/

Geç kalmış bir Atatürk’ü anma yazısı

11 mins read
atatürk_anma_yazısı

Geç kalmış bir Atatürk’ü anma yazısı

Geç kalmış bir Atatürk'ü anma yazısı

Bugün 11 Kasım 2020… Bu yazıyı dün 10 Kasım’a hazırlamıştım fakat bazı aksiliklerden, dolayı hazır olamadı. Benim Atatürk’ü anma yazım da bir gün gecikmeli oldu. Olsun… Herkes yazacağını yazmış, konuşacağını konuşmuşken ve ortalık sakinken olması belki daha iyidir.

Okumaya devam et: 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda Evde Yapabilecek 14 Etkinlik

Hemşireler olarak “Bizler önce kendimiz, değerimize inanalım!”

Atatürk ile yolculuğum ilkokulda başladı. Çoğu insanın olduğu gibi… Yıl içinde olan bayramlar hariç derslerimizde yaptıkları anlatılırdı. Bayramlar özellikle saygıyla anıldığı rituellerdi. 10 Kasım’ı ise sevmezdim. Çünkü ölüm yıl dönümü; bütün o zaferleri, bütün başlangıçları gölgelemeye çalışır gibi, gelirdi. 10 Kasımlar; hep puslu, hep boğuk bir havada olurdu zaten. Olumsuz duyguları çağrıştırırdı.

İlkokuldaki atmosferden dolayı Atatürk, benim kahramanımdı. O, bütün dünyaya karşı  ihtişamlı Bandırma Vapuru’na binerek mücadeleyi başlatmış, güç ve kudretiyle bütün savaşları tek tek kazanmış, ülkemizi kurtarmıştı. Yetmemiş; yeni devlet, yeni bir millet inşa ederek gericiliği kovmuş, çağdaşlığı getirmişti. Çocuk olduğum için onun yaşadığı zorlukları anlayabilmem imkansızdı. Kahramanlar zaten başarırdı. Bunun nasıl ve ne biçimde olduğu, o zamanlar algılayabileceğim bir durum değildi.

Bu durum gençlik yıllarımda değişmeye başladı. Biraz da gençliğin verdiği asilikle her şeye isyan ettiğim gibi Atatürk’e de isyan ediyordum. 28 Şubat’a denk gelen bu dönemde  muhafazakar bir ailede yetişmemin de etkisiyle pek de ilkokuldaki gibi kahraman olarak görmüyordum artık onu. Sorgulamak değildi aslında benimki. Keşke sorgulamak olsaydı. Sadece yargılamaktı… Yaşananların neden olduğunu, o zamandaki şartları değerlendirmeden yargılamaktı. Düşüncem, Atatürk’ün çok şey başardığı ama bir yandan da çok şeyin zarar gördüğü yönündeydi. Milletin geçmişiyle bağları kesilmeye çalışılmış, İstiklal Mahkemeleri’nde insanlar yargısız infaz edilmişti. Ben Giresunluyum ve Topal Osman’ın ölmesinden dolayı eskiler, Atatürk’ü sorumlu tutarlardı. Giresun’daki yaşlı insanlar Atatürk’ü pek de iyi duygularla anmazlardı. Bunlardan biri de babaannemdi. Bunu, bana ilk söylediğinde büyük bir şok yaşamış çocukluğumun kahramanına ilk darbeyi almıştım. Tam bir hayal kırıklığı… Sonra yine babaannem Arapça duaları doğru dürüst bilmez, bize duaları doğru okuyup okumadığını kontrol ettirirdi. Namazı kabul olmayacak diye üzülürdü. Suçlu yine Atatürk’tü. Arapça dua öğrenmeyi yasaklamıştı. Sonra babamdan büyük dedemin kurduğu medresenin yıkılmasında, Tevhidi Tedridat Kanunu’nun neden olduğunu, öğrendim. Büyük dedemin son kitapları bir eşeğe yüklenmiş ve meçhule doğru yol almıştı. Olayları, yaşanan sonuçlarından ve çekilen acılar üzerinden değerlendiriyordum. Nedenselliği ve gerçekliği hakkında en ufak bir fikrim yoktu.  Bir de Kürt kökenli bir arkadaşımın dedelerinin İstiklal Mahkemeleri’nde yaşanan hikayeleri, bu düşüncelerimin üzerine tuz biber olmuştu. Çocukluğumdaki kahraman, gözlerimin önünde yok olup gitmişti. Kemalistlerin de 28 Şubat döneminde kendilerini ülkenin seçkini sayıp, bizim gibi Anadolu insanlarını aşağılamaları, Atatürk ile arama mesafeleri iyice artıran durumlar oldu. Ama suç sadece onlarda mıydı? Tabi ki değildi. Başkalarının var ettiklerini değil bizde olana bakmalıydık. Başkalarının bana gösterdiği Atatürk’ü değil; beni değiştiren, dönüştüren Atatürk’ü anlamalıydım. Bunu anlamak için zaman geçmesi gerekiyordu. 

