Tanrı bu kadar kötü müydü sahi? Böyle bir Tanrı’yı hangi teodise kurtarabilir? 

14 mins read
https://www.fikrikadim.com/wp-content/uploads/2021/12/Tanri-bu-kadar-kötü-müydü-sahi-Böyle-bir-Tanriyi-hangi-teodise-kurtarabilir-.png

Tanrı bu kadar kötü müydü sahi? Böyle bir Tanrı’yı hangi teodise kurtarabilir? 

https://www.fikrikadim.com/wp-content/uploads/2021/12/Tanri-bu-kadar-kötü-müydü-sahi-Böyle-bir-Tanriyi-hangi-teodise-kurtarabilir-.pngLeibniz’in teodisesi mi, Hegel’inki mi? Hegel, Tanrı her şeyi yönetir ve Tanrı her zaman iyi olandır. kuramı veya Leibniz’in  “Bu dünya, mümkün dünyaların en iyisidir.”  teodisesi yaşananlara karşı Tanrı’yı haklı çıkartmaya yetiyor muydu?

Acaba Tanrı, Aristoteles’in pasif Tanrısı olan ‘ilk hareket ettirici’ gibi, evreni bir kereliğine yaratmış sonra da insanı kaderi ile baş başa bırakarak çekip gitmiş miydi? O zaman Schopenhauer şu sözleri söylerken yerden göğe kadar haklı değil miydi ? 

“Şu dünyayı Tanrı yarattıysa, onun yerinde olmak istemem doğrusu. Çünkü, dünyanın sefaleti yüreğimi parçalıyor. Yaratıcı bir ruh düşünülürse, yarattığı şeyi göstererek ona şöyle bağırmak hakkımızdır: “bunca mutsuzluğu ve bunca üzüntüyü ortaya çıkarmak uğruna, hiçliğin sessizliğini ve kıpırdamazlığını bozmaya nasıl kalkıştın?” 

Bu itiraz, Bakara suresi 30. Ayette geçen meleklerin itirazına ne kadar çok benziyor değil mi?:

“Hani Rabbin, Meleklere: ‘Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim’ demişti. Onlar da: ‘Biz seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kan dökecek birini mi var edeceksin?’ dediler. (Allah:) ‘Şüphesiz sizin bilmediğinizi ben bilirim’ dedi.” 

Başrol oyuncusu güçlüler olan yeryüzü sahnesinde, meleklere hak verecek sebepler fazlası ile mevcutken, durup düşünmeden edemiyor insan; Allah’ın şüphesiz bildiği ne olabilirdi ki? 

Peki ya Tanrı’nın öldüğünü söyleyen Nietzsche yanılıyor muydu? Ahh Nietzsche! Kanayan her yaraya neşter vuran, okurken dahi insanın riyakarlığını ve yozlaşmışlığını acımasızca yüzüne vuran, Dionysos tanrısının elinde kendinden geçen vahşi filozof!  Ona düşüncelerimizde, duygularımızda namuslu olmak gibi bir borcumuz var, bu kesin! Peki ya o muhteşem beyin sonunda niye kendi kendini kanattı? O “Tanrı öldü” derken aslında “Tanrı’yı siz öldürdünüz” demek istiyordu. Evet, ama Tanrı’nın öldüğü yerde, üst-insanı tanrılaştırarak yine kendi ölümünü hazırlamak olmuyor muydu? Gelgelelim Tanrı, insanda yaşayamıyor, insan tanrılaşamıyordu. 

Kant ise Tanrı’nın yanına gidip gelip geri dönüyordu; Fenomenler dünyasında öznesini a-priori ve a-posteriori bilgilerle sağlam bir şekilde kuşatan Kant, fenomenlerin arkasında yer alan, onların özü olan “kendinde şey”e geldiğinde ise, kendi öznesini yine bilinemezciliğin boşluğuna bırakıyordu. 

