Segâh Gümüş: “Dört Mevsim Gazozu” (Mustafa Everdi’nin kaleminden)

10 mins read
Segâh Gümüş Dört Mevsim Gazozu

Segâh Gümüş: “Dört Mevsim Gazozu” (Mustafa Everdi’nin kaleminden)

Hayatı derinden sezen ancak mutluluğa teğet geçen kadınların öyküsü bu kitap. Mutsuzluğun, üşümenin ve sessizliğin hikâyelerini dile getiriyor.
Segâh Gümüş Dört Mevsim Gazozu
Segâh Gümüş
Dört Mevsim Gazozu

Tatlı ve tuzlu hayatların öyküsü. Delilik, av ve avcılar arasında naif bir gerilim. Öpüşmenin bile -kocasını ima eden- mahcubiyetine saklanan âşık kadınların hikayesi. Her zaman bir düşüşe yol açan mahkeme ilamı, sarı zarf ve vurguna çıkan olaylar. Hayatımızın karanlık ve derin yönleri bizi çıkmaz sokaklara, hastanelere, mahkeme kapılarına mahkum eder.

Yükseleceğimiz bir konu yok mu? Aşk gibi. Rüya dışında bizi teselli edecek bir maceraya atılabilir miyiz? Ruh halimiz bir tercih hakkı ararsa masum mu yoksa bunlar yoldan çıkmak diyenler haksız mı? Onun için beş taş oynamayı bile yasaklayan yurt hayatının bizi uçurumlara düşüren o etkisi yok mu? Anlatılan senin hikayendir işte. Ünlem ve nokta arasında bir virgül olmamızı isteyen hayata karşı bir çalım yapabilecek dermanı bulamayız. Segah Gümüş gibi anlatmak dışında.
Bu kitapta adamların adı yok. Kadınlarsa Ayten Mayten. Belki bir Rüya. Sakin bir Ayla. Hüznünü plastik tebessümlerle örtmeye çabalayan kadınlar. Bizim aşklarımız sanrılı, sevdalarımız kör. Ünlemli adamlar kaba hoyrat, kadın döven kazmalar. Kadın yükselişini, zamanın ruhunu boğan fırtınalar. O rüzgârda yaprak gibi savruluyor kadınlar. Kültürlü, sezgisel bir dünyadan seslenseler de iradeleri kırılmaya mahkûm.
“Kaç esaretten çıkmış” gözlere sahip kadınlar. Kurallar, toplum, evlilik kültürü bir zindana hapsetmiş nedense. Buradan çıkış yok, boşanmalar felaket, çocuk kalplerini yaralayan bir travma. Birey olmakla, sürüye katılmak arasındaki o gerilimde ruhlarımızın karanlık yüzüne bakışların hikâyesi Dört Mevsim Gazozu.
Haksız yaşantılar hayatın yaralı yüzüne bakma cesareti verse de o yaraları iyileştiren bir merhem bulamayız. En fazla “en şiddetli hasret” bizim sevebildiğimiz. Bu devrin vuslatı yok. Vuslat hep başka baharlara ertelenmiş bir anlatma tesellisini tetikliyor. Buradan çıkış yok.
Dünyayı değiştirmeye adanmış, direniş söylemini dilinden düşürmeyen militan kadınlar, hayat karşısında, aşk karşısında, sorunlar karşısında, ruhun karanlık çeperleri karşısında savunmasız. Gerçeklere yenilmekten bir türlü kendi olamayan kadınlar.
Sessizliğin hikâyeleri Dört Mevsim Gazozu. Üstelik bu sessizlikler buz gibi. Ruh üşümesinin iniltilerini andıran düşük profil sesler bunlar. Sessizliği ve boşluğu yırtamayan sesler.
Evlerin küf ve nem kokan mekânlar olduğunu anlar, şiddete açılan arenadaki kör döğüşleri sezeriz. Dövülenin yanında yazar elbette. Kırılgan olan sesler mi, kadınlar mı yoksa kitaptaki cümleler mi? Bunu anlayan bir kalple okuduğumuzda hissederiz. Oysa ben aklımla irdeleyip eleştiren bir yaklaşım göstermeliyim. Mümkün mü?
