Filin Terbiyesi

19 mins read

Filin Terbiyesi

Filin Terbiyesi

Bir varmış bir yokmuş. Çok eski zamanlarda, Keşmir’de adaleti ve insafıyla meşhur bir padişah varmış. Bu padişah fil yetiştirmeye çok ilgi duyarmış, onun fillerinin sayısı dört yüze ulaşıyormuş, çok sayıda fil bakıcısı padişahın filhanesinde filleri tımar ediyorlar, onları binmek, savaşmak ve yolculuk için eğitiyorlarmış. Padişah ne zaman bir şehirden bir başka şehre yolculuk yapacak olsa, fillerin üzerine taht koyuyorlar ve maiyetindekiler onlara biniyorlarmış; fil kafileleri de pek seyirlikmiş doğrusu.

Bir gün padişahın beraberinde ava çıkan özel avcılar ormanda güçlü kuvvetli vahşi bir fili avlamayı başarmışlar ve padişahın filhanesinde o güne dek asla o kadar büyük bir fil görülmemiş imiş. Bu fil  kar beyazlığındaki iki fildişine sahip olan o kadar iri yapılı ve heybetli bir fil imiş ki hortumuyla bir ineği havaya fırlatabiliyor, gök gürültüsü gibi gürleyebiliyor, yıldırım ve rüzgar hızında koşabiliyormuş; uzaktan dört tane taş sütunu olan bir kubbe gibi gözüküyor, ağır adımlarla yürüdüğü için ayaklarının altındaki toprak titriyormuş. Tek bir hareketle eski bir ağacı kırabiliyor, tek bir hamleyle diğer bütün filleri korkutup kaçırabiliyormuş. Daima ormanda koşuyormuş;  kesinlikle bir insanoğlu görmemiş ve zincir, dizgin ve fil ahırı gibi şeyler ile karşılamadan korkunç, kızgın ve vahşi bir hayat yaşıyormuş.

Böyle bir fili avlamış ve her bir ayağını ayrı bir zincirle bağlamışlar, sağlam iplerle çekerek onu padişahın huzuruna getirmişler. Padişah o büyük filin güzel ve iri görünümünü beğenmiş ve o file sahip olduğunu sevinmiş; avcılara hak ettikleri bir ödül vermiş, ardında fil bakıcılarının reisini huzura çağırmış ve şöyle sormuş: “Bu fil hakkında ne diyorsun?” fil ahırının sorumlusu şöyle demiş: “Bu fil hakkında ne diyeyim ki, şimdiye kadar bu kadar büyük bir fil görmedim, fakat ne yazık ki vahşi ve çölde dolaşan bir fil; öteki fillerle birlikte yola sürülemez.”

Padişah şöyle demiş: “Her halükarda bu fili ehlileştirip terbiye etmek gerek. Ben bu file binmek ve insanların, bu kadar büyük bir file hiç kimsenin sahip olmadığını görmelerini istiyorum.” Fil bakıcılarının reisi şöyle demiş: “Bu fili terbiye etmek çok zor. Bu fil artık çocuk değil, ormanda büyümüş ve kayıtsızca gelişmiş. Hayvanı küçüklükten itibaren terbiye etmek gerekir; ehlileştirme ve çalışmayı gençlikten itibaren ona alıştırmak gerek. Bu fil eğer bazı işleri öğrense bile gönlü vahşi kalacaktır, her durumda onun terbiyesi çok zaman alacaktır.”

Padişah şöyle demiş: “Ben sana üç yıl mühlet veriyorum; bu fili öyle bir şekilde terbiye et ki hizmete layık olabilsin, savaşta ve yolculukta kullanılabilsin. Hemen bu günden itibaren fili sana teslim ediyorum, vakit dolduğunda çalışmak ve savaş için hazır olmalı.”

Fil bakıcısı emre boyun eğmiş ve büyük fili filhaneye götürmüşler; ona büyük bir ev ve bahçe tahsis etmişler; fil bakıcısı bildiği kadarıyla fili terbiye etmeye başlamış. Bir süre fili sağlam zincirlerle bağlı tutmuş ve her gün kendi eliyle ona su ve yem vermiş; sonunda biraz ehlileşmiş ve fil bakıcısını tanımaya başlamış, onun şefkatine alışmış.

