The Crown’ın altıncı sezonunun son altı bölümüne yaklaşırken beklentilerim düşüktü, ancak bir umut ışığı hala vardı. Peter Morgan ve ekibinin diziyi toparlamasını umuyordum. İlk değerlendirmemi 14 Aralık’tan sonra paylaşmak üzere bekleyelim ve görelim…
Sadakatin Görevi:
2016’dan beri izlediğim bir dizi olan The Crown’a olan bağlılığım, ilk dört bölümdeki hayal kırıklığına rağmen devam etmemi sağladı. İlk başta hayal kırıklığı yaşasam da dizi yıllar içinde sadık bir arkadaşa dönüşmüştü ve başladığım işi bitirme kararı aldım.
Elizabeth’in Çeşitli Yüzleri:
İlk dört bölümde Prenses Diana’nın ölümüne odaklanan bu dönemde dikkat çeken bir eksiklik, Elizabeth’in sahnelerinin olmamasıydı. Ancak sezonun ikinci kısmı bu durumu düzeltti ve Kraliçe Elizabeth’in hayatının dört farklı evresini sundu. Genç prensesden 90’larda ve 2000’lerde krallığı sorgulayan kraliçeye kadar her portre, özellikle Claire Foy’un dönüşü, benzersiz bir çekicilik kattı.
Staunton’ın Duygusal Finali:
Imelda Staunton’ın Kraliçe Elizabeth’in gerçek hayattaki ölümüne duygusal bağlantısı, dizinin finaline derinlik kattı. Stephen Daldry’nin yönettiği cenaze sahneleri, sihirli realizmin etkileyici bir karışımını sunarak geç kraliçeye uygun bir veda niteliği taşıdı.
William’ın Paralel Yolculuğu:
Altıncı sezonun diğer ana karakteri Prens William’dı. Prenses Diana’nın ölümünden sonra yaşadığı zorlukları ve büyümeyi konu alan hikayesi, kraliçe ile olan bağlantısıyla dokunaklı bir paralellik sunuyordu.
Nostaljik Üniversite Yılları:
Dizi, William’ın üniversite hayatına odaklandı ve izleyicilere nostaljik bir yolculuk sundu. İkonik şarkılardan pop kültürü referanslarına ve Nokia 3310 gibi teknolojik objelere kadar, arka plan, izleyicilerin ortak deneyimlerine dokunuyordu.
Operation Paget ve Tarihsel Bağlam:
Princess Diana’nın ölümünü araştıran Operation Paget’in dahil edilmesi, ilk dört bölümdeki sorulara cevap veren önemli detaylar sağladı. Ayrıca, Kosova Savaşı’nın yıkımını, Irak’ta bulunamayan kitle imha silahlarını ve Kraliçe’nin “en az favori başbakanım” dediği Blair’in hikayesi üzerinden işgalin yıkıcı etkilerini görmek, dizinin eski tadını yakalamamıza yardımcı olan başka bir faktördü.
Sonuç:
Bazı iniş çıkışlara rağmen, The Crown’ın altıncı sezonu zirveye çok yakın bir noktada veda etti. Duygusal derinlik, karakter gelişimi ve nostaljik öğeler, tatmin edici bir sonuca katkıda bulundu. İzleyiciler olarak, ekip için gösterdikleri özveri ve kalite için minnettarız.