Batıda Bir Kara Kafa II (iki-2-Yepisyeni)

31 mins read
1
Batıda Bir Kara Kafa II (iki-2-Yepisyeni)
+18 (Muhafazakârlara göre değil)
 
Bütün bir ömrüm o geceye feda olsun. İçimde çağlayanlar akıyor, pınarlar kaynıyor. Uçuyorum yükseklere, sonra şelale gibi düşüyorum halıya. Kadife gibi sulara karışıyorum. Biçimsiz bedenim şair olmuş şiir yazıyor sabaha kadar. Sular seller gibi konuşuyorum. İçimdeki beyefendi yok, senyör, bozkır majesteleri, hünerlerini sergiliyor yatakta. Gizli yeteneklerim, o ana kadar farkına varamadığım inceliklerim sarmaşık gibi o güle sarılıp yükseldi saatler boyu.
 
Birkaç gün önce sabah kahvaltısında olağanüstü bir durum vardı. Ne oldu diye sordum Çemişgezek Bayisine. Abi o yaşlı hacıağa vardı ya, eeee, kalp krizi geçirmiş, hastanede imiş, diyor. Holding temsilcisi bizi denetlemekle, aşırılıklara kaçıp sorun çıkarmamızı önlemekle görevli. Nasıl bir halt yemişse o gece epey sıkıntı çekmiş. Allahtan bu işlerde deneyimli, yol yordam biliyor da rehberimiz, bizim hacıağanın olayını bir skandal doğmadan halletmiş. Otelden hastaneye taşımış çapkın yaşlıyı, kadına vizitesini ödeyip parmağını dudağına götürüp sus işareti vermiş. Bizler de manalı manalı susuşup bakıyoruz birbirimize.
 
Gezi grubunda bütün olayımız buraların karılarının ne kadar güzel olduğuna dair konuşmalardan öteye gitmiyor. Muhafazakâr taşra esnafı kültürel gezileri sever. Hele ki böyle beleş turları. Bütün Türkiye’den 20-30 esnaf seçilir her yıl. Temsilci gruptan ayrılanı, tek başına kaybolup bilinmedik yerlere gidenleri hoş görmez. Sürekli gözlerini korkutur. Benim gibi kotayı aşan yok aralarında. Kıdemli sayılırım, aşmışım bir çok şeyi.
 
Herkes heyetin bir parçası, grubumuz bir araya gelmiş Anadolu tosunu. Heyetin kafası yani beyni olanlar var. Gövdesi, eli, ayağı olanlar. Elbette içlerinden biri de boğanın türünü devam ettiren organlığına soyunur. Hele biraz da ağzı laf yapan, hikâye anlatmasını bilen biri ise. Konuştukça gruptaki abazanlar imrenerek, pür dikkat dinleyerek Avrupa tecrübesi edinir, kulak vermekle. Dükkâna gelen dostlarına anlatmak için “müstehcen torbası” dolsun diye. Altyapı olmayınca gelişmezmiş ayının hamamda bayanlar nasıl bayılır oyunu.
 
Elimi tuttu, o da ağlıyor benimle. Ben nasıl kaba, öküz böğürmesini andıran bir ağıt tutturmuşsam, o sülünler gibi, tavus kuşu ihtişamında insana yüce duygular aşılayan Meryem ağıdı ile katılıyor bana. Bu halimizde aramızdaki uçurum o kadar derin ki, hayvanat bahçesinde kafesteki maymunla onu teselli eden insan güzeli resmi çiziyoruz birlikte. Yere diz çökmüşüz, sarılmış ağlıyoruz artık. Bacım gitmiş zifafın çekingenliğini tekrar yaşayan damat adayı duygusu içindeyim.
 
Bestemiz kader ortağımla birlikte, güzel ve çirkin ağıdı sayılırdı aslında. Öte yandan cezbeye kapılmış mürit coşkusu yaşadığım. Gökkuşağı altındayız, ışıktan konfetiler yağıyor başıma.
 
