/

Mahmut Karaman: Travmatik Toplum

7 mins read

Ne yazık ki, bireysel ve toplumsal düzeyde yaşanan travmalar ülkemizdeki bütün grup kimliklerinin zihin yapılarını dumura uğratmış vaziyette…

Bu travmaları en yüksek düzeyde yaşayan kimliklerin başında Müslüman Grup Kimliği gelmektedir.
Burada yazacaklarımın hiç bir şekilde anlaşılmayacağı gibi yanlış anlaşılma riskinin çok yüksek olduğunu da biliyorum.
Müslüman-Muhafazakar grup kimliği yaşadığı travma sürecinden dolayı yaşadığı süreci okuyamamaktadır. bütünüyle siyasete kilitlenmiş vaziyette… Oysa siyasetten bağımsız olarak kültürel kimliğini, özellikle kültürel temsil kabiliyetini bütünüyle kaybetmeye başladığının farkında bile değil. Özellikle kültür üretim ve uyarlama yeteneklerinin sıfırlanmasına karşılık taklit yeteneklerinin oldukça gelişmiş olduğu görülüyor. Kısaca Müslüman Grup kimliği tam bir akıl/zihin tutulma sürecini yaşıyor. (rahatlamak isteyenler için söyleyeyim; kafayı soğuk suyun altına iyi gelebilir.)
Hikaye burada anlatılacak kadar kısa değil. Ülkemizde var olan bütün grup kimliklerini belirleyen ana unsur bu travmalar. Kardeşlik Seferberliği kapsamındaki faaliyetlerimiz sürecinde bu travmatik kimliğin onlarca tezühürlerini gözlemledim. bütün kimliklerdeki yaygın olan ortak davranışlar aynı… Davranışların yaygınlığını görmeden tekil düzeyde açıklamak kolay ama bu açıklama tarzı yeterli olmadığı gibi kişilere de haksızlık olur. (Aksi halde Kardeşlik Seferberliği ekmek panosundan “Kardeşlik Seferberliği” ifadesini silen müftü efendiye dangalak, Cami bahçesinde evsizlere yemek dağıtan araca savaş açan imam efendiye ahlaksız dememiz gerekir.) ama burada bir grup davranışı ile karşı karşıyayız. diğer bütün grup kimliklerinde olduğu gibi Müslüman grup kimliğininde zihin yapıları kapalı.
Bunları niye yazıyorum.
Sanırım beş veya altı yıl oluyor, öğrencilere sunum için beni davet eden İmam Hatip Lisesi yöneticilerinin hemen hepsi, sunum sonrası çay sohbetinde bana “öğrenciler için okulda çıkarılan yemekten ortalama olarak günde 30 ile 50 kişilik civarında bir yemeğin çöpe döküldüğünü, bu yemeği evsizlere dağıtmak için Aşhane aracının alıp alamayacağını” sordular. Zaten sunum davetini kabul etmemin tek nedeni öğrencilere bir iyilik davranışı kazandırma ile ilgili bir proje geliştirme hayalimdi. sunum süresinde de öğrencileri biraz ajite ederek benzer tekliflerde bulunmuştum. Her okulda sunum sonrası çok kalabalık öğrenci grupları önümü keserek ne zaman başlayacağımızı soruyorlardı. İmam Hatip liselerinde günde 30 ile 50 kişilik bir yemeğin çöpe dükülmesindeki ahlaksızlığı veya bana yapılan teklifin ilkelliğini bir yana bırakak Aşhane aracı için böylesi düzensiz ve belirsiz bir katkının anlamlı olmadığını söyleyerek söz konusu hoca ve okul yöneticilerine; ‘hocaların yönetiminde oluşturulacak öğrenci iyilik grubu ile bu yemekleri yakın çevrede özellikle tek başına yaşayan ihtiyaç sahibi kişilere ulaştırmayı düşünmemiz gerektiğini söyledim. Bunun için gereken katkıları yapacağım gibi öğrencilere iyilik davranışlarını kazandıracak başka bir iki proje başlıklarını da anlatım.
Oldukça şirin/sempatik, mütebessim ve mültefit ama riyakar sözler ile beni uğurladılar…
Sonra ne mi oldu?
Ben bayağı heyacanlı bir şekilde beklemeye başladım, sonra değişik şekillerde ne kadar salak ya da koskoca hoca ve yöneticilere iş öğretecek kadar nasıl ukala birisi olduğumu duymaya başladım…
Aynı süreci müftülüklerde yaptığım sunumlarda yaşadım.
Peki bunların ne önemi var, bu memlekette birileri birilerine ilk kez mi “salak” diyor, ya da bana “salak” dememek ile ilgili dört mezhebe göre bir yasak mı var…
Hayır yok…
Peki, o zaman neden yazıyorum bütün bunları…
Whatsap üzerinden gelen kısa bir video yüzünden yazıyorum bunları…
Muhafazakar ve laik/seküler/modern kimliklere sahip iki aile arasındaki olayları aktarmaya çalışan “Kızılcık Şerbeti” isimli dizinin ikinci bölümünden alınan kısa videoda; okul yöneticisi müdire hanım “okulda israf edilen yemeklerin aynı semtte bulunan ihtiyacı olan kişilere ulaştırmak amacıyla” öğrencilere bir proje teklifinde bulunuyor…