Baha Yılmaz: Türkiye’de Muhalefet İktidara dahildir

39 mins read

Baha Yılmaz: Türkiye'de Muhalefet İktidara dahildir 1

Baha Yılmaz’la röportajımız Türkiye’de basın-yayının dünü bugünü, özgürlük, sansür konularıyla başladı. Sermaye ve basın arasında var olan ilişkiyi bu ilişkinin gazeteciliği nasıl etkilediği başlıklarına da yöneldik. Muhalif veya iktidar/yandaş basın yayının dünü bugünü konusuna değinmeden olmazdı… Baha Yılmaz’ı kimi sorularımızla yönlendirmeye çalışsak da yılların meslek birikimiyle bizim istediğimizi değil kendi düşüncelerini yalın ve açık cümlelerle ifade etti. Türkiye’de basın-yayının içeriği, özgürlüğü, sansürün etkisi, medya sermaye ilişkileri başlıklı yazı, röportaj makalelerin yayımlanmadığı zaman yok gibidir. Konunun üzerine ne tartışmalar yapılmıştır. Hatta bu tartışmalar, makaleler, söyleşiler konuya ilgili olanları dahi bıktırmış durumda olmalı. Biz de tartışılarak tüketilmiş bu konulara değindik ama sizi aynı başlıklarla bıktırmayacağız. Zira dijital çağda gazeteciliğin nerelere evrilebileceğini, yerleşik sermaye ve siyasetin, dijital platformları her geçen gün çevrelemesi gibi önemli başlıklara da değindik. Ben, burada lafı uzatmadan sizi Baha Yılmaz’la yaptığımız röportajla baş başa bırakayım. / Hayati Esen 

1-Dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de medya büyük sermaye çevrelerinin kontrolünde. Bu açıdan bakıldığında bir basın yayın özgürlüğünden ya da haber ve bilginin özgürce dolaşıma girdiğini düşünebilir miyiz?

Pek tabi ki hayır! Böyle bir durumdan söz etmek pek mümkün değil. Sorunuza bahis konusu olan sermayenin neden bir basın kuruluşu işletmek istediği gerekçesine bakmak lazım, bir diğer husus da basının özgürleşmesi için ne tür araçlara ihtiyacımız olduğunu düşünmemiz lazım. Bence her ikisi de ontolojik sorunlardır ve Türkiye’deki hem yönetim anlayışı hem de sermaye iktidar ilişkileri bu süreci çok kısıtlamaktadır. Bir diğer husus ise farklı sermaye çevrelerinin elindeki medya organlarına alternatif olabilecek bir medya çeşitliliğimiz bulunmamakta maalesef. Yeri gelmişken burada medyanın varoluş alanını belirleyen reklam gelirlerinin kimlerin kontrolünde olduğunu ve bu reklam pastasının nasıl dağıtıldığını da incelemek de faydalı olacaktır. Yani diğer bir deyişle üretim ilişkileri sermayenin dolayısıyla medyanın söylem hakkını, tonunu ve dozajını belirlemektedir. Bugün iktidarı, ekonomiyi acımasızca eleştiren yayın organları yarın savunur durumda görmek hiç şaşırtıcı değil bu ülkede!

Baha Yılmaz: Türkiye'de Muhalefet İktidara dahildir
Dün laik -muhafazakâr gerilimi bugün cumhur-millet çatışmasına dönüşmüş durumda. Bu gerilime yakından baktığınızda birbirinden beslenen, giderek kimliğini kaybeden ve karşısındakinin kimliği üzerinden varlık alanı oluşturan bir söylem görüyoruz.

2-Türkiye’de basın yayın 80’lı yıllarda laik ve muhafazakâr olarak ayrışmıştı. Ve genel olarak basında tartışılan iki konu vardı? Biri irtica diğeri ise laiklik. Bugüne baktığımızda ise medya iki gruba ayrılmış durumda; iktidar yanlıları ve muhalefet. Bu değişim hakkında neler söylemek istersiniz.