O kelimeler eşliğinde ağlıyor, ben salya-sümükle. Bütün bedenim onun ince narin efsunlu kelimeleri ile örülüyor. Hakiki, sahih, nezih kelimeleri, kirletilmemiş bir dile hayat veriyor. Bugüne kadar hiçbir erkek ve kadının birlikte yaratamadığı o lisana. Gönül diline. Ben kalın kaba kelimelerimi bu dile uydurmak için çabalıyor, kıvranıyor, onun incecik narin kelimelerine ekliyorum hırlayan sesimle. İnsanlığın tamamlanmış diline ulaşan bir dost, sevgili, kucak olmuştum artık.
 
O Tanrıdan müjde getiren bir melek gibiydi. Karımın patavatsız sesine benzemiyor, o güne kadar işittiğim hiçbir insan sesinin sıradanlığını taşımıyordu. Şiirini nihayet bulan okuyucuydum nasıl olduysa. Artık dillerimiz kelimelere değil ortak bir resmin tuvaline fırça sallıyordu.
 
Grupta anlatılanlar ne kadar kaba, hoyrat ve hayvani imiş meğer. Ben şu anda o anlatılanlardan o kadar uzak, nefis bir tablonun içindeydim ki kendimden yeni bir “insan” yaratmak, tenimdeki kara gömleği çıkarıp terütaze bir ruhla doğmaya ramak kalmış, maymundan çıkan insanın ilk gün yaşadığı izzet ihtişam ve şaşkınlığı içindeydim.
 
İlk gün birbirini tartan esnafın suskunluğu ve utangaçlığı ile geçer. Her yeni günde kahvaltıda bazı masalarda işaretleşmeler, gülüşmeler artar. Bütün bir günün yorgunluğunu camış gibi uyuyup atan kasaba uyanığı anlatır da anlatır, tek başına yaşadığı kültür sanat hikâyelerini. Adı üstünde hikâye. Yaşaması gerekmez, yeter ki güzel anlatsın.
 
Şimdi anlıyorum ki o anlatılardaki “kütür kütür” “lokum”, “kaymak” ne kadar banalmiş. Kulak veren yaşı geçkin esnaf ilk günler “tövbe estağfirullah” çeker, kadınların çekiciliği, mini etekli sergilenen baldır-bacak meme güzelliği anlatıldıkça “tuvaletlerinde taharet musluğu bile yok. Bu diyarlarda gezerken, büyük hacetin gelmeyecek miktarda az yemek daha güzeldir” diye savunmaya geçer. Hatta “buralarda Müslümanlığı yaşamaktan daha altın bir oran yoktur” diye dindarlığını ihsas ettirir. Zamanla can kulağı vermeye başlar bu konuşmalara. Ne de olsa erkektir. İçindeki ukdeler birikmiş, herkes yaşadığı çölün susuzluğuna mahkûm olsun istese de nefis bu çeker kulağından onu da.
 
Ben yeni tanrısına ihlasla tapınmaya hazır müminim artık. Yaşadığım bu özel geceyi nasıl anlatayım? Bu bir görüm. Gizli olanı, tanrısal olanı müşahede eden üçüncü gözümü, gönlüme sunulan ikramı nasıl faş ederim? Bilgelik bahşeyleyen altıncı duyumu açan bu sırrı nasıl ele veririm kaba, kalın kafalı hoyratlara.
 
Onlar ‘beyaz et’le ilgilidir. Kaçamak sorularla detay peşindedir. Ne var ki gezinin programı uzun yollar molalar yemeler içmeler derken içi geçer. Yorulur. Memleketini, karısının yemeklerini özler, her bir aile ferdine hediye peşindedir.
 
