/

Dr. M. Genco Erdem: Dünyaya Yüz Defa, Bin Defa Gelsem Hepsinde de Hekim Olmak İsterim

29 mins read

Bugün 14 Mart Tıp Bayramı. Depremde, savaşta, salgında insanlara el uzatan hekimlerimizin günü. Son yıllarda üst üste yaşanan olaylar ve en son yaşadığımız  büyük deprem gösterdi ki bu meslek çok değerli. Değerini bilelim… Dr. M. Genco Erdem’de o hekimlerden bir tanesi. Kendisi  İSÜ Medicalpark Gaziosmanpaşa Hastanesi’nde  İç Hastalıkları uzman hekimi olarak görev alıyor. Aynı zamanda Beykent Üniversitesi Tıp Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanlığı yapıyor.  Bu 14 Mart’ı biz, bir dahiliye hekiminin ve bir akademisyenin bakış açısıyla ele almak istedik ve sorularımızı ona göre yönelttik. Umarız tıp okumak isteyen pek çok gence yol gösterici olur. İyi okumalar…

Hekimliğin tanımını yapacak olsanız kendinize özgü olarak nasıl tanımlarsınız? Sizin için ne anlam ifade edersiniz? 

Hekim, hastalıkların tanısını koyup tedavisini yapan olduğu kadar sağlığın da sürdürülmesini sağlayan, günün her anında işi gücü insan olan kişidir. İnsanları iyileştirebilme isteği ve yetisi, bu uğurda harcanan çaba göz önüne alındığında; paha biçilemeyecek kavramlardır. Ancak iyileştirdiğiniz bir hastanın kimi zaman gülümsemesi kimi zamansa ettiği hayır duası, verilen tüm emeğe değdiğini hissettirir. 

Dünyada insandan başka hiçbir varlık, kendi türü önünde karnını açmaz. 

Siz hiçbir aslan önünde karnını açıp uzanan bir başka aslan gördünüz mü? Karnını açığa çıkarmak, bir canlının en zayıf hissettiği andır. Sadece insanoğlu, hekim önünde karnını açar. Mesleğin bize yüklediği büyük sorumluluk, tek başına bu hareketten bile anlaşılabilir. 

Hekim, insanın canı ile uğraşır. Ulu önder ATATÜRK‘de bu konuyu “ Bu doktorlar insana adeta can veriyorlar. ” sözleri ile tarihe kazımıştır.

Benim için hekim olmak vazgeçilmez bir tutkudur. Öyle ki dünyaya yüz defa, bin defa gelsem hepsinde de hekim olmak isterim. Rahmetli hocam Dr. Ratip Kazancıgil “ Hekimlik, tanrı çıraklığıdır. ” derdi. Belki de beni büyüleyen, en güzel tanımı budur mesleğimizin…

Sizin için tıp okumak bilinçli bir tercih miydi yoksa üniversite tercih sürecinde mi karar verdiniz? 

Ben, kendimi bildim bileli hekim olmak istedim. Çocukken çok sık hasta olurdum. Hastanelere her gittiğimde, koridorlarda hızlı hızlı yürüyen hekimlere imrenerek bakardım. Yıllar geçti ve mesleğe büyük bir heyecan ile adım attım.

Dahiliye hekimi olarak daha çok hangi alanlarla ilgileniyorsunuz?

Branşımız erişkin insan vücudundaki sistemleri ve bunlara ait hastalıkları inceleyen bir bilim dalıdır. Dolaşım, boşaltım, sindirim ve bağışıklık sistemi hastalıkları, hormonlar ile yönetilen metabolik olayların neden olduğu hastalıklar, kan hastalıkları ile romatizmal hastalıklar odaklandığımız başlıca konulardır. Bunların yanı sıra kalp ve akciğer hastalıkları ile sinir sistemi hastalıkları da birincil olmasa da metabolizma üzerindeki ortak paydaşları nedeniyle ilgilendiğimiz diğer konulardır.

Tıp biliminin içinde dahiliye alanı nasıl bir yer kaplar? Önemi nedir? 

Dahiliye, tıbbın temelidir. Erişkin hastaların tüm sorunları ile ilgilenmek dışında, özellikle birden fazla kronik hastalığı olan hastaların bakımlarının yönetiminde orkestra şefi görevi yapan bir bölümün mensubuyum. Değerli hocam Prof. Dr. Tufan Tükek’in sık sık söylediği üzere “Dahiliye, her şeydir. ”

Uzman olmak isteyen hekimler, neden dahiliye alanını seçsinler? 