Aslında değişen bir şey yok. 80’li yıllardaki kamplaşma süreci yani öteki üzerinden söylem üretme ve kendini açıklama süreci bugünde geçerli. Dün laik -muhafazakâr gerilimi bugün cumhur-millet çatışmasına dönüşmüş durumda. Bu gerilime yakından baktığınızda birbirinden beslenen, giderek kimliğini kaybeden ve karşısındakinin kimliği üzerinden varlık alanı oluşturan bir söylem görüyoruz. Maalesef bu söylemin birincil aracı medya. AK Parti süreciyle başlayan neoliberal politikalar cemiyetimizi fena halde hırpalamış durumda. Diğer bir söylemle veya biraz daha bakışımızı derinleştirirsek; neoliberal dünyanın öznesi olan yurttaşların bir girişimci olarak başkalarıyla ilişkiye geçebilmesi için birincil şartı amacı olmasıdır. Yani bir amaçtan yoksun ise acizlik içerisindedir. Bugün toplumumuzun her kesiminde özellikle siyasi arenada oluşturulan bütün ilişkilerin bir amacı olduğunu görüyoruz. Oysa çatışmasızlık ve özgürlük ancak bir dostluk ortamıyla oluşur. Bu durumu tersten de okuyabiliriz. İngilizce gibi Hint-Avrupa dillerinde arkadaşlık ve özgürlük aynı kökten türetilmiş iki kelimeye dayanır. Byung-Chul Han Psikopolitika’sında özellikle vurgu yapar bu konuya. Peki, bu kavramı biraz geliştirelim ve rahatlıkla şunu söyleyebiliriz Han’ın da söylediği gibi; özgürlük ancak insanın kendisini güvende hissettiği dostluklar içinde hissedilebilir bir şeydir. Türkiye’de son 20 yıldır ya da öncesinde olduğu gibi ötekileştirme ve negatif kimliklenme süreçleri devam ettiği sürece kamusal alanı işgal eden hiçbir kurumsal yapıda bir özgürleşmeden bahsedemeyiz. Bu duruma basın özgürlüğü de dahildir. 

Neoliberalizm’in öznesi olan tüketici kavramı kamusal alanı sarmaladığı sürece özgürlük kavramını üstü örtülü ve mazideki bir hatıra olarak değerlendirmeye devam edeceğiz. Tüketenin tüketmesi gerekeni, siyasal alan şikayet paketi olarak sunmaya yani diğer bir söylem ile seçmenin ihtiyaçlarını karşılamaya devam ettiği sürece medyada bu tüketim ilişkisinin tezgahı olamaya devam edecektir. 

3-İnternet yayıncılığı bir bakıma düşük sermaye ile gazetecilik, yayıncılık yapma imkânı sağlıyor gibi. Ama artık bu alanında büyük sermaye grupları tarafından gittikçe kontrol edilmeye başlandığını görüyoruz. İnternet dünyası kendi isimlerini, kendi şöhretlerini, kendi blogurlarını yaratıyordu. Ama son birkaç yıldır büyük sermaye gruplarında çalışmış, çalışan gazetecilerin ve aynı zamanda güçlü sermaye gruplarının “buraları da ele geçirme” gibi bir çabası var gibi geliyor bana. Bu durum internet yayıncılığını da ele geçirme, buraları da kontrol etme arzusu mu, yoksa internet yayıncılığının etkilerinin yeni yeni fark edilmesi mi diyelim?

