Halkın Organı Partisi

14 mins read
1
Tam bütün sorunlar bitti, artık korkmadan tasarruf edilecek büyük bütçeye ulaştım diye sevinmiştim. Bu bilinçle kabıma sığamadığım anda banka hesabına ulaşamadığımı gördüm. Elim ayağım titremeye, göğsüme ağırlık çökmeye ve tedbirsizliğime lanetler savurmaya başladım. Doktorların insana “iktidarsız” olduğuna dair o meşum haberi verdiği güne uyanmış gibi. İlk cinsel deneyiminde erekte olamayan ergen genç mahcubiyeti ile kendimden utandım en çok.
 
Hayatımda ilk defa hükmedebileceğim milyonlara baliğ olan bir hesap elimin altındaydı. Cebimdeki paradan bile yakındı bana. Bir tuşla benden beklenenleri nihayet verecek makama ulaşan Maliye Bakanı gibiydim artık. Bilseydim şahsi hesabımın IBAN’ını verirdim, yüce devletlüye.
 
Parti hesabını vermek akıllara seza. Güya kurumsal olsun istemiştim bundan böyle. Partinin artık anayasal bir kurum olduğuna ikna etmeye yetecek şartın sağlandığını görecekti, herkes. Gaflet işte, mağrurlanmanın hazin sonucu. Her şey yoluna girdiği özgüveni içindeyken yıkıldığımı, son hızla giden otomobilin dört tekerinin aynı anda patladığını hissettim. Küfürler savuracaktım ki kibrime ve partiye hâkimiyetim sonsuz artık diye oluşan kesin inancıma yanıp yakıldım. Mahalleden Zaloğlu Rüstem namıyla rap rap ayrılıp ameliyatın nekaheti üzerinde mıy mıy dönen trans Bülent gibiydi adımlarım.
 
Bu yaşa kadar hiçbir işte başarılı olamamıştım. Zengin olmak için girdiğim bütün ticari faaliyetler iflasla sona ermişti. Artık dikiş tutturacak yaşı geçtiğimi kabul ettiğim bir gece kafamda o ışık yanıp söndü. Parti kuracaktım! Siyaset çok az sermaye ile büyük kazanımlar sağlayabilirdi, insana. Başarısız olsam sorun değildi. İlk de olmayacaktı yenilgim. Ya tutarsa? Yeter ki talih kuşunun konacağı, avcuma hazine anahtarının verileceği o G gününde taksim kavşağında bulunmak yeterliydi. Payına düşeni al Ömer, diye cesaretlendirdim kendimi. Payına düşeni al!
 
Tanıdıklarımdan, akrabalardan ve hatırımı kırmayacak insanlardan otuz kişilik bir liste yaptım. Tanıyan olsa boşvermişler kulübü kurulur bunlarla diye düşünürdü. Allahtan, resmi kurumlar sadece isim ve TC kimlik olsun, arkasında kim var diye bir düşünceye sahip değildi. Mevzuat kurumları ‘olduğu’ gibi değil ‘göründüğü’ gibi ele alıyordu nasılsa. O halde ben de bir parti kurabilirdim.
 
Halkın Organı Partisi tüzük ve programı ile tescillendi sonunda. Tabelayı asınca da her şey tamamlandı. İlk toplantıda genel başkanlığa kuruldum. Nihayet tahta ulaşan veliaht gibi. Kırımdan gelen Şehzade Selim gibi. 30 kişilik kurucu arasından Allahlık birini de sayman yapıp ittifak görüşmelerine çıkabilirdim. Çandarlı feleğine rağmen tahta çıkan genç Mehmet görüyordum aynaya her baktığımda.
 
Siyasi Partiler Kanunu en az iki imza ile bütün işlemlere yetkili kılıyordu. İkinci kişiyle imza sirküleri çıkarıp siyasi ekonomik, propaganda, tanıtım faaliyetlerine hazırdım bundan böyle. Çoğu tüzel kişiler de aynı sürece tabidir nitekim. Yoksa tek imza ile kendimi tam yetkili kılmayı çok isterdim ama mümkün olmadı.
 
Olsun, yanımdaki ikinci imza sahibi, bana teslimiyeti tartışmasız ve soru bile soramayan Saffet Sorunsuz’du nihayetinde. İnsan öngöremiyor ki an aptal olan en yaman tuzağı kurarmış.
 
Her kapıyı aşındırdım. Her ittifakı yokladım. Tabela partisi diyemezlerdi, İçişleri Bakanlığında kaydımız, Yargıtay Cumhuriyet başsavcılığında dosyamız vardı. İlk önce Millet ittifakına yaklaştım. Halk ile millet arasında kücük bir anlayış farkı vardı esasen. İktidar müttefik bulmakta zorlanmazdı. Ganimete ulaşmak için vakit gelmedi daha diye düşünüyordum. Belli bir süre muhalefeti göze almam lazımdı. Millet ittifakı almadı bizi arasına. Bu ittifakın başını çeken parti altı sayısında karar kılmıştı. Fazlasına ihtiyacı yoktu. Altı oku hatırlatsın diye herhalde.
 
