Her Kadın Marilyn Monroe Olmak İster Mi?  Bir Daha Düşünün… 

11 mins read

Son zamanlarda gündemde olan ve eleştirilerin hedefindeki Marilyn Monroe‘nun hayat hikayesini anlatan Blonde filmini, ben de izledim. İzledikten sonra bir süre kendime gelemedim ve dehşete kapıldım. Ama günler sonra film hakkında düşündüğümde madalyonun öbür tarafına da bakmak gerektiğini düşünüyorum. 

Bence film yeni bir tartışma konusu başlatmaya aday. Biyografik filmlerin hayatın bütün yanlarını mı ele alması gerekir yoksa bir yönüyle ele alınabilir mi, diye. Yönetmen tercihini tek bir yönden ele alarak kullanmak istemiş. Marilyn Monroe’nun zihninde daha doğrusu bilinç altında dolanıp duruyoruz filmde. Filmin Marilyn Monroe’nun bütün yönleriyle gösterme derdi olmadığını çocuklukta yaşadığı taciz, genç yaşta yaptığı evlilik gibi bazı olayları es geçmesinden anlayabiliriz.

Yönetmeni ve senaristi olan Andrew Dominik, Marilyn Monroe’yu asıl ismi Norma Jeane’nin zihninden dünyaya bakıyor. Hatta onun bilinç altındayız. O yüzden film boyunca boğuluyor gibi hissediyoruz. Sanırım Marilyn Monroe’nun neden intihara sürüklendiğini bütün çıplaklığıyla göstermek istiyor. Kurgu olarak eksikleri olabilir ama düşünsel olarak orijinal olduğu açık. Bilinçaltı olduğunu, Marilyn Monroe’nun bilinçaltında yüzdüğümüzü olayların başlangıç ve bitişlerin belirsizliğinden anlayabiliriz. Klasik bir hayat hikayesinden çok hasta bir beyinden herşeyi görüyoruz.

Film, Marilyn Monroe’nun hasta tarafından dünya böyle olduğu için o kadar başarılı, o kadar güzel, o kadar zeki olmasına rağmen ilaçlar, uyuşturucular kullanıyor; intihar teşebbüslerinde bulunuyordu, demek istiyor. Seyirci olarak bu mesajı aldık mı…  Fazlasıyla tokat yemiş gibi aldık. Bazen sanatta tokat yemek gerektiğini de düşünüyorum. Marilyn Monroe ‘ya artık başka bir gözle bakıyor muyum? Bakıyorum. Psikolojik hastalıkların, travmaların, çocukluğun, ebeveynlerin insan hayatındaki etkisi ve önemi; bir kez daha beynimde yankılandı

Her Kadın Marilyn Monroe Olmak İster Mi?  Bir Daha Düşünün…  1Marilyn Monroe’nun paranoid şizofren sınırında teşhisi konmuş. Bu yüksek oranda genetikti. Annesi de ağır psikolojik sorunlardan kızına bakamamış ve Marilyn Monroe bu yüzden çok zor günler geçirmişti. Aslında Marilyn Monroe’nun kaderini kendinden çok annesi çiziyor. Annesi hasta olduğu için ona bakamıyor, babasının kim olduğunu bilemiyor, bu durum onu  çocukken tacize açık ve savunmasız hale geliyor. 

İnsan hastayken sağlıklı düşünemez. Yardıma ihtiyacı olur. Film hep Marilyn Monroe’nun hastalıklı yönünden ele aldığı için hep zayıf, çaresiz, iradesiz bir Marilyn Monroe izliyoruz. İşte izleyiciyi rahatsız eden durum bu. 

Çünkü bizim bildiğimiz Marilyn Monroe film ışıkları altında, erkeklerin peşinde koştuğu; filmde ironiyle bahsedildiği gibi her kadının olmak istediği bir kadındı. Kişisel hayatinda oyunculuk eğitimi alan, okuyan, sorgulayan ve zekası yüksek bir insandı. Kendi gibi travmalar yaşamış ve yardıma muhtaç insanlara özellikle çocuk ve yaşlı insanlara çok duyarlıydı. Filmde hep hastalıklı bir kadın olarak ele alınınca izleyici olarak haliyle bunalıyoruz ve normal bir Marilyn Monroe’yu gözlerimiz arıyor fakat bulamıyoruz.

Filmde ayrıca Marilyn Monroe’nun çocuk sahibi olma isteğini ve bütün girişimlerinin hüsrana uğramasını izliyoruz. Burada tekrar kendini var edebileceği ve hayata tutunabileceği bir bebek arzuluyor. Kendi çocukluğunda yaşayamadığı sevgiyi ona vermek istiyor. Ne yazık ki hayat onun tutunmasına izin vermiyor. Bir şekilde hamilelikleri son buluyor. Çocuk sahibi olmaya çok anlamlar yüklüyor. Gerçekleşmeyince de ruhsal olarak yine yıkıma uğruyor. 