Ben şu an o kadar uzağım ki karımdan. Geçmişim silinmiş, yeni hayata besmele çeken bahtiyarım. Memlekete dönmek, özlem aklımın ucuna bile gelmiyor. Sisli bir hatıra geçmişim. Ben yeni bir dünyaya doğmuşum, genç, yakışıklı, özgüvenle uzanıyorum biraz önce kaçtığım yatağa. Artık kültürün üstüme örttüğü bütün o kumaş kalıntılarını sıyırmak sevgili leydinin maharetine kalmış.
 
Gala gecesinin gündüzünde herkesi serbest bırakırlar. Yol yordam soran fikir isteyen, hediye seçmeme yardımcı ol diye yalvaranların sayısı artar. Sen de mi millî oldun, kılçıkları sarar ortalığı. Bu gece zirvede bırakacağız gezinin kazanımlarını. Dili döndüğünce içiniz el verdiğince kültür sanat hadiselerinden sıyrılıp programa odaklanır beleşçi esnaflar. Bu günün “serbest zaman” hasılası dönüş yolunda hikâyelere rivayetlere yapma yaaa! İnanmıyorum! hadi canım! şaşkınlıklarına konu olur. Yine de aralarında gizli bir anlaşma vardır. Tüm kültürel faaliyetler Avrupa’da olur orada kalır. Dönüşte kimse hatırlamaz, unutmak ister, saygın, muhafazakâr, dindar haline bürünmek zor gelmez hiç kimseye.
 
Ben o geceyi bütün dünyaya anlatmak istiyorum. Hatta evrene. Sağır sultanlara. Nikâhı basınca tapuyu almanın güveni ile bizi hadım etmek için çabalayan kadınlara. Kadın var, cins-i lâtif var diyerek.
 
Nihayet dünyaya geldiğimiz gibiyiz. Her şeyin fazlalık göründüğü anın içinde. Giysilerin, kelimelerin, hatta bakışların. Yere bakmakla, kapanmak arasında kararsız gözlerimiz. Yaratılışın ilk anına yönelmenin gerilimi üzerimde hâlâ. Adımı bile unuttum, buraya geliş nedenimi. Karım, çocuklarım, ailem dışarıda kalmış. Bir başka evrene geçiş anındayım. Elimi tutuyor. Bu eller niye yaratılmış? Benden bir güzel insan, yontulmuş, budakları budanmış bir Zeus çıkarmak için. Her bir adımı arşınlayan o. Ben bebek gibi kucağındayım onun.
 
Gala gecesine herkes en şık haliyle gelir. Mağazalardan aldıkları yeni giysiler üstünde, biraz insan içine çıkacak markalarla aramızdadır. Bütün bir grupta kafa denkleri netleşmiş olduğu için kümelere ayrılmış, kendisine uygun arkadaşla masalarda ayrışmıştır ahali. Düzenli içenler biliniyor zaten. Galada içmediği sanılan ama gizliden gizliye kendini bir sütre ile perdeleyerek şeri veya envai çeşit müskirattan içenler karışır araya. Diyarı darülharpte mubah sayılır, fetvalarıyla. Ve müzik klasikten çıkar hareketlenir kafalar tütsülenmiş dimağlar bulanıklaşmış ortam hareketlenmiştir. Ben her gezide yinelenen galanın sıkılan tek ferdiyim. Her aşaması malum bana. Ne işim var bu görgüsüz esnaf arasında sorusu çivi gibi, çakılmış zihnime.
 
Büyük sürpriz olacak işte yanımdaki marabalara. Şuh bir sanatçı çıkacak, biraz baldır bacak, kıvırma görecekler. Esnaf iç çekişlerle izleyecek. Ardından hediye çekilişi gelecek. Neresi eğlence bunun? Bu gezinin görgümüzü artırma amacının nirvanası bu mu olmalı? Çevremdekiler bu ortamı sağlayan holdinge minnettar şükran duygusu ile beş istiyorsa on yazılan fazla yazıldıkça itibarı şişirilen bayiler bağlantılar ile masalarda daha bir öz güvenle oturuyor. Çekler senetler verilmiş alındılar özenle saklanmıştır. Eee eğlenmek hakkımız nasılsa parası bizden çıktı iç çekişi ile ödeme günlerinin sıkıntısını atmaya çalışarak ne yenir içilir kazanılırsa kardır diye ödüle ulaşmak beklentisine geçtiler işte. Ben her yıl yaşadım bu süreci. İnsanı büyüten, zenginleştiren, çoğaltan bir anlamı yok.
 
