//

İran’ın kendini yok etme stratejisi

13 mins read

İran’ın tarihi, sosyo-politik ve sosyo-ekonomik yapısı Irak, Suriye, Libya, Lübnan gibi bölgedeki diğer ülkelerden çok farklı ve derinlikli bir yapıya sahip. İran’ın 20. yüzyıldaki siyasi tarihine baktığımızda üç büyük devrim geçirdiğini görürüz; 1906 Anayasal Devrimi, 1950’lerin başında Muhammed Musaddık önderliğindeki petrolün millîleştirilmesi hareketi ve 1979 devrimi. İran İslam Devrimi olarak isimlendirilen devrimi tek başına doğal bir süreç olarak değerlendirmeyenler için Amerikan-Nato’nun Yeşil Kuşak projesinin bir sonucudur. Bu tespit bugünlerde tartışılmaya müsait olan bir analiz. Zira günümüzde popülaritesini kaybetmiş Yeşil Kuşak projesinin istenen sonuçlarının alınmasıyla birlikte İran İslam Devleti’nin sonunun geldiği teorisi de geliştirilebilir. Komplo teoriler her zaman zihnimizin bir yanında bulunmakla birlikte reel-politik, siyasal değişim ve dönüşümlerin tek başına bir izahı olamaz, notunu da düşmek isterim.

Pek çok İranlı ülke genelinde yaşanan gösterilerin, İran resmi ajanslarının haberleştirdiği gibi sadece dağınık protestolar ve gösteriler olarak değil, yavaş yavaş ilerleyen bir devrim olarak nitelendiriyor. Bazı ülkelerde devrimler bir aydan kısa bir süre içinde gerçekleşmiş olsa da, yukarıdaki paragrafta işaret ettiğimiz gibi İran’ın siyasi tarihi, ülkede bir devrimden önce genellikle aylarca, hatta yıllarca süren ve giderek büyüyen protestolar yaşandığını aktarır bize.

İran’da protestolar üçüncü ayını geride bıraktı. Bu, İslam Cumhuriyeti’nin kırk yıllık iktidarında eşi benzeri görülmemiş bir durum. Protestocular politika değişikliği talep etmiyor, bunun yerine rejim değişikliği istiyorlar. İranlı bir aktivistin Reuters ile yaptığı röportajdaki”Hey dünya, beni duy! Ben bir devrim istiyorum! Özgürce yaşamak istiyorum ve bunun için ölmeye hazırım! Bu rejimin baskısı altında her dakika ölmektense, özgürlük için yapılan protestolarda onların (güvenlik güçlerinin) kurşunlarıyla ölmeyi tercih ederim.” sözleri İran’da yavaş yavaş gelen bir devrimin ayak sesleri olarak okunması gerekir.

Olası bir devrim korkusu bazı İranlı yetkililer tarafından da hissediliyor. Reformist fraksiyonun bir üyesi olan Muhammed Rıza Tacik, devlet kontrolündeki Bahar News‘e verdiği bir röportajda “Günümüz toplumundaki mevcut siyasi durum korku dönemini aşmış ve öfke dönemine girmiştir. Mevcut hareket bir tür mutluluk ve yaşam coşkusuyla ilişkilendiriliyor. Bugünün aktivisti özgürlüğe ulaşmak için hayatını feda etmeye hazır. Bugünün aktivisti sadece öfke dilinin çözüm olduğunu ve diğer dillerin cevaplanmadığını ve duyulmadığını düşünüyor. Yıllar boyunca nefret tohumları ektik ve şimdi büyük bir öfke biçiyoruz.” cümlelerini kurdu.

İran İslam Devriminin gerçekleşme sürecinde yaşananlara geri dönüş yaparsak günümüzde yaşananları daha iyi anlarız oluruz.

İran’da gerçekleşen 1979 devriminin, 25 Ocak’ta başlayan ve 11 Şubat’ta Hüsnü Mübarek’in cumhurbaşkanlığından istifasıyla sonuçlanan Mısır’daki 2011 devriminin aksine kısa bir süre içinde gerçekleşmediğini görürüz. Aslında İran’daki protestolar Ekim 1977’de, devrimden yaklaşık bir buçuk yıl önce başladı ve Şah hanedanının devrildiği, 1979 yılına kadar devam etti.

1978’de sıradan insanlar ve çeşitli muhalif gruplar bir araya geldi. Ancak uluslararası toplum bu protestoların bir devrimle sonuçlanabileceğine, inanmıyordu. Bunun nedeni büyük olasılıkla Şah’ın İran dışında meşruiyete, güçlü bir orduya ve halkın desteğine sahip bir kral olduğu imajını yaratmada, başarılı olmasıydı. Ancak Şah’ın güvenlik güçleri insanları öldürdükçe, direniş kampanyası ve protestolar daha da büyüdü. Nihayetinde Ayetullah Humeyni’nin öncülüğünü yaptığı örgütlenme, Şah’ın ülkeden kaçmasının ardından Şubat 1979’da devrimi gerçekleştirdi.

Bugün de İran rejimi protestoculara karşı şiddet kullandıkça protestolar daha da güçlenerek devam ediyor. İran’da cenaze törenlerinin, cenazenin defininden sonraki üçüncü gün, yedinci gün ve kırkıncı gününde düzenlendiğini belirtmek gerekir. Bu törenler artık kitlesel protestolar için bir platform haline gelmiş durumda ve rejimin iktidarını daha da zora sokuyor. Rejim daha fazla protestocuyu öldürdükçe, kendisini kontrol edilemez bir öfke ve direniş çemberinin içinde buluyor.

