Yazarlara Tahkiye Dersleri

9 mins read
Yazarlara Tahkiye Dersleri

Herkesin elinde aynı kelimeler var. Sözlüklerde ardı ardına dizilmiş. A(Elif-Alfa)’dan başlayıp Z’de bitiyor. Hurufiler bu harflerden bir sistem kurmuşlar. Kimi Hz. Âdem’e öğretilen isimlerin bu harfler olduğunu söylüyor; kimi 28/32 (ki toplamı 60 eder; 60’lık sistemde önemli bir şifredir) harfe ulaşmak için Hz. Musa’nın levhaları parçalarına ayırdığından.

Bu temelden hareketle harfler üzerine bir sistem kurulmuş ki; anlamayanlar önüne gelen hurufiyi katletmiş. Katledenlerin arasında Timur da var Fatih Sultan Mehmet de.  Onun için “Dil ölüme de götürebilir hayata da” demişler.

Dil var; herkesin hizmetinde. Siz de denersiniz; kelimeler cümleyi oluşturur; cümleler, paragrafı ve paragraflar hikâyeyi. Beceriksiz kazak bir erkeğin kırk yılın başında yaptığı yemeğe benzer. Ne tadı var; ne tuzu. Haz almanız ise ne mümkün.

Ancak bazı yazarları arayıp bulmak istersiniz; okumak. Başlı başına ziyafettir; verdiği haz ve keyif de cabası… Yazarları değil elbet; yazılarını… Yazı zaten kendini okutmaktadır; kelimelerin sıralanışı; anlatılan hikâye sizi sarar, içine alır ve bir başka dünyaya açılan pencerelere üşüşürüz. Manzara gerçekten nefistir.

Tahkiye doğuda, anlatılan hikâyenin; olayın kendisinden daha güzel bir anlatma biçimidir. Seyirlik değil, içselleştirmek için… Televizyon gibi değildir; insanın gözünün önünden cinayetler, katliamlar, trajediler akar; ruhsuz ruhsuz bakar; yemeğinize devam edersiniz.

Hikâye anlatan vardır; lokmalar boğazınıza tıkanır, gözleriniz yaşarır ve olay yüreğinizden sizi vurmuş; saçmayı yemiş ve başıbozuk bir şekilde kıvranıp kalmışsınızdır. Artık anlatılan olaydaki kahraman mı kurban yoksa bu yazıyı okumakla siz mi kurbansınız ayırt edemezsiniz.

Paranoyak bir üslubu vardır. Cümlenin bilinen kurallarına uymaz yazdıkları; araya sıkıştırılan bir iki kelime ile yazının nereye varacağı konusunda bir merak uyandırır sizde. Adeta kelimeler çengelli iğneler gibi idrakinize takılmış sizi peşinden sürükler. Oltadaki balık denen herhalde budur. Bu bir üslup meselesidir ve herkes başaramaz. Başaranın çoğu farkında değildir. Hele yazar bu işin farkındaysa önümüzdeki tuzaklar bir de heyecan uyandırır ki olursa o kadar olur.

Başaran yazarlar elbette var; herkes gazete yazarıdır ama okuyucular o yazarı okumayınca kendisinde bir eksiklik hisseder. Diğerleri; bu adam nasıl bu kadar rating yapar; her iki tarafı içerden biliyor anlattıkları ondan cazip mi acaba diye düşünür. Olayın asla farkına varmaz. C. Bukowski’nin bir kitabına rastlarsınız hasbel kader; okumaz olsaydım der, John Fante’nin kitaplarının dedektifi olmuş arıyor bulabilirsiniz kendinizi artık.

Yazarın ne anlattığı kadar nasıl anlattığı da önem kazanır birden. Sizin de vardır böyle eserlerini arayıp durduğunuz yazar. Artık “hastası” olmuşsunuzdur. Tristram Shandy Beyefendi’nin Hayatı ve Görüşleri ile Laurence Sterne müptelası olursunuz. Bütün İngiltere’nin zamanında olduğu gibi.

Yazarı bazıları önemli bulmayabilir. Sizin “hasta” olmanıza bakıp şaşabilir. Oysa mesele tamamen bir üslup meselesidir. O üslubun sizi sarması… Aslında sizden de ümit vardır; kalitenin farkına varmışsınızdır. O yüzden yerli hikâye ve romanlar size hannup gibi gelir. Bir gram bal için bir çeki odun çiğnersiniz. Üstatlar takdim ve tavsiye etse bile. Tek başına kalsa belki de dünya kulak verecek. Yok, ille bir cemaate dâhil olmalı. Yoksa pistonlar çalışmaz.