Ben aradığım o yükselişin içindeyim. İyi ki çıktım bu gece, ayrıldım gruptan. Kaderin getireceği ne varsa arama kararı vermişim, bu gürültülü ortamda. Âlemlere akmak için çıkıp gitmişim anonim eğlenceden.
 
Dağın eteklerine doğru tırmanıp bütün ovaya hâkim bir konumdayım. Bana bunu lütfeden kadına minnettar ve hayran bakışlar atıyorum. Beni ihya eden elleri nazik, bedeninde titremeler naz makamında. Ne istediğini bilen bakışlarında tutku. Sarıldığı anda elverişli bir vadiye uzanmam için fırsat tanıyor. Kılavuz değil sadece, yoldaş aynı zamanda. Bütün o gece boyunca.
 
İster istemez kıyas yapıyorsun. Bu anın hazzı kaybolmasın diye endişelense de. Ne mümkün? Karım devrilir yatağa. Tutku bende, onun bakışlarında sapık bir eyleme yöneliyorsun imalı suçlayan bir ifade. Heybe benim boynumda, onun cevahirleri saklandıkça seneleri garantiye alacak.
 
Galada çekiliş kuponları ellerinde kasaba kurnazları pür dikkat sayılara odaklanmış. Satış yöneticimiz kısa bir konuşmada övgü dolu girizgâh yapar, teşekkür eder her birimizin beyaz eşyasını satmak için gösterdiğimiz gayrete. İnsanları ikna yeteneğimizin ekonominin can damarı olduğuna dair bezirgân ağzıyla.
 
Geziye katılan her esnafın odasına çantalar bırakıldı, kimse eli boş gitmeyecek… Herkeste bir mutluluk, yayvan tebessümler, çıkarcı meraklar. Acaba ne var çantada? Karıya, çocuklara yarayan bir şeyler var mı içinde? Hediyeler için tasarruf sağlar hiç olmazsa hesapları? Merak devam ederken küçük hediyeler çekilmeye başladı, masalarda kazananların sevinç sesleri, ihtiraslı gürültüler çoğaldı. Bulaşacak üzerime. Ruhları sakız gibi yapışkan, sünük ve buruşuk.
 
Ben ne zamandan beri ütülemek uğraşı içindeyim, ruhumu. Veeee evet ve direktör davet edildi. Büyük çekiliş için heyecan dorukta, büyükşehir bayilerinde heyecan tavan yaptı, ellerinde bir tomar kupon. Nasıl katlanırım bu küçük sevinçlere, dünyayı küçük bedellere değişen bu esnaf kahkahalarına. Ağzı sulanmış, büyük ikramiyeye odaklanan şu çipil gözlere?
 
Çırpındıkça batmıyoruz, yükselişteyiz. Birbirimizi taşımak, üzerinden atmak, artırmak, eksiltmek, var etmek, yok etmek çabası. Zalim mazlum; kibar hoyrat, nazik kaba anlamsız kelimeler. Ağlamak, gülmek, sarsılmak, sakinleşmek, coşmak hiçbir sıra izlemeden, anlamlı bir devir oluşturmadan odayı genişletiyor. Sanki bir savaş hali var, barışın tam ortasında. Seslerin tınısı tizden basa, kısıktan naraya karışık bir senfoniye hayat veriyor.
 
