyle söyledi: “Evet, eğer alıcı yazdığı şeyi vermezse sandal keresteleri satıcıya geri döner fakat onun bedelini verirse sandal keresteleri alıcıya aittir ve dava hemen bugün sona ermelidir.”

Nüktedan âmâdan dersini öğrenmiş olan yabancı tacir şöyle söyledi: “Benim sözüm ise sizin şehrinizin tacirinin bu senede uygun hareket etmeyeceği ve bir hile yapmak istediği şeklindedir.”

Hakim şöyle dedi: “O halde ben burada ne yapıyorum? Kim ticari işlemlerde hile yapar ve şehrimizin adını kötüye çıkarırsa günahı boynunadır. Ben burada zulmü önlemek için oturmuşum.”

Yabancı tacir şöyle dedi. “Benim de arzum bu. Öyleyse emir buyurunuz senedi okusunlar ve okudukları şeye uygun hareket etsinler.”

Hakim anlaşmayı yüksek sesle okuması için katibe emir verdi, şöyle yazılmıştı: “Kerestelerin değeri bir kadeh altın, gümüş, mücevher ya da satıcının dilediği herhangi bir şeyle dolu bir kadehtir ve alıcıdan tahsil edilecektir.”

Hakim “Pekala, eğer bu senede uygun olarak hareket edilirse işlemi tamamlarız, eğer uygun hareket edilmezse senedi iptal ederiz.” dedi. Sonra Frenk tacire döndü ve şöyle söyledi: “Haydi malın bedelini getir ki sandal kerestelerini alasın çünkü bir saat sonra anlaşmanın geçerlilik süresi bitiyor.”

Frenk tacir “Ne istiyorsa getireceğim.” dedi.

Hakim yabancı tacire “Malının bedeli olarak ne istiyorsun, altın mı, gümüş mü yoksa mücevher mi?” diye sordu.

Yabancı tacir şöyle dedi: “Eğer alıcı senedi kabul ediyorsa altın, gümüş ya da mücevher dışında başka bir şey isteyebilir miyim?”

Alıcı “Tıpkı yazıldığı gibi; altın, gümüş, mücevher ya da satıcının dilediği başka bir şey. Ben de kabul ediyorum; ne istiyorsan söyle.” dedi.

Yabancı tacir şöyle söyledi: “Ben altın, gümüş ve mücevher istemiyorum, acaba sizin şehrinizde karasinek, sivrisinek, bit, pire, tahta kurusu ve bu gibi şeyler bulunur mu?”

Hakim “Elbette bulunur fakat senin amacın ne?” diye cevapladı.

Yabancı tacir şöyle dedi: “Amacım şu: anlaşmaya göre ben kendi mallarımın bedelini seçmem gerekiyor; ben yarısı erkek, yarısı dişi bir kadeh tahta kurusu istiyorum. Ben sandal kerestelerini başka bir bedele karşı satmayı kabul etmiyorum. ”

Frenk tacir şöyle dedi: “Bu söz doğru değil. Ben erkek ya da dişi tahta kurusunu nereden getireyim. Dünyanın neresinde sandal kerestelerinin tahta kurusu karşılığında alındığı şeklinde bir uygulama var.”

Hakim şöyle dedi: “Benim düşünceme göre bu söz çok tuhaf fakat doğru. Doğru olmayan şey, sizin içine hile kattığınız ve yabancı tacirin mallarını ucuza almak istediğiniz anlaşmanızdır. Dünyanın neresinde alışveriş senedi yazıp da malın değerinin belirlenmediği ve alıcının dilediği?! dedikleri türden bir uygulama var? Şimdi olan bu. Sandal kerestesi satıcısı malının satışında alıcı da senedi yazarken hata etmiş, sonucu bu. Ya işin başında işin sonunu hesaplamak gerekir ya da işin sonunda  düşüncesizliğin cezasını çekmek ve tazmin etmek gerekir. Hakimin hükmü sizin senediniz ve yazdıklarınızla aynı olduğuna göre ya bir kadeh erkek ve dişi tahta kurusu getirilsin ya da sandal keresteleri satıcıya iade edilsin.”

Frenk tacir “Biz bu alışverişten vazgeçtik.” dedi.

Hakim de emir verdi, sandal kerestelerini satıcıya geri verdiler; yabancı tacir onları iyi bir fiyata sattı; yaşlı kadına, onun oğluna ve nüktedan âmâya layık oldukları hediyeler verdi; ardından mutlu ve sevinçli olarak kendi şehrine geri döndü.

Nüktedan Âmâ (İkinci Bölüm)

Nüktedan Âmâ (Birinci Bölüm)

Uyarlayan: Mehdî ÂZERYEZDÎ

Güzel Çocuklara Güzel Hikayeler (قصّههای خوب برای بچّههای خوب)

Sindbâdnâme’den Seçmeler

Farsçadan çeviren: Ersin SELÇUK

Ersin Selçuk

Ersin Selçuk, Dicle Üniversitesi Fars Dili ve Edebiyatı Öğretim Görevlisi, 1969 İstanbul doğumlu, Evli, dört çocuk babası