Yazdıkları saçma sapandır; cümlelerin, olayların isimlerin arasında öyle rabıtalar kurulur ki insan bu kadar da olmaz der. Evet, olay gerçeklere uzaktır ama o paranoyak üslup sizi bırakmaz. Oku beni diye sakız gibi zihninize yapışır. Hele yazar gönül alfabesinden anlar ve bunu gönlünüze seslenerek sürdürürse tadından yenmez olur. Anlattığı olayları siz de izlemiş olsanız hiç de onun gibi sonuçlar çıkarmazsınız. Çıkaramazsınız.

Adam; yürümüyor uçuyor, her önüne gelen aklından geçeni biliyor ve cümleleri ortada resmigeçit yapıyor. Kardeşim nihayetinde bunlar kurgu karakter. Katil, sapık, haydut, senin benim gibi insanlar. Öyle bir fevkaladelikleri filan yok. Ama anlatan yok mu anlatan; resmen uçuyor adam. Kendi uçmuyor sadece kime rastlamışsa onu da uçuruyor.

Şeyh uçmaz; müridi uçurur derler. Önemli olan Mürşidin hizmetindeki çaycıyı uçurması. Balzac, müstesna insanları anlatıyor; sanırsın hayatında müstesna adam koleksiyonu yapmış. Kime dokunsa iç dünyası Atlantik okyanusu. Felix’i Pasifik. Kime rastlamışsa adamın bir fevkaladeliği var! İç dünyası evrene anlam kazandırıyor.

Kardeşim; biz niye bu yüksek anlatılara nail olamıyoruz. Nail olmayı bırak; gözlemleme şerefine bile eremiyoruz? Nasibimiz olmadığı için mi?

Yoksa kelebeğin kanat çırpışından kozmik sonuçlar çıkarmak konusundaki yeteneksizliğimizden mi?

Diye sorular gelip gelip sizi bulabilir. Bulması da normal. Normal olmayan anlatmasını bilen yazarlar ve tabii ki bunlardan biri Herman Meville!

Ben yazılarında anlatılanları okyanus fırtınası görüyorum. Yazar, bizim bön bön seyrettiğimiz denizi, doğa kanunlarına tabi fani insanları, denizcileri, zalim balıkçıları, para için bir şeyler yapmaya çalışan insanları anlatıyor.

Hayatın şiirsel bir yanı vardır. Bu şiirselliğin nasıl tezahür edeceğini bilemezsiniz. Bilemediğiniz için her cins okuyucu gibi Herman Meville’ye “hasta” olursunuz.

Zaten Meville; yazmış da yazmış. Biz de okuma mağduru/kurbanı olmuşuz.

Determinist yasalardan şiirsellikler çıkarmak ancak bir şairin işi olabilir. Neden biz bu fevkaladelikler, aşkın boyutlar içinde değiliz diye bir hayıflanmaya kapılmak kaçınılmaz.

Yazar bu. Ya da tahkiye veya üslup… Önemli olan yaşamak değil; hayatın şiirselliğini yetkin bir dil ve üslupla anlatabilmek. Mesele üslup meselesi yani.

Bilmem anlatabiliyor muyum?

Mustafa Everdi

Yazar, düşünür ve Noter'dir. Siyasetle ilgilenir, yayın dünyasıyla içli dışlı biri olarak bilinir...


Fatal error: Uncaught TypeError: fclose(): Argument #1 ($stream) must be of type resource, bool given in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php:2381 Stack trace: #0 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2381): fclose(false) #1 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2141): wp_cache_get_ob('<!DOCTYPE html>...') #2 [internal function]: wp_cache_ob_callback('<!DOCTYPE html>...', 9) #3 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/functions.php(5420): ob_end_flush() #4 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(324): wp_ob_end_flush_all('') #5 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(348): WP_Hook->apply_filters('', Array) #6 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/plugin.php(517): WP_Hook->do_action(Array) #7 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/load.php(1270): do_action('shutdown') #8 [internal function]: shutdown_action_hook() #9 {main} thrown in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php on line 2381