Batı Kültürünün Hıristiyanlaşmasında Görselliğin Etkisi ve Kılıçlı Bayram Namazını Görsel Yönüyle Değerlendirme

16 mins read
Batı Kültürünün Hıristiyanlaşmasında Görselliğin Etkisi ve Kılıçlı Bayram Namazını Görsel Yönüyle Değerlendirme

Batı Kültürünün Hıristiyanlaşmasında Görselliğin Etkisi ve Kılıçlı Bayram Namazını Görsel Yönüyle Değerlendirme

Batı Kültürünün Hıristiyanlaşmasında Görselliğin Etkisi ve Kılıçlı Bayram Namazını Görsel Yönüyle Değerlendirme

Bu yazının konusu, her ne kadar güncel ve siyasi bir tutumu sosyolojik veya siyasi açıdan ele almak değilse de, güncel konularla ilgili yazılar istenilen alana çekilebilmekte, bazı insanlar tarafından ya sahiplenilmekte veya saldırıya uğramaktadır. Bunların hiç biri bu yazının amacı değildir. Amacım bizim de içinde olduğumuz Doğu’nun görsel eğilimlerinin Batı’nın görsel eğilimleriyle olan etkileşime ve farklılığına dikkat çekmektir. 

Bu görseli gördüğüm zaman zihnimden hızlıca geçen, Batı’yı merkez alan sanat tarihi bağlamındaki yaygın bilgilerden bahsetmek isterim.  Batı’nın kendi kültürünün beşiği olarak gördüğü Antik Yunan’da şehir devletlerinin ani bir uyanışla birden bire doğmadığını, güçlenen aristokrasinin etkisiyle gücün bölünmesi sonunda yönetimin erk ve varlık sahibi olan aristokratlara dağıldığını ve böylece bağımsız devletçik gibi davranan şehirlerin kendi yönetimini oluşturmuştu. Krallıklara göre daha verimli olan bu ortamda, plastik değeri yüksek sanat eserlerin vücut bulduğunu biliyoruz. Bu dönemin yüksek plastik değerlerinin etkisiyle insanlığın gözünü dünyasal olana çevirdiği bir dönemin başladığı da kabul edilmiş durumdadır. Ama gözümüzden kaçan şey tüm olanların, doğal gelişmenin etkileri ve olgular sonucunda gelişen bir oluşum olduğunun, unutulmuş olmasıdır. Bu ve benzer unutmaların ardından, eserleri vücuda getiren Batılıların, Doğululardan daha seçkin ve üstün oldukları kabul edilmiş veya ettirilmiştir. 

İlerleyen devirlerde gerçekleşen ve devam eden Batı’nın sanatsal üstünlük anlayışı,  Doğu’nun tembel insanlarını, yıkık dökük mekan tasvirlerini konu alacak şekilde Oryantalist resimlerde de üstü kapalı bir şekilde sürmüştür.  İslam sanatı kavramı, bu dine bağlı ülkelerin ortak ve özgün yanlarını ifade etmesine rağmen Hıristiyan kökenli Batı karşısındaki başkalığı ve giderek Doğu’nun aykırılığı olarak anlaşılmıştır. Batılının bakış açısını benimseyen Doğulu anlayışta da bu görüş, yaygın olarak benimsenmiştir. Aykırılık konusunda aksini gösterecek argümanlar (dinlerin aynı merkezden olduğu gibi görüşler) mevcut olmakla birlikte, bu yazının konumlanışı inanç temelli değildir. Batı uygarlığının görsel imgelerin gücünü çok eski zamanlardan beri fark ettiğini ve etkili kullandığına dikkat çekmektir.

Bayramda ekranlardan izlediğimiz, ardından haber olarak medyada gördüğümüz bu görsele siyasi, sosyolojik, inanç veya herhangi bir açıdan yaklaşmadan önce görselin ilk görünüşte yaptığı etkinin gövde gösterisi olduğunu yok sayamayız. Tam da bu gövde gösterisini düşünürken, aşina olduğumuz papanın gövde gösterilerini hatırlıyoruz. Papanın bu gösterilerinin hedef kitlesi öncelikle, batılı Hıristiyan halk değil, elbette diğer inanç sistemindeki toplumlar, özellikle Müslüman toplumlar olması gerekir. Minberdeki kılıçlı görseli görenler, kendi görüşleri ve algıları çerçevesinde elbette çeşitli yorumlar yapmış olabilir. Sanattan uzak genelimiz için bile bu görsel; görsel dili etkili şekilde kullanan ve buna aşina olan Batı’daki papanın yaptıklarının tekrarı ve benzeri olan bir görsel olarak yorumlanabilir. 