Halkın devam eden sivil itaatsizlik ve direnişinin bazı unsurları 1979’da var olanlara benziyor. Örneğin, o dönemde İran halkının çoğu temsili ve demokratik bir yönetim sistemi kurmak için mücadele ediyordu. Yaygın siyasi, mali yolsuzluklar ve insan hakları ihlalleri nedeniyle Şah Muhammed Rıza Pehlevi’den memnun değillerdi.

Bu faktörlerin yanı sıra insanlar şu anda iktidardaki din adamları, sözde ahlak polisi, İslami Devrim Muhafızları ve onun paramiliter grubu BESİC tarafından dayatılan kısıtlayıcı kurallardan bıkmış durumda. Pek çok insan aşırılıkçı inanç ve öğretilerini topluma dayatan bir teokrasi istemiyor. Ayrıca pek çok insan daha iyi yaşam standartları ve ekonomik eşitlik talep ediyor.

Kırk yılı aşkın bir süredir İslam devrimini diğer ülkelere ihraç etmeye çalışan İran’ın, kendi ülkesinde yavaş yavaş gerçekleşen bir devrimi önlemek için; ülke içinden gelen haberlere göre mümkün olan her türlü acımasız taktiğe başvurması ironik olarak tanımlanabilir.

Tekrardan bir komplo teorisi geliştirerek devam edelim; Yeşil Kuşak projesinin Amerika’nın Afganistan’dan ayrılmasıyla bölgesel işlevini tamamlamış olduğunu düşünenler çoğunluktaydı. Olaya sadece “Amerika’nın taktiksel bir geri çekilişi ya da daha ileri gidersek Afganistan’da kaybetmesiyle sonuçlandı'” düşüncesi de yaygındı. Afganistan’ın Taliban’a bırakılmasının İran’la ilgili olduğu konusu çok da düşünülmüş bir konu değildi. Her ne kadar kimi zaman sosyal medyada kısa paragraflarla konuya şahsen işaret etmiş olsam da sanırım başka kimse buna değinmedi.

Uzun bir süredir bölgedeki -özellikle Irak ve Yemen’de- Sünniler ve Şiiler büyük ölçüde İran’ın da müdahalesiyle  birbirlerini boğazlıyorlar. Her ne kadar İŞİD ve El Kaide gibi radikal terör örgütleri mezhebi çatışmanın fitilini ateşlemiş olsalar da bu süreci devam ettiren İran oldu. İran kendi devrimini korumanın yolunun, bu bölgelerde operasyonlar yapmakta olduğunu düşündü ve stratejisini buna göre belirledi. Fakat gözden kaçırdığı şey, Amerika’nın ve müttefiklerinin de arzu ettiği durumun bu olmasıydı. Mezhep savaşlarıyla itibarını kaybetmiş bir inanç devleti, kendi topraklarında kaybetmeye mahkum olacaktı. İran, oluşturlan mezhep savaşının tarafı olarak hem kendi halkında hem de bölge devletlerindeki itibarını kaybetti. Her ne kadar ilk zamanlar bu mücadelenin İran devleti ve halkı için özgürleştirici bir mücadele olduğu propagandasın da başarılı olduğu gözlemlense de sonradan ekonomik sorunlar, yolsuzluk, iç siyasal çekişmeler, bitmeyen savaş, İran’ı zayıflattı… Ve bugün artık İran devletinin bu gösterileri engellemede başarısız olduğunu görüyoruz. İran bu gösterileri engelleyecek ne siyasal, ne ideolojik ne de ekonomik bir güce sahip. Çünkü bölgenin istikrarsızlaştırılması görevini ideolojik ve dini bağnazlıkla yerine getirerek kendisini de zayıflatmış oldu. Yeşil Kuşak projesi ve sonrasında çeşitli siyasal tanımlarla devam eden bu süreç, Ortadoğuyu bitmeyen mezhep ve etnik savaşların merkezi haline getirmekti… İran bu görevi, içine saplandığı ideolojik bağnazlıkla yerine getirdi.

Türkiye, Arap Baharı ve ardından gelişen süreçte mezhebi bağnazlığın, savaş ve çatışmaların tarafı olarak sürüklenmekten kendini korudu. Bunda kuşkusuz ideolojik bir din devleti olmamasının katkısı büyüktü.  Fakat Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştirdiği operasyonların da kendi içinde barındırdığı ideolojik saplantı ve bağnazlığa sürüklenme tehlikesini görmek gerektiğini düşünüyorum. Özellike içeride kimi yeni kurulan partilerin etnik ırkçılığı, göçmen düşmanlığını kullanarak siyaset yapmasını hatırlatarak….

Hayati Esen

In 2005, he published his first book "Why Sufism". Then in 2012, he published essays on theology, politics and art in various magazines and newspapers. In 2014, he founded the website fikrikadim. The website is published in Turkish and English. In 2023, he wrote a post-truth novel called "Pis Roman". He still publishes his articles on fikrikadim.


Fatal error: Uncaught TypeError: fclose(): Argument #1 ($stream) must be of type resource, bool given in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php:2386 Stack trace: #0 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2386): fclose(false) #1 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2146): wp_cache_get_ob('<!DOCTYPE html>...') #2 [internal function]: wp_cache_ob_callback('<!DOCTYPE html>...', 9) #3 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/functions.php(5420): ob_end_flush() #4 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(324): wp_ob_end_flush_all('') #5 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(348): WP_Hook->apply_filters('', Array) #6 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/plugin.php(517): WP_Hook->do_action(Array) #7 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/load.php(1270): do_action('shutdown') #8 [internal function]: shutdown_action_hook() #9 {main} thrown in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php on line 2386