Tek bir organ sistemi üzerine eğilmektense, hastayı bir bütün olarak ele almak isteyen, problem çözmeyi seven, tıp fakültesinde öğrendiği bilgilerin çoğunu meslek hayatının genelinde kullanmayı arzu eden meslektaşlarım gönül rahatlığıyla dahiliyeyi tercih edebilir. Hastaneye dahili bir şikayetle başvuran hastaların %95’inin derdine bir dahiliye uzmanı derman bulabilir. Dahası belli bir konuda daha fazla uzmanlaşmak isteyen uzman hekimler gastroenteroloji, nefroloji, hematoloji, romatoloji, yoğun bakım, geriatri, onkoloji, endokrinoloji gibi yan dallara geçiş yaparak öğrenme açlıklarını yatıştırabilir.

Dr. M. Genco Erdem: Dünyaya Yüz Defa, Bin Defa Gelsem Hepsinde de Hekim Olmak İsterim 1
Dr. M. Genco Erdem – Beykent Üniversitesi Tıp Fakültesi
Dr. Öğr. Üyesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanlığı yapıyor.

Çalışırken acil durumlarla, kriz anıyla veya kritik bir karar verme süreciyle pek çok kez karşılaşmışsınızdır. Böyle durumlarda nasıl bir tavır alırsınız? Genç meslektaşlarınıza bu konuda vereceğiniz öneriler nelerdir? 

Acil durumlarla başa çıkabilme becerisi birden fazla faktöre bağlıdır. Bilgi, bunların en önemlisidir. Bilen hekim, bilmeyene göre daha sakin kalabilir. Bir diğer faktör ise tecrübedir. Hekimlik sanatını uzun süre icra etmiş tecrübeli hekimler, acil durumlar ile daha fazla karşılaştıklarından daha soğukkanlı davranabilir. Son olarak bazı kişiler, çevresindekilerden her koşulda daha soğukkanlıdır ki bu doğuştan gelen bir yetenek sanırım. Dolayısıyla benim genç meslektaşlarıma önerim: Sıkı çalışma ve bol pratiktir. Tıp öğrencisi iseniz, temel bilimler başta olmak üzere ders kitaplarınıza sıkı sarılın. Acillere giderek hekimleri, hemşireleri, yardımcı personelleri ve hastaları gözlemleyin. Asistan hekimseniz takip ettiğiniz hastalarınızın hastalıklarına dair hemen her şeyi okuyun. Bilgi ve tecrübe, bir araya geldiğinde her kapıyı açar… 

Siz genç hekim adayları, dünyanın en kutsal mesleğini yapacağınızı bilin. Bu mesleği yaparken zorlanacağınız, çıkış noktası olmadığını düşündüğünüz anlar olacaktır. Ancak umudunuzu asla kaybetmeyin…

Bu zamana kadarki mesleki yaşantınızdan yola çıkarak hastalarınızı düşündüğünüzde aranızdaki bağ nasıl? Hastaların sizi zorladığı taraflar oluyor mu? Bunun yanında sizin rahat çalışmanızı sağlayan tarafları neler? 

Hastalarımı çok sahiplenen bir hekimimdir. Bu bazen tatlı sert diyaloglar yaşamamıza neden olabiliyor. Göz göre göre sağlığını hiçe sayan, diyetini bozan, ilaçlarını aksatan hastalarımı kendilerine gerekli önemi vermedikleri için uygun dille ikaz etmekten kaçınmam. Başardıkları sağlık hedefleri ile de onlar kadar mutlu olurum. Örneğin; şeker hastası olan bir hastam, üç aydan üç aya hemen her günü tatlı yiyip, üstüne de ilaçlarını almadığını ve eş dost önerisiyle “doğruluğuna dair bilimsel kanıtlar olmayan” tedaviler uyguladığını itiraf ettiğinde kulaklarımdan ateş çıkmaya başlar. Kendi benliğini ve vücudunu önemsemeyen hastalar ile aramızda oluşan gerilime pabuç bırakmam. Tedaviye yeniden başlama isteği olan herkese destek olurum. Sağlıklı yaşam tarzının bir amaç değil, olması gereken davranış biçimi olduğunu anlayan, gereksiz ilaç kullanmak istemeyen, gerektiği zamanda disiplinli şekilde tedavi planına uyan hastalarımlaysa da pamuk gibi bir ilişkimiz vardır… 

Hekimliği ve öğretim üyeliğini bir arada yürütüyorsunuz. Bu iki zorlu alanı yürütmeyi nasıl başarıyorsunuz? Bu alanlar birbirini nasıl besliyor? 