Yavaş yavaş fil bakıcısı ona fillerin safında nasıl duracağını, komutla nasıl hareket edeceğini, “Dur” komutuyla nasıl duracağını öğretmiş. Fil bakıcısı bazen file biner ve onu çöle götürür, bazen onu bir süre ahıra bağlar, bazen onu öteki fillerle dövüştürür, bazen de ona diğer fillerle aynı yerde yem verir ve yapması gereken şeyleri ona öğretirmiş; sonunda üç yıllık süre dolmuş ve vadedilen gün gelmiş; padişah verilen eğitimin neticesini görmek için büyük fili getirmelerini ferman buyurmuş. Fil bakıcısı fili getirmiş. Artık filin ayaklarına zincir bağlamıyorlarmış; padişah filin daha kuvvetli ve deha sakin olduğunu ve onda vahşilikten bir eser kalmadığını görmüş.

Padişah “Acaba file binmek mümkün mü?” diye sormuş; fil bakıcısı “Ben kendim yüz defa bindim ve araziye çıkıp sağ selamet geri döndüm, fil benim komutlarımı dinledi.” demiş.

Padişah emir buyurmuş, ağaçtan yapılmış bir merdiveni filin yanına getirmişler ve kendisi file binip fil bakıcısı ile beraber biraz gitmişler; fil sakin imiş ve itaatsizlik etmiyormuş.

İyice emin olduklarında, padişah öteki fillere alıştırdıkları gibi “Koş” komutu verdi ve fil hızlandı, fil bakıcısından daha öne geçti; fil bakıcısından iyice uzaklaşınca arslan gibi dolanmış ve şimdi koşmayacaksan ne zaman koşacaksın dercesine çöle yönelmiş. Sanırsın üç yıl önceki vahşi ve çölde gezen filmiş. Okun yaydan çıktığı gibi gidiyor, yıldırım ve rüzgar gibi dağları ve çölleri geride bırakıyormuş. Padişah ne kadar onu durdurmaya çabaladıysa da bu mümkün olmamış ve ne kadar “Dur” diye komut verdiyse de fil daha da öfkeleniyor ve daha bir hızlanıyormuş; filin üzerinden yere atlamak da tehlikeli ve imkansızmış.

Büyük fil o gün akşama dek çölde, dağda koşup durmuş; en sonunda kendisi yorgun düşmüş, susamış ve acıkmış; ahırı ve yemi hatırlamış, üç yıl içerisinde adeti olduğu üzere filhanedeki kendi yerine geri dönüp sakinleşmiş. Padişah korka korka ve öfkeyle filden inmiş, fil bakıcısını çağırmış ve bir daha hiç kimse terbiye edilmiş bir fil yerine terbiye edilmemiş vahşi bir fili padişaha sunmasın diye fil bakıcısının  el ve ayaklarını bağlayarak yolun ortasına uzatmalarını ve üzerinden dört yüz fil geçirmelerini emir buyurmuş.

Fil bakıcısı ölümü yanında hissetmiş ve canının korkusundan dili tutulmuş. Uşaklar fil bakıcısının elini ayağını bağlamış ve onu yola atmışlar; ardından fil katarlarını getirip fil bakıcısının bedeni üzerinden geçirmelerini emretmişler.

Fil bakıcısı ölümün yaklaştığını görünce dili çözülmüş yana yakıla yalvarmaya başlamış ve padişaha şöyle demiş: “Bir ömür hizmet ettim, asla bir kimse benim bir kötülüğümü görmedi ve hiçbir zaman bir hıyanet ya da cinayet sadır olmadı. Şimdi suçsuz yere bizzat kendi eğittiğim illerin ayakları altında ölmem reva mıdır? Bana acıyınız ve insanların padişah hakkında insafsızca konuşmalarına rıza göstermeyiniz; çünkü ben ne suç işledim bilmiyorum.”