Kitabı araladıkça hüzün bulaşıyor ellerime. Şehrin siluetini belirleyen binlerce ev. Yaşama sevinci aşılamaz bu evler. Kıstırılmış kadın feryatlarını donduran buzdolapları sanki. Bu nedenle kristalleşen cümleler sivri buz sarkıkları gibi batıyor yüreğimize. Sizi bu kadar yaralayan hoyratlık nereden taşıp bulaştı üstünüze. Nobran, buz heykelini andıran erkeklerden mi, yanlış kurulmuş hayatlardan mı?
Yoksa cesaretini toplayıp hayallerini önümüze sermeye kararsız kalan mütereddit kadınlar mı? Gazoz şişesinde gördüğümüz milyon baloncuklar, aslında ruhlarımızın pütürlerini andıran iltihaplı kabarcıklar.
Evlilikler ısıtmayan buz kütlesine sarılmak değilse neden üşür evli kadınlar? İnsan sıcaklığı, erkekliğin vereceği güvenlik duygusu, neden sarıp sarmalamaz eşleri? Duyarsız erkeklerin kaba kalın davranışlarının bir yansıması değil mi bu üşümeler? Erkekler öfkeli, sinirli ve her an taşmaya hazır bir şiddet yumağı mı? Çakıları masaya vurdukça kadınların korkudan açılan gözlerine tünel bakışlar atan kamyon farları gibi selektör yapan erkekler. Çaresizlikten çamaşır suyuna yatırılan kadınlar. Bembeyaz, hamarat ancak mutsuz ve yalnız.
Hayat ancak perdeleri açınca dışardan sızan bir olgu. Karanlıkta el yordamı ile adım atarken aniden bir ışık vurunca gözlerimiz kamaşır. Bir süre gözlerimizi kapatır, yavaş yavaş alışırız aydınlığa. Segâh Gümüş hikâyeleri imgelerin ardına saklanan acı ve yaralayan gerçekleri seriyor önümüze.
Kadın gözüyle, yaşadığımız hayatın ne kadar acıtıcı, sarsıcı yaralayıcı yönleri varmış. Günah gördüklerimiz bizi bir karabasana sürüklerken yükselten ne varsa bağrımıza taş basmak zorundayız. Bu yüzden erkeklerin yüreği nasır tutarken, kadınlar anlattıkça trajedimiz, herkesin katlandığı mahrumiyetlerin hikâyesine dönüşüyor.
İnsan olamıyoruz. Birey olamıyoruz. Bu hayatın kurbanı olurken hayallerimiz, aşklarımız sevgi ve sıcaklık arayan yanlarımız üşüyor. Segâh Gümüş bunu anlatma yetkinliği ve cesareti gösteriyor.
Erkekler ruhlarını ütülemek, kalplerine çeki düzen vermek için okumalı bu öyküleri. Kadınlar hayatlarına yanlış adım atarak başlamamak için. İlk düğme yanlış iliklenince hiç kimse kendi olmaya imkân bulamıyor. Hayatımızda yanlış iliklenen düğmelerin öyküsü bunlar. Bu nedenle mutluluğun, coşkunun, yaşama sevincinin değil, hüzünlerin, kırılganlıkların, yaraların imgesi Dört Mevsim Gazozu. Üstelik, özgeçmişinde “evlendi” notuyla mutlu bir evliliğin içinden anlatan yazarın hemcinslerine bakışın hikâyesi.
Duyarlı kalplerin sesi. Sessizliği çekinerek aralayan.
Mustafa Everdi’nin kaleminden

FİKRİKADİM

The ancient idea tries to provide the most accurate information to its readers in all the content it publishes.