Yaklaşık 7 yıldır sağlık alanındaki lisans öğrencilerine ders veriyorum. Son 4 yıldır ise tıp öğrencilerine dâhiliye öğretiyorum. Öğretim üyeliği ya da daha geniş söylersek akademisyenlik, bir hekimin bilgilerinin taze, zihninin ise zinde kalmasını sağlıyor. Hekimlik tecrübesi ise verdiğiniz dersi yaşadığınız örneklerle zenginleştiriyor. Bu da dinleyen genç hekim adaylarının hem derse odaklanmasını, dersten keyif almasını destekliyor hem de dersin akılda kalıcılığını artırıyor. 

İki iş birbirinden çok farklı olsa da benzer yanları da yok değil. Mesela her ikisi de adanmışlık ve doğru hazırlık gerektiriyor. Günümüz Z kuşağına ders anlatmak, ellerinin altındaki internet ile bilgi denizinde rahatlıkla yol alan bu topluluğun karşısına öğreten insan pozisyonunda çıkmak kolay değil. Bunu iyi bir ön hazırlık ve (sanırım) anlatmayı çok seven yapımla aşıyorum. Her şeyden önemlisi öğrencilerime (hastalarıma olduğum gibi) dürüst oluyorum. Bilmediğim bir konuda soru gelirse bilmediğimi, belirtiyorum. Bir kişi her şeyi bilemez ancak doğru bilgiye ulaşma yollarını bilirse eninde sonunda merak ettiğini öğrenir. Bizim öğretmen ve de hekim olarak sorumluluğumuz karşımızdaki insana doğru bilgiyi vermemizdir. Gereksiz ego yaparak, her şeyi bilen insan rolü oynayanlar, saygınlıklarını kaybetmeye mahkumdur.

Hem sahada çalışarak hem de tıp eğitiminde yer alarak alanı, bir bütün olarak görebiliyorsunuz. Böyle baktığınızda iyi yapılanlar neler, eksik aksak işleyen taraflar neler?

Türkiye’de ve dünyada tıp eğitiminin asgari eğitim gerekleri belli olsa da en iyi model üzerine hala beilrgin tartışmalar mevcut. Benim naçizane fikrim; iyi bir temel eğitim üzerine, öğrencinin üçüncü sınıftan başlayarak, kliniklerde hasta ile buluşturulmasının önemli olduğudur. Bu sayede yeni mezun hekimler, mesleğe adım atarken bocalamayacaktır. Oysa ülkemizde halen tıp fakültesi boyunca hemen her branşta, asgari yeter sayıda hasta görerek veya daha da acısı göremeyerek mezun olan hekimler mevcut. Bu durum hekimlerin yetersiz klinik pratik ile hasta bakmaya başlamalarına neden oluyor. Dolayısıyla yeni mezun bir hekim için özgüven sorunu doğuruyor. Yeni mezun hekimi daha donanımlı sahaya sürebilecekken “ İşe başlasın, nasıl olsa sahada öğrenir. ” demek akılcı gelmiyor bana. Bu yanlışı düzeltmenin yolu tıp fakültelerinin daha sıkı ve daha akılcı denetlenmesi; yeterli temel ya da klinik bilgiden her ne sebeple olursa olsun mahrum kaldığı anlaşılan öğrencilere destek olunması; bu açıklarının gerekirse eğitim araştırma hastanelerinin imkanları da kullanılarak kapatılmasına yardımcı olunmasıdır. Devlet ya da vakıf üniversiteleri fark etmeksizin tüm öğrencilerin aynı gemide olduğu unutulmamalıdır. Sonuçta tüm bu okulların öğrencileri hekim diploması alacak ve her yeni mezun hekimin, uğraşısı insan olacaktır. Tıp eğitiminde en önemli önceliğimiz bu olmalıdır.


[su_posts posts_per_page=”1″ tax_term=”395″ tax_operator=”AND” offset=”1″ order=”desc” orderby=”none”]


Öğretim üyesi olarak hangi alanlarda dersler veriyorsunuz? Öğrencilerle ilişkiniz nasıl? 

Uzunca bir süre sağlık bilimleri fakültesindeki öğrencilerime “hastalıkların patofizyolojisi” dersini verdim. Bu sene itibariyle o bayrağı daha genç akademisyenlere devrettim. Şu an sadece tıp fakültesinde, kendi branşım olan dahiliye derslerini veriyorum. Öğrencilerle ilişkim benim açımdan soracak olursanız mükemmel

Onlardan her gün yeni bir şey öğreniyorum. Birlikte güzel zaman geçiriyoruz. Hem anlatmaktan hem de dinlemekten keyif alıyorum. Anne ve babanın; bebeklerinin her yeni hareketini gördüğünde gülümseyip, gururlanması gibi hisler yaşıyorum öğrencilerimin özellikle klinik bilimlere başlarken verdikleri tepkileri gördüğümde….

