//

Pis Roman: Maksim Gorki’nin Devrimciliği mi Sümeyye’nin Bencilliği mi? -10

8 mins read

Sevgili okur, hayat, karman çorman ve yaşamak kolay değil fakat zor da değil. Yaşamı bir bedel ödemeden kazanıyoruz ama aralarda ödediğimiz bedellerle sürdürebiliriyoruz. Kimimiz bu bedeli hayata adım attığımız günden itibaren ödemeye başlarken kimimiz gecikerek ödüyoruz. Sonuçta hepimiz üzerimize düşen bedelleri ödüyoruz. Aklıma gelmişken söyleyeyim; hayatın ve yaşamın üzerimizde açtığı yaraların, acıların peşine düşecek değilim. Fakat gecenin ortasında üzerime çullanan sorunların büyük bir kısmını ertelemenin, bazılarını da üzerimden atmanın bir aracı olarak yazıyı kullanıyorum. Belki bunlar olmasa yazmayacağım. Yazmak benim için çok da matah bir şey değil. Yazmaya zorlayan şey; asıl itibariyle benim sorunlarım. Sorunum olmasa yazmayacağım. İnsanlar sorunlarını anlatarak çözerler. Bense yazarak çözme yoluna gidenlerdenim. Konuşmak ilkel bir davranışken yazmak belli bir eğitimi ve entelektüel bir zekayı gerektiriyor. Kendimi hemen her zaman ilkel değil elit olarak gördüm. Sanırım iletişimin en etkili aracı konuşmakken yazmak en nitelikli olanı. Ve tabiki yazmak benim bildiğim en iyi işlerden biri. “Neden yazıyorsun?” diye soruyorlar, bütün bunlardan dolayı…

Romanımın eski kahramanı Sümeyye’nin neler yaptığını ve başıma ne gibi belalar açmaya çalıştığını sizler de görüyorsunuz. Ona hak vermiyor değilim ama sonuçta bu hayat… Ve hayat bize kendi arzularımızı, heveslerimizi gerçekleştirmek için bahşedilmiş bir zaman dilimi değil. Ya da şöyle mi ifade etsem; hayat bizim istek ve arzularımıza göre şekillenmiş bir zaman dilimi değil. Hepimizin hayalleri, arzuları kursağımızda kalarak hayata veda ediyoruz. Hemen her ölüm çoğunlukla aniden olur. Her hazırlıklı ölüm zamansızdır. Sümeyye’nin bütün sorunu bunu hazmedememesi. Kendini o kadar kaptırmıştı ki olan bitene. O kadar kaptırmamak gerektiğini sonradan anlasa da iş işten geçmişti. Ama onun da bunu bir gün kabul edeceğini ve beni rahat bırakacağını umut ediyorum. Rahat bırakmazsa artık bir çaresine bakacağız. Hayat hiçbir zaman zorbalığı kaldıracak kadar sabırlı, sinsiliği taşıyacak kadar uzun değildir.

Oysa ben Sümeyye’nin yerinde olsaydım belki de maruz kaldığım haksızlığı bencilce bir var olma ve intikam alma çabasına değil devrimci bir ruhla hayatı ve hayatın içinde var olan problemleri ele almaya çalışırdım. Devrimci ruh derken Maksim Gorki’nin Amerika’da yazdığı “Ana” adlı roman aklıma geldi. Tamam her ne kadar o toplumsal kokuşmuşluğu, Rus toplumunun tabakalaşmış yapısını, yoksulluğu, emeğin sömürüsünü toplumsal gerçekçilik üzerinden anlatarak bir eser ortaya koymuş olsa da nihayetin de kendi gerçeğinden, kendi yaşamından hareketle hayatı ve yaşamı sorgulamıştır. Romanı çok beğenmesem de sayfalarına nüfuz eden trajedi kendisini her zaman hissettirir. Rüveyda’nın öyküsü gibi bireysel bir öyküdür ama Gorki onu toplumsal ve siyasal sorunları anlatmak için aktarır ve işler. Felsefe, siyaset, politika, din, kültür, sanat, edebiyat, hak-hukuk, eşitlik hemen her ne konuşursak konuşalım sonuç itibariyle hayatı konuşuyoruz ve hayat zaten bir trajedi değildi midir?

İnsan okur değil de işte benim gibi yazar olunca anlatmak istenilene hep entelektüel bir gömlek giydirmeye çalışıyor. Ne yapabiliriz ki benim gibileri cazip kılan da bu… Her şeyi, her olanı analiz edip ardından da okura retorikle aktarmak. Edebiyatın bu gücünü seviyorum. Hem çok küstahça geliyor hem çok cesurca. O zaman bir edebiyatçının küstah ve cesur olması gerekir, diyebiliriz.

Bir yandan da Rüveyda yazdıklarımı okuyor “Vah vah, bu adamın gerçekten ağır travmaları var.” diyerek iç geçiyor. Bir gün bu Rüveydayı kötü benzeteceğim ama ne zaman! Sümeyye’yi öldürüp yerine onu getirdiğime bin pişmanım ama hayat işte… Her zaman müdahale etmek de olmuyor. Roman da olsa… Edebiyat eleştirmenleri genelde yazarın neden romanında oraya buraya müdahaleler yaparak kurguyu daha iyi hale getirmediğini tartışırlar. Romanda kimi kahramanlarının zayıf, kimi kahramanların daha iyi işlendiği veya yazarın kurguda kimi yerlerde mantık hataları yaptığını dile getiren yazılar yayınlarlar. Oysa hayatta böyle değil mi ve roman da bir hayat değil mi? Hayatı eleştirmek ne kadar anlamsızsa romanı da eleştirmek o kadar anlamsız demeyeceğim tabi ki. Fakat romanda mantık aramak bence çok saçma hele de post-truht yazdıklarında. Zira mantık dediğimiz şey baştan sona bir mantıksızlıktır ve dili yok eden en büyük düşmanlardan biridir. Tamam bu son cümlem biraz ağır oldu ama mantıkçılar da defolsun gitsin lütfen!

Diğer yandan Rüveyda söylenmeye devam ediyor “Bu adamın felsefe yapma arzusu her şeyden konuşarak ‘ben çok bilgili, süper zekayım kasıntıları’ yok mu(?) Romanın içine edecek manyak!”. Sanırım bu Rüveyda’nın bana yönelik bir takıntısı var. Acaba diyorum Abdulgaffar bunu yeterince tatmin etmiyor mu? Bu neden her şeye söyleniyor.

-Terbiyesizsin sen yazar!

Bu Rüveyda’yı uzay boşluğuna fırlatacağım en sonunda. O ne lan! Gökyüzünde gördüğüm bir UFO mu? Ne oluyor bu romana!

Hayati Esen

In 2005, he published his first book "Why Sufism". Then in 2012, he published essays on theology, politics and art in various magazines and newspapers. In 2014, he founded the website fikrikadim. The website is published in Turkish and English. In 2023, he wrote a post-truth novel called "Pis Roman". He still publishes his articles on fikrikadim.