Ve illa ki bir büyük bayiye saygın bir bayiye, holdingte akrabası olan şanslı esnafa törenle verilecek o hediye. Satış Oskarı alan o talihliye. Ortak bir sevinç, alkışlar, bizi ne kadar aza razı olduğumuz gerçeğine yabancılaştırır. Beklentisi boşa çıkanlar bile olayı çabuk unutur ve bayan sanatçının mahareti ile ortamın heyecan ve müziğine anonsuna kapılan müşterilere teselli ikramiyesi sayılır. Tüm ihtişamı ile sahneye çıkmıştı, salon yıkıldı. Bu heyecan ve karmaşayı sağlayan ışık oyunları muhafazakârların da şeriyi götürmesine, masasına gelen kadının göğsüne beş-on Euro takma anında dokunduğu o yumuşaklığı gizli bir hatıra olarak saklamasına imkân verdi, verecek. Bu sığ oyuna nasıl katlanayım ben?
 
Artık herkes ayırımsız şarkılara eşlik etmeye başladı. İnsanımız koroya katılabilir ancak. Ben solo adamıyım. Kendi türkümü söylemeliyim. Çıkıp gideyim şuradan.
 
Karım bunu bir pazarlık konusu yapardı. Yalvartırdı belki. Hiçbir iktidar alanı kalmayınca onu kullanmasını, sonuna kadar marjinal değerini artırmasını bilirdi. Bu yüzden kıymetli mal varlığından oluyormuş gibi gıdım gıdım sunar; bu işten hiçbir çıkarı yokmuş gibi, kendisi olayın içinde değilmiş gibi başka bir yerde imiş gibi… Yakınında ama uzak dururdu. Bir müstağnilik duygusu gelip beni bulmaz mı o zaman. Sen bu pazarlık aklında, bir an önce doymak için yemeğe saldırır, günlerce aç kalmış gibi hızlı bir eylem…
 
Oysa şu an her saniye bir şehrayin. Yanımda bir Leydengiz. Bir eylemi, eylemin güzelliğini anlatmak edebime sığmaz. Babam iki de bir edepli ol, diye ihtar eder dururdu. Bir ömür dinlediğim edep edebiyatını boşver, gitsin. Bak ne usul erkan, yol, yordam varmış bu işte. Daha klasik, romantik çağları bugüne taşıyana bir ödül verilmedi, büyük anlatıcı denmedi bana. Güzelliğe sunulan münacaatlar yazılmadı beyaz sayfalara.
 
Ölçüyü kaçıranlar yavaş yavaş kendini göstermeye başladı işte. Organizatör uyanık, tetikte. Tatsızlık, bir rezalet çıkmasın diye radar gibi etrafı kollamaya, taşkınlıkları, yoldan çıkmaya başlayanları zaptetmeye çalışıyor. Taşralı bayilerden bir sıkıntı çıkmasın direktöre mahcup olmayalım diye canhıraş çabalamakla meşgul. Bir gala gecesinde kendisini kaybeden, içindeki çocuğu değil şebeği sergileyen bunlar arasında ben neyim? Bu kadar mıyım ben?
 
Milyarlarla oynayan holdingin temeli, uyanık, pazarlama üstadı bayileri bulmak, bağlantıları sürdürmek, rezaletsiz geceyi bitirmek çabası mı? Eni boyu. Hayat mı bu, ticari ekonomik başarı mı? Bu mu hayatımızın en büyük ödülü bizlere.
 
Ben dünyada hiçbir holdingin veremeyeceği büyük ödül törenindeyim işte. Birlikte inşa edilen bir alanda yan yana, altalta, üstüste, zirü zeber; alt üst yani, su toprağa, arı çiçeğe, kılıç tene, yaklaşıyor; vuslat anına. Grubun, gezinin, programın, gala gecenin fakir eğlencesi uçup gitmiş zihninden. Eller hızlansa da ses temreni ağırdan alıyor. Mızrak, kılıç, ok daha sadakta. Seni anlatan, kelimelere hayat veren dilin burada yaptığı kıvrak danslarla şiirlerin en güzelini yazmak için çok istekli. Daha bir mısra bile yok ortada ama gayret var azim de… Bir esnaftan beklenmeyen.
 
