Hayat ve ezber… ya da henüz alzheimer olmadım

10 mins read
Hayat ve ezber... ya da henüz alzheimer olmadım

Hayat ve ezber… ya da henüz alzheimer olmadım

İki gün önce yazdığım kısa bir yazıda hayat, zeka ve “ezber” üçlüsü arasında kurduğum bir ilişki ile yazıyı bitirdim. Yazıyı bitirdim ve gittim yattım.

Yattım ama uyku arasında yazıda kurduğum bu cümle aklıma geldi ve uyku boyunca bu cümle zihnimde dolandı durdu. Ondan sonra geçen iki gün içinde bu cümle ile boğuşmaya başladım… Geceleri normal ama gündüzleri bile beni kitap okuyamaz hale getirmişti.

Geceleri uyurken benim beynimin bana neler yaptığını anlatmak uzun sürdüğü için burayı şimdilik geçelim.

Bir taraftan kurduğum bu ilişki hoşuma gitmeye başlamış, diğer yandan bu ilişkinin daha güzel kurulabileceğini, ya da aslının sanki daha güzel olduğunu düşünmeye başladım. Bir ara benim bu ilişkiyi daha önce hangi yazıda kurduğumu düşünürken daha sonra benim bu ilişkiyi nereden okuduğumu ya da kimden duyduğumu düşünmeye başladım.

Ve iki günlük işkence bitti,  az önce koltukta kitap okurken “evreka” diye fırladım yerimden, çöplüğe dönmüş dosyalarım arasında yazıyı buldum. 

“BİLİNÇBİLİM

Yaşamak ezbere yaptığımız bir şey. Yaşam bir ezber. Ezber olmasaydı, kesintisiz bir yaşama eylemi mümkün olmayacaktı. Yürümekle başlayan ezberimiz yetişkinliğe doğru attığımız her adımla genişler ve karmaşık bir bütünlüğe ulaşır. Bu, bir metni ezberlemekten daha sahicidir, zira ezberlediğimizin farkına bile varmayız.

Yetişkin bilinci budur. Sabahları kalktığımızda çevremize yadırgayan gözlerle bakmadan ve içimizde en ufak bir kuşku kırıntısına yer vermeden rutin ve otomatik bir işleyişe teslim ediyoruz aklımızı. Çünkü yaşayarak öğrendiğimiz, dolayısıyla ezber haline getirip teslim olduğumuz bir hayatımız vardır. Bu hayat bildiğimiz herkesin hayatıdır, biz de herkes denen o bütünün bir parçasıyızdır. Lakin öyle bir parçayız ki yokluğumuz o bütünden hiçbir şey eksiltmiyor.

Gün ezberimizdeki gibidir. Ortalık aydınlanmıştır ve bunda garipsenecek bir yan yoktur, bize öyle gelir ki bu durumda hiçbir olağanüstülük yoktur. Eşyalarımız bıraktığımız (onları son gördüğümüz) yerdedir, evimiz aynı evdir, sokak aynı sokaktır, dünya aynı dünyadır. Bunlardan herhangi birinin eksik olması “felaket”tir ve felaket de ezbere bildiğimiz bir şeydir. Nefes almayı, göz kapaklarımızı açmayı, ayakta durabilmeyi ve adım atmayı unutmamışızdır. İlginç olan, “neden unutacakmışız ki” derdik bir de şayet sorulsaydı.

Adımlarımızı geleceğe (hayata) doğru atarken “şu an” dediğimiz zaman kesitinden geriye doğru edinmiş olduğumuz ezberin yaşattığı güven duygusuyla yani “inanç”la hareket ederiz. Eşyanın sürekliliğine inanmışızdır. Her şey, dünkü veya biraz önceki her şeydir. Gözümüzle görebiliyorsak, dokunabiliyorsak gerçektirler. Gerçekliği sınamamıza gerek yoktur, çünkü dün veya biraz önce orada olan şu an yine oradadır. Onun aynı şey olup olmadığını test etmemiz (aksini aklımızdan geçirip şüpheyle yaklaşmamız) aklımızdan zorumuz olduğuna delalet eder.

Dün bu sandalyede oturmuştum, şimdi bu sandalyenin beni taşıyıp taşımayacağını düşünmem bile. Ezberimde, (bir şaka mizanseni olarak hazırlanmamışsa) oturduğumda çöken bir sandalye yoktur. Olsaydı, yine ezber alışkanlığımdan yola çıkarak, sandalyeye otururken temkinli davranmak gibi farklı bir ezberle davranırdım. Ama ne olursa olsun, oturduğumda beni alıp uçuracak bir sandalye aklımın ucundan bile geçmezdi. Deneyimlerim ve ezberim bana böyle söylüyor.

Deneyimler böyledir işte, hayata dair ezberimizi güçlendirirler. İşte bu ezberdir ki insanoğlunu yeryüzündeki binlerce yıllık varlığının sürmesine imkân vermektedir. Deneyimler başkasına ait olsalar bile, bizim ezberimize yardımcı olurlar. Her şeyi deneyerek ezberlemek insan teki için çok külfetli, hatta imkansızdır. O halde başkasına olan (deneyim=bilgi) bize de olacaktır. Tekrar “herkes”, tekrar takrar herkes olacağız.

Ezber, benzerlik ve aynılık üzerinden var eder işleyişini. Ezber, bir farklılıkla karşılaşıp bozulduğunda, o farklılığı da kendi bünyesine katıp güçlenerek yeniden hakimiyetini kurar hayatımız üstünde. Yeter ki o farklılık aynı farklılık (herkesçe deneyimlenebilen, deneyimlenebilecek bir yenilik) olsun. Hafızamız yeni ezberler için yeterince yere sahiptir. Bazen yağmur yerine dolu yağdığı, daha seyrek bazen de ceviz iriliğinde doluların düştüğü vakidir. Fakat elma veya karpuz büyüklüğünde olmayacağı kesindir. Çünkü şimdiye kadar böylesi görülmemiştir ve şimdi görülmesi için de bir sebep yoktur. Ezberimiz bize böyle söyler ve doğru söyler.

“Dünyada deli adıyla tesmiye ettiğimiz insanların çoğu ezberini yitiren yahut hiç ezberi olmayan insanlardır. Biz akıllılar ezberimizin sağlamlığı ölçüsünde yaşam döngüsüne adaptasyonumuzu sağlar ve sağlam tutarız. Ezber bizi çizgide tutar. Ezber bize kendi sınırları içinde güvenli bir yaşam alanı sağlar, yaşamı her yönüyle kolaylaştırır. Sağlamlığı, kolay kolay bozulmayışı hayatımızın sürekliliğini bahşeder bize. Ezber, Tanrı’nın insana bu dünyadaki en büyük lûtfudur da. Ezber, tam anlamıyla “bilinç” dediğimiz şeydir ve “bilinç” de dilin bu yolla insan zihnini kurması gerçeğinden başka bir şey değildir.”

Dr. Mehmet Akıncı, Dil Felsefesi, ders notları…

‘toplumsal ezber/lerimiz’ ifadesini çok kullanıyorum, ama  benim o iki satırlık cümlem bu yazıdan mülhem olduğu çok açık…

intihal kapsamına girer mi bilemedim.

Mahmut Karaman

Mahmut Karaman. Sosyolog. Aşhane ile başlayan ardından Kardeşlik Seferberliği Hareketi olarak tanımladığı sivil oluşum öncüsü. Her ne kadar kendisi bunu kabul etmese de