Yeni Yüzyılın Sanatını mı Yaşıyoruz

24 mins read
Refik Anadol'un New York'ta açtığı ''Makine Halüsinasyonu'' adlı ilk dijital sanat sergisi

Yeni Yüzyılın Sanatını mı Yaşıyoruz

Yeni Yüzyılın Sanatını mı Yaşıyoruz 1
Refik Anadol’un New York’ta açtığı ”Makine Halüsinasyonu” adlı ilk dijital sanat sergisi

Uzun yıllar Van’da kaldıktan sonra izlediğim ilk dijital sergi 2012 yılının Şubat ayında İstanbul Karaköy Antrepo 3’te, Van Gogh resimlerinin saydamlarından oluşan bir sergiydi.  Basın bildirilerinden serginin dijital olduğunu bilmeme rağmen yine de, Van Gogh’un orijinal bir eserinin bulunacağı umudunu taşıyordum. Tabi sonradan dijital sergilerin çoğunda gördüğümüz ve anladığımız gibi bu sergi de, mekanın duvarlarına yansıtılan dev boyutta Van Gogh resimlerinin görsellerinden ibaretti.  Gerçekte orijinal boyutları doksana altmış civarında olan resimlerdeki figürlerin yürüdüğünü, görünümlerinde trenlerin hareketlendiğini ve kendi bağlamından koparıldığını görerek bu duruma anlam verememiş olduğumu hatırlıyorum. Ancak bazıları için durum eğlenceliydi ve sanat eğlenceden ibaret olunca ilgi artmıştı ve ortalık çok kalabalıktı. Anladım ki bu sergi sanatsal bir aktiviteden ziyade izleyenlerin çoğunun ana amacının sanat eserlerinin önünde fotoğraf çektirmek olan sergilerdendi.  

Gerçekten İstanbul halkının çoluk çocuğu ile gittiği ve etkili reklamlarla tanıtıldığı için insanların akın ettiği bir sergiydi. İzleyiciler Van Gogh’un “Arles’daki Yatak Odası” resminde taburede oturuyor olarak kendi fotoğraflarının yerleştirildiği montajlı bir görsele sahip olabilmek için kuyruklarda bekliyorlardı.  Sanatı için derin acılar çekmiş olan Van Gogh’un elinden çıkan tek bir eserini sergilemeden, görselleri eğlenceli hale getirerek yansıtmak, avan-gardın  temel eğilimi olan; aslolan yaratılan nesne değil bunun algılanmasıdır anlayışına uyuyor denebilirdi. Eğer öyleyse bu durumda eser neydi? Acaba figürlerin hareketlendirilerek duvara yansıtılması, sanat eserinin yeniden üretilmesi sayılır mıydı? Yoksa artık esersiz anlayışlarda özü de aramaya gerek yok muydu?

Van Gogh dijital sergisinin üzerinden dokuz yıl geçti ve yeniden bir büyük sanal sergiyle karşı karşıyayız. Basın bültenlerinde Refik Anadol’un İstanbul’da bugüne kadar gerçekleşen en kapsamlı kişisel sergisi astronomik araştırmaların insanlık tarihindeki yerini gözler önüne seren, uzaya ışık tutan ve yeni bir bakış açısı sunan bir sergi olarak tanıtıldı. Yeni eğilimleri ve gelişmeleri anlamak çabasıyla şimdilik pek çok videosunu ve görsellerini izleyerek merakla takip ediyorum.  Henüz gitmedim ama gidenlerden aldığım yorumlar, fotoğraf almak için gelen insanlarla dolu ve çok kalabalık olduğu için gezemeden hemen çıktıkları yönündeydi. Bu yeni sergiyi sakin bir günde görmeden önce, güncel sanat açılımlarının özelliklerini, dijital eğilimler ile benzerliklerini gözden geçirmek ve sanatta yaşanan kırılmalar ile ortak noktalarını hatırlamak uygun bir hazırlık olabilir.

Refik Anadol'un New York'ta açtığı ''Makine Halüsinasyonu'' adlı ilk dijital sanat sergisi
Refik Anadol’un New York’ta açtığı ”Makine Halüsinasyonu” adlı ilk dijital sanat sergisi

 Sanatta Dijital Açılım ve Öncesi Kırılmalar

Dünyada ve ülkemizde gelişmelerin ilerlemesiyle birlikte fotoğraf ve teknoloji iş birliği daha üst düzeylere götürüldü ve dijital fotoğraf makinesi icadı ile mikroskobik çalışmalar, uzay fotoğrafçılığı, sualtı fotoğrafçılığı gibi özel alanlar geliştirilerek çok daha detaylı bir fotoğraf tekniği oluşturuldu. Bugün yeni arayışların peşinde olanlar, bu teknikleri gelişme ve araştırmalarla destekleyerek ve yepyeni üretim teknikleri ile birleştirerek etkileyici sunumlarla dikkat çekmektedir. 

