Özgürlüğün Yolu Hiçlik -Varlık ve Hiçlik (II)

12 mins read
Özgürlüğün Yolu Hiçlik -Varlık ve Hiçlik (II)

“Sartre; kafir beyinli, mümin kalpli insan.” Ali Şeriati Kevir’inde Sartre’dan böyle bahseder. Onu en iyi anlatan cümle ancak bu olabilir. Heidegger bir yandan öznesine (dasein) vicdanın çağrısını yaparken, diğer taraftan da Nazi iktidarını destekliyordu. Sartre ise “cehennem başkalarıdır” derken, başkaları için yaratılan cehennemlerin karşısında duruyordu. Nerede bir insan hakları ihlali varsa Sartre oradaydı. İdeolojik olarak desteklediği blok da olsa, eğer haksızlık ve zulüm o tarafa ait ise karşı çıkabiliyordu! SSCB’de antisemitizmi protesto ederken Fransa’nın Cezayir’e karşı yürüttüğü savaşa karşı çıkıyor, 1956 Macaristan işgali sonrası komünistlerle yolunu ayırıyordu.! Bulantı’yla yola çıktı. Ona göre eğer Tanrı yoksa, kişi kendi değerlerinin yaratıcısı olmak zorunda olmalıydı. Bu bireyin bencilleşmesini gerektiren bir durum da değildi. Kişi kendine terk edildiğinden, kendinden sorumlu idi. Çünkü Tanrı yoksa herkes tarafından kabul edilecek evrensel kurallar da yoktu, bildirilmiş ya da vahyedilmiş her yer ve zamanda geçerli ahlak yasaları da yoktu; insanı sorumluluktan kurtaracak yazılı bir kader, verili bir öz de yoktu. 

İnsan olasılıklar arasında seçme özgürlüğü olan; yaptığı seçimlere göre kendini açığa çıkaran, varoluşunu biçimlendiren, özünü belirleyen bir varlıktı. İnsan bir kez var olduktan sonra geleceğe doğru kendini tasarlayabiliyordu. İnsan bilinçli yapılan seçimlerle gerçekleşen bir proje idi. 

Freud’un bilinç dışının bilinci etkilediği kuramını da reddeden Sartre, bilincin kişinin seçimleri olduğunu düşünür, yani insan Descartes’in cogitosu’ nda olduğu gibi farkında olduğunun farkındadır. “Ego’nun Aşkınlığı” adlı eserinde Ego kavramını şu şekilde ele alır; “Filozofların çoğu için ego, bilinçte ikamet etmektedir. Bazıları onun biçimsel varlığının boş bir birleştirme ilkesi olarak yaşantıların ortasında olduğunu ileri sürüyor. Bazıları da, çoğunlukla ruhbilimciler, onun maddesel varlığını, psişik yaşamımızın her anında, arzuların ve edimlerin merkezi olarak keşfettiklerini düşünüyorlar. Biz burada egonun, ne biçimsel ne de maddesel olarak bilincin içinde bulunduğunu göstermek istiyoruz: O dışarıdadır, dünyanın içindedir; başkasının egosu gibi, dünyaya ait bir varlıktır.” 

Sartre insanın varoluşu ile eşyanın varoluşu arasında bir mahiyet farkı olduğunu söyler. Ona göre eşya/nesne kendinde varlık, insan ise kendi için varlıktır. Kendinde varlık kendine dair bilinci olmayan, ancak insan bilincine yansıdığı andan itibaren ortaya çıkan şeydir. Kendinde varlık zorunlu varlık değildir ve nedensizdir, Fazladan’dır, Saçma’ dır. Bu saçma olan fenomenler alanı da kişide bulantı oluşturur. Kendi için varlık olan insanda ise varoluş, özden önce gelir. 

“İnsanların küçücük dünyasında bir olay, ancak bir başka gerçeğe göre saçmadır; yani kendisine eşlik eden durum ve koşullara göre saçmadır. Örneğin bir delinin konuşması deliliğine göre değil içinde bulunduğu durum açısından saçmadır. Ama ben biraz önce mutlak olanı, saçmayı yaşadım. Şu ağaç kökünün kendisine göre saçma olmadığı hiçbir şey yok. Ah bunu sözcüklerle nasıl dile getirebilirim?”