Kendi görsel farkındalığı olmayan, Rönesans öncesi ve sonrasında ve halen, her tür görsele önce farkındalık ile değil, yıllarca günah telkini ile yaklaşmış olan bir toplumun görsele yaklaşımı, Batı’dan farklı olacaktır. Böyle bir görseli öncelikle ikonografik (görselin konusu ile ilgili olmak anlamında kullanılmıştır) gördüğümüzde iç kutuplaşma ve çekişmelerin dışından bakabilir, Doğu ve Batı sanatının görme biçimindeki farklılığını anlamlandırabilir, bizim tartıştığımız konuları onların neden önemsemediğini anlayabiliriz. Ancak ikonografinin Hristiyanlığın kültüre dönüşmesindeki etkisini anlayabilme Rönesansı yaşamayan bir toplumda, duyusal algı boyutunda sınırlı olarak geçekleşmektedir. Batılı dini temelli olan Rönensans resimlerini yaparken ve halk bu eserleri alımlarken, dini olmayan pencereden duyumsamış oldukları için, sanat katına çıkarabilmişlerdir. Böylece görünürde (yani ritülde) değilse de gerçekte, sanatı özgür alana taşımayı başardıkları için yüksek duyusal etkileri ve plastik değerleri taşıyan bir sanatı oluşturmuşlardır. 

İslam sanatının oluşum yıllarında yayıldığı alanlarda “Müslüman yaratıların karşı çıktığı ya da örnek aldığı bir -manzara-ya da –iklim- vardı ve Müslüman öğenin tekilliği yerel sanat geleneklerinin doğası, gücü ve canlılığı ile yakından ilgiliydi”(Graber, 1998). Graber’in İslam sanatının oluşum dönemlerini incelediği kitabında işaret ettiği ve bugün özlemini çektiğimiz canlılık; ancak süreklilikle kazanılan, benimsenmiş sanatsal bir olguyla mümkündür. Bu canlılığın bugünkünden daha güçlü olduğunu, yaşamdan gelen ve yaşama katılan dinamik yönünü gördüğünü Graber’in pek çok ifadesinden anlıyoruz. 

Graber, İslami kimlik oluşturma sorununu incelediği bölümde; yedi ve dokuzuncu yüz yıllarla ilgili dönemin çağdaş tutumlara model olacak bir olgu olarak yaklaşmak düşüncesini çekici bulduğunu belirterek önsözünde şu ifadeleri kullanmaktadır. “Bu dönemi araştırmak kime düşer? (.). Böyle bir tartışmayı üstlenebilecek birkaç ülkeden biri de, toprakları üzerinde düzinelerce farklı kültürün anıtlarını barındıran, (.), ulusal kimliği kendi tarihinde ve dilinde temellenmiş olan Türkiye’dir.” (O. Graber Türkçe Baskıya Önsöz’den) 

Yedinci ve sekizinci yüzyıllarda Müslümanlar, imgeler ve onların anlamlarının Hıristiyanlığın temel belirleyicileri olduğuna şahit oldular. Dahası bu dünya imgeler konusundaki hünerini, kendi dinsel ve siyasal konumunu tanımlamak, kendinden olmayanları kandırmak, onları kendinden yana çekmek için kullanmaktaydı. Kontantinopolis’e yapılan her gezinin doruk noktasını Ayasofya’daki dinsel ayinler oluştururdu. İslam kaynakları esir düşmüş Müslümanların kilisenin göz kamaştırıcı görkemi karşısında nasıl yiğitçe direnip Hıristiyan olmayı reddettiklerini, Hıristiyan kaynaklarsa Müslümanların aynı koşullar altında nasıl Hıristiyanlığa boyun eğdiklerini anlatırlar. Özetle, imgeler Hıristiyan dünyanın belirleyici özelliği olmaları bir yana, bu dünyanın en önemli ve tehlikeli silahlarıydı. (Grabar, 1998)