Ancak günümüzdeki tanımsızlığın da üzerinde durmak lazım. Sanatın değerleri belirlendiği anda geleneğin ve tarihin bir parçası olduğu ve çağdaş sanatın buna karşı bir bilinmez alan içinde konumlanmış olduğunu düşünürsek; sürekli sınırlarını genişletmekte olmasının ve sonsuz sayıda tanımı içine alabilecek kapsamlılık kazanmasının nedenini anlayabiliriz. Bu genişlemeyi göz önünde tutarak,  ülkemizde ve şehrimizde olan dijital sergiye magazin değeri dışında kalarak eğilirsek, serginin ve sunumun, sanatın kapsam ve alanını tekrar tanımlanamaz bir alana çektiğini ve bu yönüyle hem çağdaş hem de avan-gard göründüğünü söyleyebiliriz. Hal böyle iken bu günlerde robot Sophia’nın yaptığı portre de gündemde yerini aldı ve dijital sanatları anlamlandırmak için yeni bir veri daha oluştu ve ortam zenginleşti.  Böylece çok ayrı iki dijital sanat hareketinin çok ayrı amaçlarını izleme fırsatı bulduk.  

Robotun yaptığı resmi şimdilik bir kenarda tutarak Refik Anadol’un büyüleyici bir temaşa ile izlenen sanatına dönersek; acaba bu sergide izlenenler ve sanatsal düzenlemeler tüm avan-gard sanatlarda olduğu gibi dünyada hissedilen güçlü bir rüzgar etkisiyle iz bırakmadan geçecek avan-gard yansımalardan biri midir? Yoksa dijital sanat bundan iki yüz yıl önce makinanın olanaklarıyla geliştirilen fotoğraf için söylenenlere benzer şekilde çağımızdaki yeni olanakların sanata yansıması mıdır, sorularını akla getirmektedir. 

On dokuzuncu yüzyılın sonlarındaki tartışmalara bakarsak, önce fotoğrafın sanat olduğu resmin görevinin artık bittiği ve ihtiyaç kalmadığı şeklindeydi. Ardından makine üretiminin resim gibi değerli olamayacağı dolayısıyla sanat sayılmasının mümkün olup olamayacağı şeklinde devam etti. Belki de hâlâ sanat olduğunu kabul etmeyen tutucu kimselerin varlığına rastlamak da mümkündür. Ama artık anı mühürleyen fotoğraf makinesi gelişen teknolojiyle beraber bugün herkesin kolayca ulaşabildiği, yanında taşıyabildiği, çoğaltabildiği ve bilgisayarlara aktarabildiği bir fırsata dönüştü ve bugün herkesin kendi görme biçimini yansıtabildiği, yanından ayırmadığı bir ifade aracı oldu. 

Gelişmelerin devam etmesiyle ilk sinema filminin 1913 olarak alındığını biliyoruz.  İnsanlık için pek de uzun olmayan, geçen süre boyunca sanat fotoğrafçılığının kabul edilmesi ile nihayet bu gelişmeler sanatsal fotoğraf ve film yarışmalarına uzanmıştır ve güzel sanatların bir kolu olarak kabul edilmektedir. Dijital sanatın doğuşunun on dokuzuncu yüzyılın sonlarında ortaya çıkan hareketli fotoğraf buluşlarına dayanıyor olması; teknolojik olanakların sanatın genişlemesine olan etkilerinin güçlenerek devam ettiğini göstermektedir. Dijital sanat; medya, video, interaktif sanat, bilgisayar grafikleri ve animasyonları gibi yeni medya teknolojilerini içinde barındıran güncel bir sanat türü olarak kabul ve ilgi görmektedir. Sunumu ve paylaşımı eğlenceli ve interaktif olan ve kuvvetli bir rüzgara dönüşen dijital üretim, özünde sayı ve rakamların düzenlenmesi olmasına rağmen artık sanat ile anılır olmuş ve coşkuyla kabul görmüş bir konumdadır. 

Yine de bildiğimiz klasik anlayış içinde konuya yaklaşırsak, eserin toplandıktan sonra bilgisayar belleklerinde kalması ve tescilin sunuma mı, belleğe mi yapılacağı, ayrıca izleyiciyi de   içine alması nedeniyle sinema gibi kayıtlarla korunması ve arşivlenmesi durumunda, aynı duyuları ve duyguları iletemeyeceği, bu durumda alımlama değil, malumatların söz konusu olacağını ve bağlamından kopacağını düşünmek mümkündür. Ayrıca böylesine engin boyutlu duyusal algıların oluşturduğu teslimiyet duygusu ile bireysel duyuların etkisinin zayıflayacağı ve bireyin hiçleşeceği gibi pek çok soru klasik sanat anlayışının dışındaki yeni anlayışların temellenmesini gerekli hale getirmektedir. 