Bence güzel bir soru sordunuz. Uzun yıllar uluslararası bir medya grubunda ekonomi yayıncılığı yaptım. O dönemde farkına vardığım en önemli konulardan biri istatistiksel bilgilerin itibari konumuydu. Yani data ama işlenmiş datanın nasıl insanları, grupları etkilediğiydi. Analiz edilebilir bir bilginin doğru araçlarla ve anlatım tekniğiyle servis edilmesi pek çok şehir efsanesini yerle bir edebilir. Bir nevi teorinin sonunu ilan etmek gibi ya da David Brooks’un Dataizm dininin ilan etmesi gibi bir etkidir bu. İnternet medyacılığının tüketicilere, reklam verenlere ve sistemi kontrol eden büyük sunucu sahiplerine getirdiği en büyük kolaylık ölçülebilir olmasıdır. Sizin söylediğiniz gibi düşük maliyetli olmasının yanı sıra ölçülebilir olması; tesirinin ve etki sahasının kayıt altına alına bilirliği bu alanda çıkış yapan önemli blog ve blogerların tespitini kolaylaştırmıştır. Öte yandan bu durum diğer sosyal medya alanlarında öne çıkan aktörlerin ya da fenomenlerin de tespitini kolaylaştırmıştır. Bakın Voltair istatistik sayesinde mitolojiden arınmış bir tarihin hayalini kuruyordu. Yani aslında istatistik sayesinde yeniden bir tarih felsefesi kurabilir ya da tarihi yeniden ve farklı bir okuma imkanına sahip olabilirdi. Nitekim Voltair’in bu hayali gerçek oldu. Yani istatistik ile hatta istatistiğin getirdiği ölçümleme ile yeni bir aydınlanmanın kapısını araladık. Tabi ki bu aydınlanma hadisesinin bir başka yönü de şeffaflıktır. Yani verilerin iletişime açık olması yani bir nevi aralarında bu aşk ilişkisi, ki bu iletişim açık ya da kapalı olsun paylaşılmayan verinin şeffaflığından bahsedemeyiz. Bugün önümüze veri fetişizmi dediğimiz bir olguyu sermiştir. Sanırım bu veri fetişizminin nesnel öğesi ise hem web’de hem de sosyal medya da öne çıkan aktörlerdir. Blogerlar, gazeteciler, fenomenler vs. 

Baha Yılmaz: Türkiye'de Muhalefet İktidara dahildir 2

Türk basınındaki en temel sorun otosansürdür. Otosansür sorunu kimi zaman çalıştığınız yapının içselleştirdiği yazılı olmayan kaidelerden gelir, kimi zamanda yaşadığınız toplumun örf ve ananelerine dayanır.

İktidar medya ilişkisinde kurduğumuz modele tekrar dönersek bir amacın olması gerektiğini söylemiştik. Bu amacın en önemli unsurunun da tüketim olduğunu vurgulamıştık. Bu açıdan bakıldığında sosyal medyada yahut webde özgürce haber üreten kimliklerin bu tüketim nesnesinin odağına girmesi ve feth edilmesi bizi şaşırtmamalı. Buna karşı durabilecek çok az insan var. 

Öte yandan bu ortamlarda elde edilen özgürlük kavramının da verile ve sınırlı olduğunu bilmemiz gerekiyor. En azından coin mantığında bir internet ortamı gelişinceye kadar bu süreç böyle çalışacak.

4- Türkiye’de bir sansür sorunu var mı? Ya da sansürün ne tür alanlarda daha fazla işlendiğini gözlemliyorsunuz? Avrupa ve Amerika ile kıyasladığımız da bizdeki sansürün ne kadarı acaba batıda yapılabilir?

Çok uzun bir süredir aktif olarak medya da görev yapmıyorum ama çok rahatlıkla söyleyebileceğim şu ki; evet, bir sansür süreci var. Ancak bu sanıldığı gibi dışarıdan gelen bir sansür talebi değildir. Tam tersine bir otosansür sürecidir. Hiç şüphe yok ki kimi dönemlerde siyasal otoriteden gelen talepleri ve bu talep doğrultusunda yapılan işleri duymuşuzdur. Hatta bu talepler doğrultusunda işini kaybeden meslektaşlarımızı da biliriz. Ancak bence Türk basınındaki en temel sorun otosansürdür. Otosansür sorunu kimi zaman çalıştığınız yapının içselleştirdiği yazılı olmayan kaidelerden gelir, kimi zamanda yaşadığınız toplumun örf ve ananelerine dayanır. Sanırım Avrupa ve Amerika’daki sansür ile bizdeki sansürü kıyaslamak için verilecek cevap hatta sizin de duymayı arzuladığınız cevap şudur: evet oradaki sansür daha hafiftir. Bence bunun birkaç sebebi var; birincisi demokratik ortamın yerleşik ve köklü olması. Adaletin güvenilir bir kurumsal kimliğe ve ilkelere sahip olmasıdır. Diğer bir neden ise gazetecilik mesleğinin son derece teknik bir hale gelmesidir. Daha farklı anlatmak gerekirse, bir nevi mühendislik gibi işlenmiş ve geliştirilmiş bir habercilik anlayışı vardır. 