Mecburen diğer ittifaka yöneldim. Gerçi bu tarafta tedirgin eril bir dil, nefsine hâkim olamayan, savurgan ve ciddiyetten uzak bir söylem vardı. O halde ihtişamın büyüsüne, groteskin eğlencesine, yerel ve aşina dinamiklere yaslanmalıyım diye düşündüm. Coşkulu alkışa, aşırı iltifata, yalanlarla beslenen her övgü söylemine ihtiyaç duyar iktidar. Kendisine yaklaşanlarla samimi ilişki kurmaya çalışır. Sürekli kendisini düşündüğü için keyifli sohbet ortamı arar. Komiklik ormanında, ip cambazı dalkavuklar arasında geniş bir boşluk buldum. Orayı doldurmak benim özel yeteneğimdi işte.
 
Her ortamda onlara kahkahalı bir eğlence ve oyun zevki sundum. Yetkililer, halkın şarkı söyleyerek dans etmesini ve güneşin altında kıvrak bedenlerin her reveransını hoşgörüyle karşılar. Hele bizim gibi Halkın Organı tesmiye edilen bir kurum aradıkları eksik parçaydı, onlara göre. Ulusun Parlayan Önderinin tebrik edildiği törenlerde, başkanlık alayının her gösterisinde çalan davulların kuvvetli ritmiyle coşacak bir halk vardı artık. Halkı dipdiri bir sertlikle temsil eden partimiz yükselişteydi.
 
Bir günde altı ayrı programa yetişen bir önderimiz, onu insanların daha önce görmediği bir sıcaklık ve coşkuyla karşılayan partililerimiz vardı. Önderimiz güneş ise bizim Halkın Organı Partimiz o ışınlarla düşmanları yakıp eriten büyüteçti. Duman çıkarmak için gerekli ateş kibrit olmadan da yakılabilirdi. İktidarın çakmağı olmak üzereydim.
 
O günde güneş diğer günlerden çok farklı olarak bütün ihtişamıyla parlamaya karar vermişti. Oluşan bu sıcaklığın rehaveti ile partimiz adına bana da söz verildi. Kısa tutmam ihtarı yapılarak. Nihayet talih güneşinin doğduğunu sezerek yürüdüm kürsüye:
 
“Bugün güneş sadece bu mekânı aydınlatmak ve ısıtmak için doğdu. Ulusal Önderimizin varlığı hatırına. Dünyanın diğer mekânlarına elinde olmadan ve istemese de ışık ve sıcaklığı kaçıyor. Başkanımızın yüksek hoşgörü, asalet ve görkemiyle. Güneş bütün enerjisini sihalara vererek sonsuz rezervi ile göklerde seyretmesine sabırsızlıkla hazırlanıyor her yeni güne doğarken. Benim gibi sabırsız her gece. Bir yaratıcılık ve yetenek patlaması için saray erkânının kafasındaki ham fikirleri olgunlaştırmak için can atıyor.
 
Liderimiz harika bir orkestra şefi. Değneğinin otoritesini ve mucizesini kullanarak bağımsızlığımızı perçinlemeye, halkımızın özlemlerini gerçekleştirmeye ayarlı bütün vakitleri. Dünya geleceğini tayin etmek için buraya dikmiş gözlerini. Sadece ülkemiz değil dünya da güvenli, müreffeh, emniyetli bir gezegen olmak için umudunu buraya bağladı” diye sürdürdüm konuşmamı. Sürem dolmuştu aslında. Baktım kimse bitmesini istemiyor. Fırsattan istifade devam ettim:
 
“ Burada daimi Başkan’ımızın ülkesinde dağdaki çobandan, başkentteki emeklilere ekselanslarının her yeri kaplayan otoritesi herkes için aşikârdır. Hiçbir düşman bu zırhı delemez ve ülkenin ilk ona girmesi engellenemez.”
 
Nasıl bir beğeni doğurduysa yerime oturunca yetkili biri tebrik etmeye geldi beni. Bir ihtiyacınız var mı diye sordu. “Halkın Organı büyük bir organizasyon. Ancak mali sıkıntılarımız var”, dedim çekinerek. Örtülü ödenekten yüksek bir havale için hesap numarası istedi. Ahmaklığıma yanayım. Konuşmanın getirdiği kibirle kendime hayrandım o sırada. Partinin İBAN’ını verdim. Vermez olaydım.
 
Daha partiye ulaşıp bağlılarıma vereceğim müjde ile hayat boyu başkanlığı garantiledim diye düşünürken, sanırım zinde güçlerin de müdahalesi ile kurucular toplanıp, beni başkanlıktan azletmişler. Daha bütün illerde teşkilatlanmamıştık. Kurucular tüzüğü ve yönetimi değiştirmeye yetkili idi. Sağlam bir bütçesi olan kurumu kim olsa yönetebilirdi.
 
O aptallar, aldıkları kararla yeni bir imza sirküsü çıkarmışlar. Tam maddi bütün sorunlarım sona erdi diye düşünürken, telafi edilemez bir kumpasa maruz kaldım. Halkın Organı erekte olamadan başka amaçlar için altımdan çekilip koparılmıştı.
 
O gün bugündür üroloji kliniklerinde şifa arıyorum. Doktor bile şaşırıyor benim hastalığıma. Her hastalıkta psikolojik bir etki var az çok. Prostat bunlardan değil, diyor ama her muayenede geriden yoklamayı ihmal etmiyor. Bu tedaviye sinir olmaktan ruh hastası da oldum sayesinde.

Mustafa Everdi

Yazar, düşünür ve Noter'dir. Siyasetle ilgilenir, yayın dünyasıyla içli dışlı biri olarak bilinir...