Sizce gençlerimiz tıp eğitimini tercih ederken doğru değerlendirebiliyorlar mı? Kendilerine uygun bir meslek olduğunu nasıl anlayabilirler? 

Bu sorunun cevabını bilmiyorum çünkü 44 yaşında olan ben dahi hâkim olmadığım konularda karar vermekte zorlanırken, 16-18 yaşındaki gençlerin tüm hayatlarını etkileyecek olan meslek seçimini isabetli yapıp yapamayacaklarına emin değilim. Çocuklarının hekim olmasının, çevremdeki pek çok anne babanın içten temennisi olduğunu görüyorum ancak çocukların bunu isteyip istemediğini ya da bu mesleği yapabilecek yetide olup olmadığını sorgulayan ebeveynler maalesef hala azınlıkta. 

İnsanlara yardım etmeyi, okumayı, devamlı araştırmayı, gelişmeyi seven; insanların özel alanlarına girmekten rahatsız olmayan; yaptıklarının maddi ve de özellikle manevi karşılığını alamasa da ortalama üstü bir motivasyonla işe devam edebilecek; temel insan haklarının iyileştirilmesi için mücadele ederken, yöneticiler tarafından “giderlerse gitsinler” denerek örselenen ve buna rağmen mesleğe devam edecek kadar geniş sabrı olan; analitik düşünmeyi becerebilen gençlerin yapabileceği bir meslektir hekimlik….

Kendi ailenize veya kendi hobilerinize yeterince zaman ayıramamak hekimlerin muzdarip olduğu konulardan biridir. Bu yoğun tempoda siz bu gibi sorunları aşabiliyor musunuz? 

Uzunca bir süredir iki ayrı üniversitede ders veren, bir tıp fakültesinin iç hastalıkları bölümünün anabilim dalı başkanlığını yürüten, eş zamanlı olarak haftanın altı günü oldukça yoğun şekilde hasta gören bir hekim olarak, aileme istediğim kadar vakit ayırabildiğimi düşünmüyorum. Zaman zaman sağlığımın idamesi için dinlenmem gereken süreden eksilterek ailemle daha fazla birilikte olmaya çalışıyorum. Onların da ara sıra haklı serzenişleri olsa da bu mesleğin doğası gereği sürecin şimdilik böyle ilerlediğinin farkında olduklarından, stabil şekilde ilerliyoruz.

Bir hekim olarak İstanbul’da çalışmanın ne gibi zorlukları var? Bunun yanında kozmopolit bir şehirde çalışmanın size kattığı vizyon nelerdir? 

İstanbul gibi büyük bir şehirde çalışan her hekim, yoğunluktan bunalmıştır. Hekimlik,  mümkün olduğunca uzun süre dikkatli olmayı gerektirdiğinden; olması gerekenden kat be kat fazla iş yükü, benim, meslektaşlarımın ve tüm sağlık çalışanlarının yıpranmasına neden oluyor. Özellikle ev ile iş arasındaki mesafenin fazla olması ve yoğun trafik, yıpranmanın diğer sebeplerindendir. Türkiye’nin en kalabalık ve göz önünde olan şehri olması nedeniyle var olan hayat pahalılığının daha da belirgin hissedilmesi de İstanbul’da çalışmanın zorluklarından biridir. 

Böyle bir metropolde çalışmanın en büyük artısı, pek çok teknolojik olanağın hemen hemen ilk defa burada ulaşılabilir olmasıdır. Tıbbi teknolojiler yanı sıra kongre ve seminerlerin de cazibe merkezi olan bu şehirde sık olması avantajlarından biridir. Ruhu besleyici sanat aktivitelerinin varlığı da cabası. Ayrıca  “denizin varlığı” en önemli artısıdır. Her sokaktan görünmese de çocukluğumun geçtiği bu şehirde denizin ulaşılabilir olduğunu bilmek, bana her zaman iyi gelmiştir.

Sağlıkta şiddet olayları ne yazık ki yaşanıyor. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz? 