Refik Anadol Sergisinin Düşündürdükleri

Basın bildirilerinden Refik Anadol’un son çalışmalarında; birçok farklı alandaki veriyi yapay zekâ programlarına işleyerek yine kamusal alanlarda sergilemeyi tercih ettiği dev projelere yöneldiğini anlıyoruz. Son zamanlarda makinelerin hafızasına, yani makinelerin verileri algılama ve düşünme biçimlerine yoğunlaşan Anadol, imza attığı projelerde görsel, işitsel, sismik, coğrafi, meteorolojik, kültürel ve akla gelebilecek her türlü veriyi aralarında NASA ve Google’ın da bulunduğu dev kurumlarla iş birliği yaparak topluyor. Sonrasında, dünyanın ve insanların yaşamını sürdürürken gayri ihtiyari oluşturduğu bu verilerle, projeye özel yazılan algoritmalarla çalışan yapay zekâ programını besliyor. Böylelikle sanatçı, içinde yaşadığımız teknolojinin ve makinelerin verileri nasıl algıladığını, yorumladığını gösteren veri heykelleri yaratıyor. Basın bildirisindeki bu bilgiler ışığında onun güncel olan her veriyi kullanarak yapay zeka gibi bir konuyu makinaların nasıl algıladığını yansıtan heykel, form ve görsellerin arayışında olması elbette çok çağcıl bir tutumdur. Bu da bu sanatı anlama yönündeki çabaları beslemekte ve ilgiyi arttırmaktadır. 

Anadol’un İstanbul’daki “Makine Hatıraları: Uzay” sergisi, gerçekten bireyin ancak düşünce boyutunda mümkün olan kavramları ve imgesinde mümkün olan görselleri içeriyor. Astronomide bugüne kadar kullanılan en gelişmiş teleskopların ‘hatıraları’ olarak da ele alınabilecek görsellerden oluşan bölümlerinde izleyicinin etkileşime girdiği enstalasyon etkileri merak uyandırıcı ve aşkın boyutta görünüyor. Enstelasyonun içinde izleyicileri küçük boyutlarda görmek; nesnelere ulu bir bütünlüğün içinde yüzüyormuş izlenimi veriyor. Birey imgenin ötesine geçiyor adeta bir somutluğun içinde duyular yerini duygulara bırakıyor. Bu duygular serginin gezilmesi durumunda yerini acizliğe mi, hiçliğe mi veya başka bir duyguya mı bırakır, gezince göreceğiz 

Refik Anadol’un büyüleyici görsellerinin bireyi erişilmez mekanlarla, ulaşılmazın tasavvuru ile baş başa bırakıyor olması durumu, bu görsellerin etkilerinin, anlamlandıramadığımız ve etkisinde kaldığımız güzel bir rüyanın ardından yaşanan heyecanlarla benzerliğini düşündürüyor. Yoksa dijital sunumların da müzik dinler gibi, gelecekte görsel duyu etkileri nedeniyle izleyeceğimiz bir ihtiyaca mı dönüşecek diye düşünmekten de kendimi alamıyorum, nasıl olsa düşünmek bedava!

Basına yansıyan bilgiler genç bir sanatçı olan Anadol’un başarılı çalışmalara imza atmış olduğunu gösteriyor. Basında yer alan ödül tekrarlarını yazmasak da, onun çalışmalarının küresel çapta pek çok ödüle değer görülmüş olmasını belirterek altını çizmeyi önemli buluyorum. 

Refik Anadol’un dijital sergisinin yarattığı rüzgarın etkilerini anlamaya çalışırken, yine genç İtalyan dijital sanatçı Andrea Bonaceto’nun resimlerinden oluşan bir program ile robot Sophia’nın resim yaptığını ve robotun sanatçı olarak tanıtıldığını öğreniyoruz. Burada robotun ne kadar yapay zeka olduğu, yaptığı resmin kime ait olduğu gibi tartışmaların zamanla mecrasını bulacağını ve bu konuda söylenen ve yazılanların oluş üzerinde hiçbir etkisinin olmayacağını, benim ilgimi de çekmediğini düşünüyor ve bununla ilgili düşünce paylaşmayı gereksiz buluyorum. Ancak burada ilgimi çeken, üzerinde durmak istediğim yeni bir gelişme var gibi; Sophia’nın yaptığı  söylenen eserin satış yöntemi, tescil boşluğunu çözecek uygun bir adım atılmış olabileceğini düşündürmektedir.