Orada olan orada kaldı. Kalmalı mı? Bakıyorum, gezilen müzeler sanat olayları kırılan cevizler toprağa gömülmüş bile. Herkes kasabasındaki mazbut hale dönmüş zaten. Ağzı sulanarak birçok şeyi duyup görmesine rağmen kültür sanat işlerine katılmayanlar, müstehzi bir yüzle laf sokmayı ihmal etmez. Bu geziden sonra sizi umre paklar diye. Talebine ortak aranır, gelecek yıl gezi umreye olsun diye. Dinibütün başlar sallanır. Cılız, alaycı istekler cesaret bulur diniçeyreklerde.
 
Ben sebebi, bağı, bağlantıyı hakikati kaybetmişim, ne gam? Onu buldum ya. Buluşalım dedi ya tekrar. Uçaktan inenler özlemle mutlu mesut ailesine koşmak için acele içindeydi. Saadetlerine bir tuğla daha koymak için. Ben geri geri adım atıyordum. Kopamadım, benim ülkem Avrupa diye. Avrupa’yı yak gitsin o var diye işte. Kasaba nereden çıktı, ne işim var burada? Ne bulunabilir ki böyle kısır köhne bir şehirde?
 
Tekrar dönmeliyim Avrupa’ya, en yakın zamanda. Benim yurdum orası artık. İşleri tasfiye mi etmeliyim, yoksa ilk önce karıdan mı kurtulmalı? Nasıl? Boşanabilirim. Olmaz. O zaman ona ulaşacak kanatlarım kopar. Bütün sermaye karımın. Babasından geldi. Boşansam dımdızlak kalırım. Eurolarla şelaleli hayatı nasıl kurarım yeniden? O zaman geriye tek bir tercih kalıyor. Öldürmeliyim karıyı!
 
Ne günahı var kadıncağızın? Kadın mı o şimdi? Bırak Allah’ını seversen. Ondan sonra “kadın” bambaşka anlam kazandı bende. Zaten cins bir insan hayatında bir kere bile olsa eşini öldürmeyi kafasına koymalı. Kadın erkek farketmez. Yoksa ot gelir, ot gider bu dünyadan.
 
Ben o gecenin çekimini nasıl unuturum artık? Ne demişti Yunanistan gezisinde rehber? “dünyayı bugünkü duruma getiren, nedir bilir misin? Yarım iyilikler, yarım işler, yarım konuşmalar, yarım günahlar sonuna kadar git be insan” (N. Kazancakis)
 
Sonuna kadar gideceğim de. Bozkırda kriminal cinayet nasıl işlenir? Hangi kimyasalla? Delilik, âşk, sevda, şehvet, ihtiras hangi aydınlık odalara kapı açar? Avrupa’yı içerden tanıyan o cesaret bende. Yapacağız bir şeyler. Bir plan var elbet kafamda.

Mustafa Everdi

Yazar, düşünür ve Noter'dir. Siyasetle ilgilenir, yayın dünyasıyla içli dışlı biri olarak bilinir...


Fatal error: Uncaught TypeError: fclose(): Argument #1 ($stream) must be of type resource, bool given in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php:2386 Stack trace: #0 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2386): fclose(false) #1 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2146): wp_cache_get_ob('<!DOCTYPE html>...') #2 [internal function]: wp_cache_ob_callback('<!DOCTYPE html>...', 9) #3 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/functions.php(5420): ob_end_flush() #4 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(324): wp_ob_end_flush_all('') #5 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(348): WP_Hook->apply_filters('', Array) #6 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/plugin.php(517): WP_Hook->do_action(Array) #7 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/load.php(1270): do_action('shutdown') #8 [internal function]: shutdown_action_hook() #9 {main} thrown in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php on line 2386