Yalnızca az gelişmiş, vahşi ve barbar organizmalar, kendilerine şifa dağıtan elin sahibine saldırır. Yaralar veya öldürür. Dünyada ve özellikle Ortadoğu’da okumuş diye adlandırılan (hatta kutuplaştırılan) meslek sahiplerine yönelik giderek artan bir öfke var. Kanımca bu öfkenin yegâne sebebi, gelir dağılımındaki eşitsizliktir. Yöneticiler yıllarca gelir dağılımındaki eşitsizliğin sebebinin kötü yönetilen ekonomiler değil de okullu kesimin gereğinden fazla kazanması olduğuna halkı inandırmaya çalıştı ve bunda maalesef başarılı oldu. Bu sürecin yol açtığı, kendinden farklı olan herkese ve her şeye karşı gelişen öfke; en çok, yıllarını insanlara şifa dağıtmaya adamış, içlerinde fazlasıyla merhamet ve şefkat barındıran sağlık çalışanlarını etkiledi.

Bir hekime; hastası öldü, diye saldıran hasta yakını unutmasın ki hiçbir hekim hastasını kaybetmek istemez. O da en az hasta yakını kadar üzülür bu kayıba…

Sahte rapor vermedi, diye boğazına bıçak dayanan meslektaşlarım oldu. Sanırım başka hiçbir meslek grubundan hekimlerden istendiği kadar rahat evrak sahteciliği istenmiyordur.

Şiddet hiçbir koşulda meşrulaştırılamaz ve rasyonelleştirilemez. 

Bu yaşanan şiddet olaylarını yurtdışında anlatmaya çalıştığımızda hiç biri duyduklarına inanamıyor. Bu sürecin çözümü eğitim ve ertelenmeden ivedi olarak uygulanan caydırıcı cezalardır. Pek çok ülke bu tarz şiddet girişimlerine bırakın girişmeyi, yeltenenleri dahi sosyal güvenlik haklarını ellerinden alıyor. Yapılması gereken budur. 

Bu mesleğe yıllarca emek vermiş bir hekim olarak 14 Mart Tıp Bayramı’nda toplumdan  istekleriniz, beklentileriniz nelerdir? 

Biz hekimlerin içinde bulunduğumuz koşullar ne olursa olsun, her zaman elimizi taşın altına koyacağımızdan ve görevimizi mükemmel şekilde yapmak için çalışacağımızdan kimsenin kuşkusu olmasın. 1915 yılında Çanakkale Savaşı’na giden birinci sınıftaki tıbbiyelilerin tümünün Anafartalar ve Conkbayırı’nda şehit olması ve 1921 yılında Mektebi Tıbbiye-i Şahane’nin mezun verememesi bunun en net örneğidir. 

Geçtiğimiz 20 yıla bakıyorum: Mutluluktan havalara uçtuğum anlarım oldu. Yorgunluktan hastane formamla uyuyakaldığım, üzüntüden gözlerim kuruyana dek ağladığım anlarım da oldu. Ancak her an bu kutsal mesleğin bir ferdi olduğuma şükrettim. 

Toplumdan yegane beklentim, hepimizin bu ülkenin ferdi, dağı, taşı, ormanı, ağacı, ırmağı ve balığı olduğumuzu hatırlamalarıdır. Biz hep birlikte Türkiye’yiz. Artık şiddeti konuşmak zorunda kalmamalıyız; “Nasıl daha donanımlı hekimler, sağlık çalışanları yetiştirilir? Ülkemizin sağlığı nasıl daha yukarıya, muasır medeniyetler seviyesine çekilir? ” sorularına cevap aramalıyız.

Geçmişte hekimlik yapmış olan değerli hocalarımın, abi ve ablalarımın,  hali hazırda yapan sevgili meslektaşlarımın ve ileride yapacak olan değerli öğrencilerimin tıp bayramını kutluyorum. İnsanlık varoldukça yaşayacak olan bu mesleği gurur ve iç huzuru ile yapacak nice yıllar diliyorum…

Esen Güney

Esen Güney Married She has a son and was born in Giresun. She lives in Istanbul. Since 2014, she has been working as a writer and publication editor at fikrikadim.com. She has published essays, stories and interviews. He still continues to write and conduct interviews.


Fatal error: Uncaught TypeError: fclose(): Argument #1 ($stream) must be of type resource, bool given in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php:2386 Stack trace: #0 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2386): fclose(false) #1 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2146): wp_cache_get_ob('<!DOCTYPE html>...') #2 [internal function]: wp_cache_ob_callback('<!DOCTYPE html>...', 9) #3 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/functions.php(5420): ob_end_flush() #4 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(324): wp_ob_end_flush_all('') #5 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(348): WP_Hook->apply_filters('', Array) #6 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/plugin.php(517): WP_Hook->do_action(Array) #7 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/load.php(1270): do_action('shutdown') #8 [internal function]: shutdown_action_hook() #9 {main} thrown in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php on line 2386