Padişah şöyle demiş: “Ben sana fili terbiye edesin diye üç yıl süre verdim, halbuki şimdi bu fil az kalsın beni öldürüyordu ve üzerinde terbiye edildiğine dair hiçbir iz yoktu, bundan daha kötü bir suç mu olur? ” Fil bakıcısı şöyle demiş: “Bugün filden üzüntüye neden olan hiç de hoşa gitmeyen bir davranış görüldüğünde şüphe yoktur, fakat ben filin terbiye edilmiş olduğunu gösterebilir ve suçsuz olduğumu ispatlayabilirim; eğer ispatlayamazsam cezaya hazırım. Padişahın fili huzurunuzda denememe izin vermesinde maslahat vardır, eğer filin terbiye edildiğine dair bir belirti gösteremezsem ne hüküm verseler layıktır; üstelik benim kaçacak bir yolum da yok; bırakınız düşmanların sesi kesilsin ve padişahı insafsızlıkla anmasınlar, böylesi daha iyi olur.”

Elbette insanların kendisini zulüm ile anmasını istemeyen padişah öfkesine hakim olmuş ve emir buyurmuş; ardından fil bakıcısının elini ve ayaklarını çözmüşler ve büyük fili getirmişler. Padişah şöyle demiş: “İşte sen işte fil. Onu nasıl terbiye ettiğini göster bakayım.”

Büyük fil bakıcısını karşısında görür görmez onun elinden üç yıl su içip ot yemiş ve şefkat görmüş olduğundan iyice sakinleşmiş. Fil bakıcısı da her zamanki gibi fili okşamış ve sonra filin sırtına binmiş ve bir deste ot ile bir büyük kova su getirmelerini söylemiş. Her ikisini getirmişler ve filin önüne bırakmışlar; fil otu almak için hortumunu uzatmış. Fil bakıcısı ona “Otu bırak, suyu iç ve su kovasını bana ver.” demiş. Fil hortumuyla su kovasını kaldırmış ve sağ tarafından yukarı götürmüş; fil bakıcısı su kovasını almış ve şöyle demiş: “Şimdi otu ye.” Fil bir miktar ot yemiş. Sonra fil bakıcısı şöyle söylemiş: “Şimdi iki adım geriye.” Fil iki adım geriye gitmiş. Fil bakıcısı “İki adım öne” demiş, fil de öyle yapmış. Daha sonra fil bakıcısı şöyle demiş: “Şimdi padişahın önünde eğil.” Fil başını aşağıya eğmiş ve bir ayağını göğsüne doğru götürerek tazimde bulunmuş.

Daha sonra fil bakıcısı filin üzerinden inmiş ve şöyle demiş: “Padişahımız sağ olsun, ben gayret gösterdim ve el, ayak, hortum ve bedenin diğer organlarıyla yapılacak şeyleri file öğrettim; ona yürüme, durma, yeme ve yememe eğitimi verdim. Fil de kendi hayvani bilinci nisbetinde benim elimden su içip ot yiyerek sevgi ve huzur bulduğu için itaat ediyordu. Defalarca onu araziye çıkarıp geri getirdim, defalarca ona kötek attım, bu süre zarfında kesinlikle bir vahşilik yapmamıştı ve bana itaat ediyordu. Fakat ben filin dilini bilmem ve onun içinden geçen hevesler bana kapalıdır; onun fikri ve şuurunu değiştiremem çünkü akıl sahibi değildir ve su ile ottan başka bir şey bilmez. Üç yıl önce de vahşi bir hayvanı küçüklükten ve çocukluktan itibaren terbiye etmek gerekir ki herhangi bir vahşilik görmemiş olsun demiştim. Her zaman ve her halükarda terbiye edilebilen varlık insandır, çünkü akıl sahibidir ve makul sözü anlayabilir; iyi ile kötünün hesabını su ile otun hesabından ayırt edebilir. Söyleyeceklerim bunlardan ibarettir ve şimdi artık padişahın fermanına teslim oluyorum.”

Padişah insaf etmiş ve şöyle söylemiş: “Doğru söyledin. Mademki böyle büyük fili de sana bağışladım. Benim için dört yüz fili vardı ve beraberinde insafı da vardı demeleri yeterlidir. Benim büyüklüğüm ve övüncüm de büyük fil sahibi olmakta değil, insaf sahibi olmaktadır.”

Mehdî Âzeryezdî / Güzel Çocuklara Güzel Hikayeler

Sindbadname’den Seçmeler

Çeviren: Ersin SELÇUK

Ersin Selçuk

Ersin Selçuk, Dicle Üniversitesi Fars Dili ve Edebiyatı Öğretim Görevlisi, 1969 İstanbul doğumlu, Evli, dört çocuk babası