Sistem Meselesi Olarak İsrail

10 mins read
A state with still undeclared borders: Israel

Sistem Meselesi Olarak İsrail

Sistem Meselesi Olarak İsrail

İsrail hem ortaya çıkışıyla hem de ortaya çıkardıklarıyla farklı açılardan bakılıp değerlendirilebilir fakat nerden bakılırsa bakılsın, nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin, her zaman aynı zulümün görüldüğü, Siyonist terör devletidir. Onun varlığı, mantık sınırlarıyla alay edecek bir yapıdadır: 8 milyon nüfusuyla coğrafyaya kan kusturur. Bu mantık dışılığı (akıl almazlığı) anlamanın yolu, sistem (dünya düzeni) meselesi olarak ortaya çıktığını ve onun tarafından beslendiğini görmekle mümkün.

İsrail, tıpkı bir eisberg gibi sistemin siyasal yüzü olarak karşımızda durmakta. Bu sistemin birleşimlerini şayet bir metaforla anlatmaya kalkarsak şuna benzer: Tohumu başkası ekiyor, hasatı başkası yapıyor, nakliyesi başkası üstleniyor, halde başkası devreye giriyor, tezgaha başkası koyuyor, satın alan başkası, mutfakta başkası pişiriyor, servisi başkası getiriyor, yiyen ise bir başkası. Sistemin organizasyonu kompleks işleyişe sahip. Hangi metafor olursa olsun bu yapıyı göstermeye yetersiz. O halde sistemin organizasyon şemasını bilmemiz için farklı şeylere ulaşmamız gerekiyor.

Sistemin organizasyon şemasında çok çeşitli devletler rol alıyor: Başta İngiltere’nin ve şimdilerde ABD’nin onun en büyük hamisi olduğu sürekli söyleniyor fakat diğer ülkelerin destekleri ve katkıları, en büyük denilenlerden daha fazlası. O denli çeşitli devletler var ki; insanların aklına hayaline gelmeyecek, duyunca “ne alakası var bunun İsrail’le” diyecek boyutta. Tabii ki; her rol aynı ağırlıkta değil. Bu coğrafyadaki “Müslüman” devletlerin katkıları desteklerini Asya, Afrika, Latin-amerika’dan ayırmak gerek. Organizasyon şemasını net olarak ortaya çıkarmak; öncelikle her “Müslüman” ülkedeki STKların kendi devletlerinin İsrail’e yaptığı katkı ve payları bilmeyle, ortaya çıkarmayla, paylaşmayla mümkün. Bu madalyonun bir yüzü. Diğer yüzü ise, farklı ülkelerdeki STKların çalışmalarıyla tamamlanır. İkisinin toplamı, gerçek anlamda şemanın tam, eksiksiz bir resmi olur.