“Çevreme kaygılı gözlerle baktım, şimdiden başka tek bir şey yoktu. Şimdi’nin gerçek özü kendini açığa vuruyordu. Şimdi varolandı, şimdiden başka hiçbir şey yoktu. Geçmiş varolan bir şey değildi, hem de hiç değildi. Ne eşyada hatta ne de düşüncemde var olmuyordu. Kendi geçmişimin benden kaçmış olduğunu çoktan beri anlamıştım. Ama benim alanımın dışına kaçmış olduğuna inanmıştım. Benim gözümde geçmiş, bir çeşit emekliye çıkarma, bir başka varoluş biçimi, bir tatil veya bir hareketsizlik olabilirdi. İşi biten her olay kendi kendine bir kutunun içine usulca giriyor ve fahri olay niteliği alıyordu. Hiçliği düşünmek bu kadar zordur işte. Ama şimdi anladım eşyanın görünümünü aşan bir varlığı yok. Onların ardında hiçbir şey yok.”

Bulantı romanının kahramanı Roquentin’in, oluşu hiçliğe düşürerek, fenomen dünyasının saçmalığını kavraması, varoluşsal insanın bulantı duygusu hissetmesine neden olur;

“Demek ki bulantı bu: göz kamaştırıcı bu apaçıklık. Üzerine yazılar yazdım, kafa patlattım. Şimdi biliyorum varım, dünya da var ve dünyanın var olduğunu biliyorum. Hepsi bu. Benim içim önemli değil. Benim için hiçbir şeyin öneminin olmaması çok acayip, korkuyorum bundan.” der Roquentin.

Bilinç kavramı, kendi için varlıkta ortaya çıkar. Nesneyi, kendinde varlığı tanımaya başladığı anda, bunun için nesneye yöneldiği anda bilinç sahibi olan özneleşir. Nedensiz, bağlantısız bir şekilde var olan nesnelerde var olmak sadece orada olmaktır. Orada öylece duran şey ancak benim bilincime konu olduğu anda nesneleşir. Bundan dolayı var olmasının da olmamasının da bir varlık değeri yoktur. Bilinçlenmek, ben’in nesneden ayrılması ise, yine ben’in, nesnedeki kendinde varlık olmanın tersi olduğu anlaşılır ve bu anlamıyla bilinç var olmayan bir şeydir. Hiçliktir. Öznenin, nesneyi hiçlemesidir.

İnsanın bilincine sunulmuş dünya, Tanrı tarafından, belirlenmiş bir amaçla ve düzenlilikte yaratılmadığından, belirlenmiş moral değerler ve dini öğretiler, evrensel her yerde geçerli yasalar olmadığından, insan, bilinci karşısındaki hiçliğe çıkan bu dünyada özgürlüğünü keşfeder. Önceden tasarlanmamış insan, kendi özünü belirlemeye ve toplumsal yaşantılarında kendi tasarımlarına uygun düşen seçimlerde bulunarak kendini gerçekleştirmeye çalışacaktır. 

Özgürlüğün yolu, Sartre’a göre Hiçlik’ten geçiyordu. Ben ve başkalarının fark edildiği yerde gelen bulantı duygusu, başkalarına karşı sorumlu olmayı da gerektiriyordu. Sartre’ın ahlak anlayışı bu sorumluluk duygusunda belirmeye başlıyordu.  Dostoyevski’ nin, “Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur.” sözünden ilham alan Sartre; 

Dünyanın herhangi bir yerinde bir haksızlık işlenmişse, hepimiz bu haksızlığın sorumluluğunu taşımaya başlarız.” der.
Ona göre bunaltı, sorumluluk duymaktır:
“İnsan kendini seçerken bütün insanları seçtiği gibi, bütün insanları seçerken de kendini seçer, kendine karşı sorumlu olunca bütün insanlara karşı da sorumlu olur. Bunaltı, sorumluluk duymaktır. Öyleyse insan bulantıdır. Sorumluluklarını maskeleyen bu bulantıyı azaltabilse de, gene de içi rahat değildir. Çoğu kimse yaptıklarının yalnızca kendilerini bağladığına kendilerini inandırmaya çalışırlar, gene de bir türlü rahat edemezler. Çünkü sorumluluk da, bunaltı da insanın insanlığından gelmektedir, edinimlerinin sonucudur. Bunaltı insanı eylemden ayırmaz, tersine eyleme götürür, eyleme zorlar.”

yazı devam edecektir…

Ahmet Turan Esin

-He is interested in theology, mysticism and philosophy. He publishes his writings on fikrikadim.com. He gives seminars and lectures.

-İlahiyat, tasavvuf ve felsefeyle ilgilenir. Yazılarını fikrikadim.com'da yayınlar. Seminer ve dersler verir.-