Bloomberg Businessweek gibi global bir yayın kuruluşunun global editasyonlarına yazım metodu olarak sunduğu, ki bu metodun içeriğinde haber yazım kılavuzları da bulunmaktadır. Yanlış hatırlamıyorsam 400 sayfalık bir kitap vardır. Haber alanında hiçbir şeyi tesadüfe ve kişisel ihtiraslara bırakmayacak bir çalışmadır bu. Daha da somut bir örnek vereyim; bir muhabirin haber yaptığı kaynağından alacağı hediyenin bile en üst limitini tanımlamışlardır. Yani o limitin üstüne çıkıldığı zaman o haberin sahiciliğinin sorgulanacağını ve muhabirin işini kaybedeceğini söylerler. Şimdi böyle bir mesleki ortamda çalışmak zordur ama bir o kadar da kolaydır. Siz kendi alanınızı denetleyecek bir mesleki felsefe ve metodoloji geliştirmişseniz ne sansüre uğrarsınız ne de sansür uygulayabilecek bir otorite ile yüzleşirsiniz.

Baha Yılmaz: Türkiye'de Muhalefet İktidara dahildir 3
Türk basınının temel sorunu ilkesizlik ve mesleksizliktir. Bu yüzdendir ki bizde büyük meslek erbapları ya da üstat düzeyinde gazeteciler çıkmıyor.

5-Türkiye, Sınır Tanımayan Gazeteciler’in Basın Özgürlüğü Endeksinde 2005 yılında yaklaşık 100. sırada, 2013 yılında yaklaşık 150. sıraya düşmüş. Bu yayınlanan raporları ve değerlendirmeleri gerçekçi buluyor musunuz? Gerçekten Türkiye’de bir basın ve gazeteci özgürlüğü sorunu var mı? Yoksa bu birazda batı kurumlarının bize bakışıyla mı ilgili?

2020’li yıllarla ilgili bir değerlendirme de bulunmadığınız için verdiğiniz rakamlar üzerinden bir yorum yapamam. Evet biraz veri fetişizmi yaptığımın farkındayım ama son rakamları söyleseydiniz daha rahat bir çıkarımda bulunabilirdim. Bizim temel sorunlarımızdan birisi saha ölçümlerinin çok azlığı ya da hiç olmayışıdır. Olanlarınsa güvenilirlik sorunu vardır. Bugün TUİK’in rakamlarını bile tartışıyor durumdayız. Kaldı ki, en güvenilir araştırma kurumlarının rakamlarına bile kimi zaman şüpheyle yaklaşıyoruz. Belki de bu şüphemizin arkasında yatan saik açıklanan verilerinin bir müşterinin talebine göre oluşturulmuş data setine göre tasnif edilmesidir. Yani aradaki ilişkiyi ve oluşturulan veri sepetinin masumiyetini kefil olmamız güçtür. Bir diğer mesele de Türkiye’de güvenilir veri sepetlerinin olmayışı yabancı yatırımcıların ya da kuruluşların saha da kendilerinin araştırmaya yönelmelerine neden olmaktadır. Hatta bu ihtiyaçtan dolayı çok fazla sayıda Türkiye’de etkin olan yabancı araştırma şirketinin olduğunu biliyoruz. Burada, bu şirketlerin isimlerini söylemeye gerek yok sanırım. Bu şirketlerin büyük ölçüde saha araştırmaları yaptığın söylemek ve sahadan istedikleri bilgiyi cımbızladıklarını söylemek zor olmasa gerek. İstedikleri bilgiye ulaştıklarını söyleyebiliriz ancak bunları nasıl yorumladıkları konusunda bir bilgiye sahip değiliz. Ne zamanki sahada ki veriye biz de hâkim oluruz o zaman açıklanan raporların sahih olup olmadığını tartışabiliriz.

6-Basın özgürlüğü konusuna girince aklıma bir soru geldi: Oxford Üniversitesi Reuters Enstitüsü’nün 2018 yılında yayınladığı Dijital Haberler Raporu’na göre Türkiye 37 ülke arasında dezenformasyon ve yalan haberin en çok görüldüğü ülke. Acaba böyle bakınca basın özgürlüğü ve sansür sorununu biz doğru mu tartışıyoruz. Burada bir çelişki yok mu?