İnsan hayatın zorluğunu anlayınca, başka yaşanan olayların o kadar da kolay olmadığını anlıyor, yaşadıkça tecrübe ediyor. Atatürk’ün babasını küçük yaşta kaybetmesine rağmen bir yetim çocuk olarak askeriye de başarı göstermesinin hiç kolay olmadığını artık anlıyorum. Kurtuluş Savaşı’na başlamadan batıyı da görmüştü doğuyu da. Oralarda yaşamış, savaşmış, tecrübe etmişti. Yani onun liderlik vasfı sadece mizacından değil, yaşanmışlıklarından da geliyordu. İlkokulda hayal ettiğim şanlı Bandırma Vapuru aslında zar zor bulup buluşturularak ayarlanmış, o dönem için meçhule giden bir vapurdu. O vapura kim binebilirdi. Ancak Atatürk… Havza’da mücadeleyi başlatmadan önce hastaydı, her şey belirsizlik içindeydi. Kim bu durumda böyle bir yola çıkabilirdi? Ancak Atatürk… Kazım Karabekir “Benim ordularım hizmetinizdedir.” demeden önceki psikolojiyi düşünebiliyor musunuz? Eğer tersi olsa bugün bunları konuşmuyor olurduk. Bu psikolojiye dayanıp, yöneten kim olabilirdi? Ancak Atatürk… Samsun’dan Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar yoksul Anadolu’da verilen mücadelelerin tek lideri kim olabilirdi? Ancak Atatürk… Biz gerçekleşmiş tüm zaferleri ve devrimleri kelimelerle yazıyoruz veya konuşuyoruz. Ama olan bu olayların hepsinde büyük bir var oluş çabası, bir destan var. Mücadele, zafer, var oluş kelimelerinde; Atatürk’ün insanüstü inancı ve emeği var. Bize düşen bütün bunları kim başarabilirdi sorusuna “Ancak Atatürk yapardı!” demek, düşer. 

10 Kasım 2020’deyiz. Bugün Atatürk daha iyi anlamaya çalışıyorum. Anladım artık, demek yanlış olur. Bu yolculuk devam edecek… O, Türkiye’yi kendi özünden var etmeye çalıştı. Bize özgüven aşıladı. Kendimize inanmamız gerektiğini vurguladı. Millet olmanın önemini işaret etti. Bizi geriye götürecek şeylere değil ileriye taşıyacak ilkeleri benimsememizi istedi. İleriyi vurgulaması, gökyüzünü işaret etmesi hep bu yüzden… Öyle değil midir, zaten. Geçmiş bizim dayanağımızdır ama gelecek bizi bekler. Atatürk’ün istediği, gelecek nesillerin daha iyi olmasıydı. Şimdi bu nesile yakışan dijital çağın devrimcileri olmaktır. 

Şimdi özgüven kırıcılar “Biz mi yapay zeka üreteceğiz? Bizim ülke mi uzaya gidecek?” diye,  bize yakıştıramayacaklar. Sürekli moral bozup kendimize inanmamızı engelleyecekler. Yani Atatürk’ün tam tersini yapacaklar. Devletin nimetlerinden yararlanıp, konforu yerinde olan ve hala şikayet eden, üstüne bir de Atatürkçü geçinen, şevkli insanların şevkini kıran insanlara asla itibar etmeyin. (Bu değindiğim insanlar sadece bir kesimden değil, her görüş ve düşünceden mevcut.)  Atatürk nasıl yok olmaya ramak kalmış bir milleti ayağa kaldırdıysa, nasıl buna inandıysa; şimdi de biz, bütün bunları başarabileceğimize inanmalıyız!

Esen Güney

Esen Güney Married She has a son and was born in Giresun. She lives in Istanbul. Since 2014, she has been working as a writer and publication editor at fikrikadim.com. She has published essays, stories and interviews. He still continues to write and conduct interviews.

Leave a Reply

Your email address will not be published.

Comment moderation is enabled. Your comment may take some time to appear.