Filmde Marilyn Monroe’nun keskin zekasına az da olsa değiniliyor. Yine belli belirsiz ki – filmin tarzı bu- sinemada oyunculuğunu başkalarının birleştirdiğini, sahnedeki oyunculuktaysa kendisinin ortaya koyduğu gerçek bir oyunculuk olduğunu belirtiyor. Arthur Miller’le ilk tanışmalarında, Miller’in yazdığı karakteri, onun tam yazdığı gibi ve kimsenin yorumlamadığı şekilde yorumlayınca Miller, Marilyn Monroe’ya hayran kalıyor. 

Marilyn Monroe’yu intihara sürükleyen travmalardan en önemlisi babasının kim olduğunu bilmemesi. Filmde babasından sürekli mektuplar alıyor. Bu mektuplarda babası onunla en yakın zamanda görüşeceğinden bahsediyor, ona sürekli umut veriyor. Hep babasının gelmesini bekliyor. En sonunda bu mektupları onun eski sevgililerinden birinin yazdığını öğrenince hayatının sonunu getiriyor. Onun için tutunacak bir dal kalmıyor. 

Filmde sunulandan hariç ben Marilyn Monroe hakkında hayatındaki erkek figürlerin ruhsal hayatını olumsuz etkilediğini düşünüyorum. Baba figürünün olmaması, yokluğunu bırakın kim olduğunun bilinmemesi onun hayata eksik başlamasına neden oluyor. Bu eksiklik ileriki hayatında tacizlere, çarpık ilişkilere ve yanlış tercihlere açık hale getiriyor. John Kennedy ve kardeşiyle çarpık ilişkisini de bu gözle değerlendiriyorum. Baba figürünün eksikliğini dünyanın en güçlü erki görünen ABD başkanıyla ilişki kurarak gideriyordu. Bu, hem kendini en korunaklı güçle korumaya hem de zirvedeki gücü elde etmeye yönelikti. Belki de dünyaya, kadere, bütün insanlığa meydan okuyarak “Ben babasızdım ama dünyanın babasını elde ettim.” mesajı veriyordu. Kennedyler artık onunla görüşmek istemeyince zaten sağlıksız olan bu denge yıkıldı. Çocukluğundan bu yana kaybedişlerinin en zirvesini yaşadığını hissetti. Yine biyografisini anlatan belgeselinde belirtildiği gibi Kennedylere aşık ve bu aşka karşılık bulamadığından değildi. Karmaşık ve ruhsal bir yıkıntıydi yaşadığı. Kendini kullanılmış ve istenilmeyen bir varlık gibi hissetti. Bu çocukluğundan bu yana maruz kaldığı kronik bir durumdu. Ama bunu zirvede de yaşıyordu. 

Marilyn Monroe kısa hayatında zirveye çıkarken de hep kaybetti. Zirveye çıkmak zordur. Zirveye çıkarken kaybetmekse daha zordur ve yıkıcı olur. Bu onu anlamamızı sağlar. Çünkü çoğumuz; onun şöhretine, güzelliğine , zekasına yani sahip olduklarına bakarak, bütün bunları atlatabileceğine ve ne olursa olsun hayata tutunması gerektiğine inanıyoruz. Belki sağlıklı düşünebilse bu mümkündü. O ruhsal bunalımları içinde, ölmek dışında bir seçeneği olduğunu düşünemiyordu. Filmin akılda kalan sahnelerinden biri yardımcısının “Her kadın Marilyn Monroe olmak ister.” dediğinde onun kendi olmak istemeyişini ve başka biri olarak doğmak istediğini hissettiriyor. Bebek sahibi olma isteği bununla bağdaştırılıyor. Filmin anlatmak istediği belki de bu. Herkes onun gibi olmak isterken, o kendisi olmak istemiyor. Film farklı bir bakış açısı uyandırdığı için izlenmeye değer.

 

 

Esen Güney

Esen Güney Married She has a son and was born in Giresun. She lives in Istanbul. Since 2014, she has been working as a writer and publication editor at fikrikadim.com. She has published essays, stories and interviews. He still continues to write and conduct interviews.


Fatal error: Uncaught TypeError: fclose(): Argument #1 ($stream) must be of type resource, bool given in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php:2386 Stack trace: #0 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2386): fclose(false) #1 /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php(2146): wp_cache_get_ob('<!DOCTYPE html>...') #2 [internal function]: wp_cache_ob_callback('<!DOCTYPE html>...', 9) #3 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/functions.php(5420): ob_end_flush() #4 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(324): wp_ob_end_flush_all('') #5 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/class-wp-hook.php(348): WP_Hook->apply_filters('', Array) #6 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/plugin.php(517): WP_Hook->do_action(Array) #7 /home/fikrikadim/public_html/wp-includes/load.php(1270): do_action('shutdown') #8 [internal function]: shutdown_action_hook() #9 {main} thrown in /home/fikrikadim/public_html/wp-content/plugins/wp-super-cache/wp-cache-phase2.php on line 2386