Aslında bu sorunuza kısmen cevap verdim. Türk basınının temel sorunu ilkesizlik ve mesleksizliktir. Bu yüzdendir ki bizde büyük meslek erbapları ya da üstat düzeyinde gazeteciler çıkmıyor. Yabancı dil bilen ve mesleğe hâkim gazeteci sayısı çok fazla değil. Üniversitelerin ilgili bölümleri ise sahayı tatmin edecek mezunlar üretemiyor. Mesleğin ilk yıllarında elde edilen gelirler ise yeni mezunları tatmin edecek seviyelerde değil. En azından benim aktif olarak çalıştığım dönemde değildi. Bugün çok şey değiştiğini düşünmüyorum. Hem ustasızlık hem ilkesizlik hem de mesleksizlik sektörü kaplamış durumda, bir de üstüne iktidar medya ilişkilerinin vıcık kıvamı ya da muhalif medyanın acıtma tutkusu devreye girince bu tarz haberlerin devreye girmesi çok normal. 

Sorunuzun bir tersten okuma gayreti olduğunu görüyorum ve haklı olduğunu da düşünüyorum. Biraz önce belirttiğim hususlara yaslanan birkaç gazetecinin kaldığını söylemek mümkündür. Onlarda ne durumda bu ilkelere tutunmaya çalışıyorlardır, bilemem. Normalleşebilmek için hukuku ve adaleti normalleştirmemiz gerektiği aşikardır. Hiç olmazsa bu tarz haberlerde nispi bir azalış görebiliriz böylece. Bu haberlerin azalmasını görmek istiyorsak bir diğer hususta reklam ve pazarlama ilişkilerine göz atmamız gerekiyor. Sadece devlet bankaları ve belediyelerden alınan gelirlerle yayın yapan yayın kurumları var. Bu ilişkilerden dolayı, doğru hatta daha iyimser bir tavırla tarafsız bir haber anlayışı beklemek imkansızdır. 

Baha Yılmaz: Türkiye'de Muhalefet İktidara dahildir 4
Metaverse ve gazetecilik yan yana gelir mi? Gelebilir. Metaverse vari bir ortamda canlı konser verilip, 1 milyon 500 bini aşkın insanın bu konsere avatarlarıyla katıldığını biliyoruz. İlerleyen zaman içerisinde artırılmış gerçeklik araçlarının gelişmesiyle gazeteciliğin yeni ve farklı boyutlarıyla karşılaşabiliriz.

7- Yandaş veya Havuz medya olarak tanımlanan medya grubunun çok güçlü çok fazla yayın alanı, imkanları, araçları var, bununla toplumu manipüle ve speküle ederek doğruları çarpıttığı, muhalefetin elinde ise kısıtlı imkanlar, bir internet yayıncılığı var, biçiminde muhalif söylem var. Gerçekten Türkiye’de muhalif medya çok mu güçsüz. 80’li 90’lı yıllarda muhalif medya ile merkezi iktidar ve ideolojiyi temsil eden büyük sermaye ile desteklenen o dönemleri mukayese ederseniz?