İsrail her vahşetinde, “Müslüman devletler” birbirlerini itham yarışına girer. Bu durum, adeta bir moda oldu. Sadece burası (Türkiye)  değil her devlet (halk) bir diğerini suçlu gösterme, kendini temize geçirme derdindedir. İşin ilginç tarafı; gerçek suçluların mezhep taassubu yapmalarına rağmen, Filistin-kudüs meselesinde mezhebe göre siyasal tavır göstermemeleri. Yani Sünni/Şii karşıtlığı bu mesele için ters dönmüş gibidir. Madem suçlardan bahsettik, o halde kendi devletimizin katkı ve desteğine genel hatlarla biraz değinelim: Türkiye, İsrail’i resmi olarak tanıyan ilk Müslüman ülke; İsrail ile artan Ekonomik-Askeri-Siyasi ilişkileri mevcut. Siyaset bilimciler bizlere ikide bir “reelpolitik” sopasıyla dövmesine, dayatmasına rağmen Türkiye en kritik zamanlarda İsrail’i defalarca kurtarmış bir ülkedir. OPEC’te İsrail’in tanınması çok büyük skandaldır. İsrail’e giden petrolün %75nin Türkiye üzerinden gitmesi, bunu biraz “açıklıyor”. Konya’da İsrail’li pilotların eğitimi, daha 2016’da İsrail’li askerlerin eğitimi, MOSSADla halen süren kuvvetli kopmaz ilişkiler vb birçok ilişkiler sayılabilir. [Bugün İsrail’in insanlık dışı vahşetinin zirvesine ulaşmışken “Asiatic Island” adlı gemiyle İsrail’e İtalya’dan silah sevkiyatı yapılmak istendi. İtalyan tersane işçileri silah sevkiyatını insani bulmadığı için yapmadı. Geminin sahibinin Nevzat Kalkavan olduğu iddia edildi. Bunun şahsi bir ticari iş olduğunu düşünmek safdillik olur.] Devletlerin İsrail’e katkıları ve destekleri sistem içinde bakıldığında normal görünebilir yani devletler sistemin bir kurbanı sayılmak, suçlamalardan sıyrılmak için bir yol bulabilir fakat bu bizleri aldatmasın. Sistem o küçük çarkın yani her devletin yaptığı katkı ve desteklerle daha büyük olanı çevirmesiyle ayakta kalabilmekte.

İsrail; sistemin en kompleks yapısının işleyen siyasal kurumu olmakla farklı alanlarla ilerler: Ekonomik, İletişim-medya, Akademik, Askeri, Siyasi. Her alan kendi içinde uzayıp gider ve başlı başına bir araştırma konusudur. Bunca farklı dallar taşımasına rağmen bizi ilgilendiren şey; nasıl olur da sistemin işleyişi değişmeden, düzenli, istikrarlı, organizeli ilerlediği İsrail’i ayakta tuttuğudur. Türkiye’de post-modern teorilerin yaygınlaşmasıyla “farklı bakmak, orta yolculuk, klasik yorumların dışına çıkmak, yeni nesil böyle bakmıyor-savaş istemiyor” vb sözde üsten bakan (paranteze almaya çalışan) düşünce tarzı, İsrail konusunda da sergilenmeye başladı hem de bunca Siyonist vahşet-ötesi durumlar yaşanırken. Bu post-modern düşünceyi “İsrail’deki İsrail’li savaş karşıtı protestolar, arap-yahudi birlikteliğini vurgulayan resimler, mesajlar” vb argümanlarla desteklemekte ve öne sürmekteler. İsrail hakkında post-modern düşüncenin yaptığı en etkili illüzyonlardan biri ise; meselenin bir sistem değil, psikolojik bazen ahlaki olduğuna insanları ikna etme çabalarıdır. Dolayısıyla farklı ve farklılığı öne çıkarmak adına yapılan yönlendirmeler; sistemin varlığını, işleyişini, ilişkilerini bir paravan olarak gölgelemektedir. Bu anlayışa göre; tek tek  “Müslüman” devletlerin İsrail’e yaptığı katkıyı ve desteğini ayrıntılı örnek göstermek bile Siyonizmi “buharlaştırmak” için aslında yeterlidir.

Siyonist terör devleti İsrail (bu tabir bilimsel kabul edilmez) gözümüzün önünde kelimelere sığmayan vahşet uygulamakta. İslam İşbirliği Teşkilatı (İTT) bu vahşetler olurken ancak bir hafta sonra toplanabildi. Bu bile ne denli aciz /köle olunduğunun kanıtı. Devasa bir sistem karşısında kişi-ler ve halklar olarak çaresiziz fakat devletler sistemin parçası olarak daha kuvvetli roller üstlenmek isterken bizler onun karşısında, sistem karşısında, sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz: Sistem ne denli güçlü ve güçlendirilmiş olursa olsun zaferin Filistinlilerin olduğunu, en önemlisi Siyonizmin tarihin çöplüğüne gönderileceğini haykıracağız.