Dijital sanatta eser sunumla birlikte olduğundan sunumun bitmesi, görselin kapanması, enstelasyonun toplanması durumunda ortada maddi bir eserin kalmaması, dijital çalışmaları sanat katına çıkarmakta ifade edilmese de soru işaretiydi. Öyle görünüyor ki, Sophia’nın dijital ortamda oluşturduğu ve ‘takas edilemez jeton’ olarak çevrilebilen ‘Non-Fungible Token’ yani NFT formundaki bu ilk sanat eserinin, yapay zeka yardımıyla ortaya çıkarılmış eserlerin satışı açısından da bir ilk olma niteliği taşıdığı bilgisini öğreniyoruz. Bu durumda bir dijital eserin gerçek olduğunun doğrulanmasına yardımcı olan bu gelişmeden plastik sanatlarda onay belgesi ve kimlik yerine geçen epiveron benzeri bir belgenin oluştuğunu ve böylece eserin varlığı sorununun çözüleceğini anlıyoruz. Ancak bu eserler bildiğimiz plastik sanatlar gibi değil ama belki, görsel sanatlar gibi arzu edince izleyebileceğimiz, film, video ve belki kitap gibi açıp kapatabileceğimiz eserler grubunda yeni anlayış ve oluşumla yerini alacak gibi görünüyorlar. 

Son Söz Yerine

Sanatın, oluşunu etkileyen her yeni icatla ve her yeni eğilimle kapsamlılık kazandığını ve pek çok sanat tanımını içine alarak genişlemeye ve derinleşmeye devam ettiğini görüyoruz. Bu da bizde sanatsal üretimdeki yeni teknikleri ve eğilimleri anlamlandırma ve izleme gereğini hissettiriyor. Sanatı sadece eğlenceden ibaret görme kolaycılığına düşmemek ve sanatla olan bağımızı korumak ve geliştirmek de yeni sanatı mümkün olduğunca anlamayı önemli hale getirmektedir. 

Burada geçici ve kalıcı olma durumu ile ilgili belirsiz konulara cevap arayamayacağımıza göre; öncülük durumuyla ilgili olarak avan-gard sanatla benzerlikleri üzerine düşünebiliriz. Bunun için ilk başlarda geçici görünse de kalıcı olan bir sanatçıyı hemen analım. Önceleri kalıpçı (toplumcu-Gerçekçi) yaklaşıma karşı olduğu için avan-gard bir sanat olarak nitelenen Rus Maleviç’in resimlerini hatırlayalım. Maleviç suprematist yaklaşımıyla geçici olmaktan çok kalıcı mutlak değerleri metafizik bir yaklaşımla ele almıştır ve onu avan-gard tanımına sokmak zordur. Buradan sanat ile ilgili yorumların ve sanatı yönlendirme amaçlı tavırların her zaman etkili olmadığını, yönlenmenin doğrulardan çıkmadığını ve algılanan kapsama göre içerik kazandığını ve sanatın adeta canlı bir organizma gibi oluştuğunu anlayabiliriz. 

Bu durumda sanat ile ilgili açılımlar söz konusu olduğunda itinalı yorumlarımızın, varsa bedeller ödediğimiz klasik sanatsal uygulamalarımızın, kültür ve sanat adına inandığımız her neyse onların tümüne yaslanmanın; kendimizi konumlandırmak ve çağı anlamak  için yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Bugün küresel etkisi olan pek çok olgunun gerçekleşmesini, küresel etki oluşturma tasası taşıyan ve sanata önem veren toplumların sanat yoluyla sağladıklarını görmezden gelemeyiz.

Mukadder Özdemir Balakoğlu

Sanat eğitimi uzmanı.  Yıldız Teknik Üniversitesi Temel Eğitim Bölümünde Öğretim Görevlisi. Alanında “Sanat Eğitiminde Duyusal Algı ve Estetik” ve “Duyusal Algı Eğitiminde Resim Uygulaması” adlı kitapları vardır. Bazı resimleri bazı özel kolleksiyonlarda bulunmaktadır.


Fatal error: Uncaught TypeError: fclose(): Argument #1 ($stream) must be of type resource, bool given in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php:2386 Stack trace: #0 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2386): fclose(false) #1 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2146): wp_cache_get_ob('<!DOCTYPE html>...') #2 [internal function]: wp_cache_ob_callback('<!DOCTYPE html>...', 9) #3 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/functions.php(5420): ob_end_flush() #4 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(324): wp_ob_end_flush_all('') #5 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(348): WP_Hook->apply_filters('', Array) #6 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/plugin.php(517): WP_Hook->do_action(Array) #7 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/load.php(1270): do_action('shutdown') #8 [internal function]: shutdown_action_hook() #9 {main} thrown in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php on line 2386