Doğrusu bugün medya dediğimiz yapıda dengeleri bozacak yeni mecraların olduğunu görmemiz gerekiyor. Tabi ki sosyal medyadan bahsediyorum. Sosyal medyanın araç anlamında çeşit barındırdığını da görüyoruz. Hatta artık temel mücadelenin bu mecrada ilerlediğini de görüyoruz. Geçenlerde yine sosyal medyada viral olan bir paylaşım geldi aklıma. Osmanlı Ocakları‘nda yönetici olan bir şahsın ya da Google’dan bakınca öyle gözüküyordu. 200 bin kişilik bir sosyal medya ordusuyla mücadele verdiklerini hatta sosyal medyayı ele geçirdiklerini ifade eden bir konuşması vardı. Tabi bu ifadeler bu şahsı bağlar ama orada verilen manüplatif mücadelenin olduğunu da bize gösterir. Kısaca şu an medyanın itibarı ve güvenirliği olamadığı için herkes alternatif haber kaynaklarına yüklenmiş durumda. Bu ise yanlış ve dezenformatik haber yoğunluğunu da arttırıyor. 80 ve 90’lardaki dengesiz ya da denge arayan mücadele bugün yok. Hatta denilebilir ki; bu mücadele, hem sosyal medyaya taşınmış durumda hem de sosyal medyanın görece daha az imkanlarıyla ürettiği haber kabiliyeti, sosyal medya ile daha etkili bir şekilde tesir ediyor. Meseleye birde şöyle bakabiliriz. Bugünkü iktidar mücadelesi bizleri başka bir şekilde diriltmektedir. Yani iktidarın aldığı pozisyon gereği her daim kendine muhalif olanları artırmakta ve diri tutmakta. Bu disiplinci ve dikte eden tutumun tersi bir iktidarla karşılaşsaydık bence daha riskli bir durumda olabilirdik. Yani kendine mahkûm eden, taleplerimize evet dedikçe bizi kuşatan, ayartan ve kendisine dahil eden bir iktidar daha riskli ve yok edici olabilirdi. Her ne olursa olsun medya ile ilişkinin tek taraflı olduğunu düşünmüyorum. Yani medya bize sunduğu içerikleri yine bir şekilde bizim tercihlerimize göre belirliyor. Eğer bu durum böyle olmasaydı alternatif habercilikler gelişmezdi. 

80 ve 90’ları bugün ile kıyaslamak çok doğru bir fikir gibi gelmiyor bana…

8- Ben bu çağda muhalif medyanın çok daha yaygın ve güçlü olduğunu düşünüyorum. Hatta muhalif olmanın bütün dünyada bir trend olduğunu ve bu trendin geçmişten gelen ekonomik teorileri, siyaseti, dini, benzeri kurumları ve o kurumların ürettiği dili istemediğini gözlemliyorum. Ama bu muhalefetin de yine güçlü geleneksel gruplar; siyasal ve ekonomik çevrelerce manipüle edilerek kullanıldığını düşünüyorum ve gözlemliyorum. Sizce bu durum nasıl? Bu benim gözlemim peki ya sizin?

Açıkçası kanaatinizin tümüne katılmamakla birlikte haklı olduğunuzu düşünüyorum. Foucault’ya göre 17. yüzyıldan itibaren iktidar; mutlak, hatta tanrı benzeri bir egemenin ölümcül iktidarı değil, disiplin iktidarı olarak gösterir kendini. Ne demek bu? Disiplin iktidarı öldürmek için değil yaşatmak üzerine kuruludur. Çünkü sanayi toplumu için ya da daha fazla üretim için yok etmek değil var etmek egemen olmuştur. İster tarımsal üretim ister sanayi devrimiyle gelişen seri üretimler bu iktidar değişimini tetiklemiş ve dönüşümüne neden olmuştur. Bildiğiniz üzere üretim biçimleri ve rolleri toplumsal yapımızı ve sınıfları da belirlemiştir. Hayatın her alanını şekillendiren disiplin iktidarı normatif kurallar geliştirmiştir. Başka bir deyişle hesaplı bir baskı yok etmekten daha etkilidir. Disiplin iktidarı; norma sokma, normalleştirme iktidarıdır. 

Bugün geldiğimiz nokta itibariyle muhalefet nedir? Ya da muhalif durmak nedir? Veya sistemin disiplin iktidarının ne kadar uzağındayız bunlar çok su kaldıracak kavramlardır. Muhalif olarak gördüğümüz pek çok yapının bir iktidar dili kullanmasının arka planında bence bu disiplin iktidarının raya sokması bu iktidarın istediği şekilde muhalif olmanın ya da muhalefet etmenin yaptığını düşünüyorum. Yani sizin manüplasyon olarak gördüğünüz mesele aslında iktidarın ürettiği farklı bir söylemden başka bir şey değil. Bugün iktidar değişse sizce ne değişecektir. Demek istediğim şey; Türkiye’de muhalefet iktidara dahildir.  Üstüne üstlük bu muhalif ses de yankı odalarında daha da gürleşerek mutlak bir haklılık ile kendini pekiştirmekte. Bunun bir diğer riski ise kendini pek sanan bu dil ve yapı, iktidarı tanıdığını zannederek muhayyel bir dünya tasavvuru geliştiriyor. Hükümetin dövize endeksli mevduat operasyonu sonrası geçen süreyi hatırlayalım. Muhalefetin şaşkınlığının ne düzeyde olduğunu gözlerimizin önüne getirelim. 