Müslümanların yükselme döneminde karşılaştıkları sanat ve kültür dizgelerinden etkilendiklerini ve faydalandıklarını, dünyasal mücadelenin de dünya nesneleri ile mümkün olduğunu anlamış olduklarını düşünebiliriz. Günümüzdeki gelişmelerin ışığında, estetik nesneleri değerlendirmek alanın dışında olan dini felsefeye, ahlak öğretilerine ve iyi insan yetiştirme anlayışının gölgesine feda edilmeden önce; ait olduğu sanat duyusuyla ele alınmasını başarmak, sanatın temellenmesi için önemlidir. Görsel ifadeleri siyaset üstü görecek bütüncül bir bakış açısı için, simgeleri bir siyasi grubun veya inancın verili öğretileri dışında ele alacak ve özgürce anlamlandırabilecek nitelik ve donanımı yakalamamız gerekir. Duyusal algıya dayanan sanat eğitiminin tabana yayıldığı bir anlayışa her sağlıklı toplumda ihtiyaç olduğunu düşünebiliriz. Hiçbir öğreti ve telkinin etkisinde değil sadece duyusal algıyı besleyen bir sanat eğitimi amacını gerçekleştirebilir.

Sanatın gelişmesinin bilgiden ve malumattan önce sanatsal algı ile kazanılabileceğini, bunun zengin görsel birikim ve sanat iklimi ile ilgili olduğunu anlamak ciddi bir eğitim ve sanatsal terbiye işidir. Eğitimde sanatı yok sayan toptancı anlayışın uzantısıyla ancak, duyusal algı düzeyine ulaşmayan görsel tercihlerin gerçekleştiği bir toplum oluşur.  Sanata ilginin ve gerçek ilişkinin kurulamadığı durumlarda, hayli sınırlı bilişsel bazı telkinlerle oluşturulan sanatsal tercihler, hayata dokunan dinamik etkiler yapmaktan uzak olacaktır. 

Sonuç olarak, Batı sanatını oluşturan insanların, Doğululardan daha üstün ve yetenekli görülmesinin üzerinde durulması kadar;  yeteneği ortaya çıkaran, sanatçıyı ve eseri merkeze alan tutumun ve ortamın önemi üzerinde durulmalıdır. Batıyı üstün gören bu tutum günümüzde sanatla ilgilenmeyi ve sanatsal üretimi üstün yeteneklilerin işi olarak gören tutumla aynı düzeyde bir yaklaşımdır. Böyle bir yaklaşımda ortamın etkisi gözden kaçırılmıştır. Bu zihniyetin etkisine kendimizden nefret edecek kadar kapılmış olduğumuz zamanlardan öteye geçememiş olmamızın çeşitli sebeplerinden biri de kendi görsel algımızı geliştirecek sanatsal tutumları önemsiz görmüş ve küçümsemiş olmamızın sonucu olarak kendimize Batı’nın görselleriyle bakmak zorunda kalmamızdır. Ülkemizde gücünü kendi değerlerinden alan sanat anlayışının oluşamadığı veya özgün kabul edilen sanatların yüksek etki gücüyle yaşama katılamadığı konusundaki gerçeği, büyük çoğunluğun fark ettiğini düşünüyorum.

Büyük düşünür Mevlana’nın “mademki görüyorsun, ne istiyorsun sözden” diyen ifadesi, insan için, plastik sanatlara yapılan bir çağrı gibidir. 

KAYNAK Grabar, Oleg. 1998 “İslam Sanatının Oluşumu” YKY

Mukadder Özdemir Balakoğlu

Sanat eğitimi uzmanı.  Yıldız Teknik Üniversitesi Temel Eğitim Bölümünde Öğretim Görevlisi. Alanında “Sanat Eğitiminde Duyusal Algı ve Estetik” ve “Duyusal Algı Eğitiminde Resim Uygulaması” adlı kitapları vardır. Bazı resimleri bazı özel kolleksiyonlarda bulunmaktadır.