9-Metaverse ve gazeteciliğin geleceği hakkında bizi neler bekliyor? Haberin ve haberciliğin dijital ortamda bir metaya çevrilerek kullanılmasını insanları, toplumları nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?

Metaverse ve gazetecilik yan yana gelir mi? Gelebilir. Metaverse vari bir ortamda canlı konser verilip, 1 milyon 500 bini aşkın insanın bu konsere avatarlarıyla katıldığını biliyoruz. İlerleyen zaman içerisinde artırılmış gerçeklik araçlarının gelişmesiyle gazeteciliğin yeni ve farklı boyutlarıyla karşılaşabiliriz. Ancak benim ümidim Metaverse’den ziyade Web 3.0’ın devreye girmesinde. O zaman devrimsel bir gazetecilikle karşılaşabiliriz. Bu konu çok farklı ve üstüne cidden düşünülmesi gereken bir mesele ve biz daha bu anlamda meselenin çok başlarındayız. Ülke olarak da, basın sektörü olarak da çok başındayız konunun. 

10-Her şeyden sonra gazetecilik gerçekten insanlığın işine yarayan bir meslek mi? Yoksa bir aldatmacanın parçası mı?

Bilgi edinme hakkı kanuni bir haktır ve herhangi bir tekele bırakılamayacak kadar da önemlidir. Hatta bu kaynak devlet bile olsa… Bilgi edinme hakkı oldukça ve isteği sürdükçe gazetecilik devam edecek bir meslektir. Haberin manüplatif tarafı var olmaya da devam edecektir tabi ki. Ancak bu manüplasyonun etkisini ancak haber kaynaklarının çeşitliliği ve farklılığıyla azaltabiliriz. Manüplasyondan uzak kalmak ya da manüple olmadığına inanmak, fazlasıyla iyimser hatta saflıktır. Konuya geri dönersek gazetecilik devam edecektir. Şekli, formasyonu ya da araçları değişse de gazetecilik var olacaktır.  Tüm sıkıntılarına ve zorluklarına rağmen, hatta hakikati çarpıtsa da ya da bizleri ne kadar koşullu bir dünyanın parçası haline getirmeye çalışsa da var olacaktır. Hatta sizin sorduğunuz gibi aldatmaya çalışsa da varlığını sürdürecektir. Bence burada önemli olan kendi hakikat kavramımızı sahih ve anlamlı bir düzeyde tutmaya çalışmaktır. 

Baha Yılmaz Kimdir: 

1968 Erzurum doğumludur. İlk ve orta öğrenimini Erzurum’da tamamladıktan sonra Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Maliye Bölümünü bitirdi. Yüksek lisansını İstanbul Şehir Üniversitesi İşletme Fakültesinde MBA olarak tamamladı. Yenidergi, Araf, Eksen gibi dergilerde Şiir ve Sinema yazıları yayınlandı. Belgesel Sinema alanında çalışmalar yaptı. Cine5, Kanal A gibi yayın kuruluşlarında yayın yönetmenliği görevlerini ifa etti. İnfomag, Bloomberg Businessweek, Skylife, Turkish Perspective dergilerinde kurucu yöneticilik ve editörlüklerinde bulundu. TRTTürk ve TimTV içerik ve kurucu yayın yönetmenliğini gerçekleştirdi. TBMM, MÜSİAD, TRT, İTO, ATO, TYB gibi Kamu ve Özel Sektöre ait kurumlarda yöneticilik ve danışmanlıklarda bulundu.

Baha Yılmaz’ın fikircoğrafyasın’da yayınladığı yazılara ulaşmak isterseniz tıklayın

Hayati Esen

In 2005, he published his first book "Why Sufism". Then in 2012, he published essays on theology, politics and art in various magazines and newspapers. In 2014, he founded the website fikrikadim. The website is published in Turkish and English. In 2023, he wrote a post-truth novel called "Pis Roman". He still publishes his articles on fikrikadim.