Bu ‘kendilik (Numen)’ dünyası kime aittir? Tanrı’ya. Ama biz O’nu bilemeyiz. İşte yine tosladık duvara! Kant’ın Tanrı’yı aşkın (transcendent ) ilan etmesi felsefe tarihinde bir dönemeçtir. Tanrı’nın fenomenler dünyasından tamamen izole edilip, transendent alana çıkarılması elbetteki çok önemli bir aşama. Böylelikle tek tanrılı dinlerle çakışan bir düşünüşe geçildi. Evet, Pagan inançlarda, ve çok tanrılı dönemlerde Tanrı bu dünyaya içerilmişti, her şey O olmuştu. Peki ama Tanrı gerçekten de sadece aşkın bir varlık mıydı? Eğer immanent (içkin) bir varlık ise bu nasıl bir içkinlikti? Kant’a göre O sadece vicdanımızda içkindi ve tebliğ yoluyla bilebileceğimiz bir şeydi. Aslında öldüremediğin Tanrı’yı yeryüzünden kovuyorduk.

Spinoza ise tam bir münzevi idi. Aynı zamanda mensubu olduğu kavim (Yahudi) gibi sürgün edilmişti. Yalnızca Spinoza’nın yalnızlığı kavminin yalnızlığından daha katmerli idi. Zira ikinci kez kendi kavmi tarafından sürgün edildi. Belki de tanrıyı yeryüzüne indirip, yeryüzünün her köşesine dağıtması bu yüzdendi..Sığınılacak başka kimsesi yoktu! Tanrıya duyduğu özlem tüm felsefesinin en temel güdüsüydü. Ona göre evren Tanrı ile dolu ve evren Tanrı’nın kendisi idi. Spinoza’nın Panteizme varan bu düşünüş biçimi, tek tanrılı dinlerle çatıştığı için sinagog tarafından aforoz edildi. Üniversitelerden gelen teklifleri reddederek La Haye’de gözlükçülük yaptı. Ve dünyanın kıyılarından iyice kendi kıyılarına çekildi. 

Leibniz’in sonsuz değişkenliğe sahip varlık dünyasından çıka çıka böyle bir dünya mı çıkıyordu? Üstelik bu dünya ‘mümkün dünyaların en iyisi’ mi oluyordu gerçekten? 

Sonsuz hesaplar (infinitesimal) arasından belirli bir biçimde gerçekleşmiş olması dünyayı iyi kılmaya yetiyor muydu? 

Alman felsefesinin yeniçağdaki ilk büyük temsilcisi olan Leibniz’e göre her var olanın içine ayrı ayrı yerleştirilmiş olan monadlar (kuvve/potansiyel güçler) vardı. Monadların arasındaki iletişim baştan belirlenmiş bir ahenge (harmonia mundi: evrensel ahenk) göre yürüyordu. Evren baştan belirlenmişti. 

Peki, evren bizzat Tanrı’nın kendisi miydi? Yaratan ve yaratılan arasında nitelikçe hiç mi fark yoktu? Tamamen aşkın ya da tamamen içkin olmanın ötesinde nasıl bir varoluş söz konusuydu? Tanrı evrene hangi yönleriyle aşkın, hangi yönleriyle içkindi? Evren baştan belirlenmişse insan nerede başlıyor, nerede bitiyordu? Monadlar evrenin her yerinde aynı ahenkle dans edebiliyor muydu?  

Bu sorularımızın cevabı elbette var ama biz şimdilik sadece sorularımızı sormaya devam edelim!

İnsandan-İnsana, İnsandan-Aleme, İnsandan-Tanrı’ ya 

İnsan-insan, İnsan-alem, İnsan-Tanrı ilişkisi nerede başlıyor, neden başlıyor, nerde birleşiyor, nerde ayrılıyor ve niçin kimi zaman başında, kimi zaman anda veya sonunda belirsizliğe bürünüyor, muammaya dönüşüyor, sırra karışıyor?

İnsan’ı dinlerin düşürdüğü yerden kim kaldırır, hangi ilim felsefenin ikiye böldüğü yerden birleştirir, sanattaki hangi güzel sonsuzluğa rağmen ona ayrılan sürenin hiçliğinin trajik duygusu arındırabilir, nasıl bir terapi süreci ona ruhunu kargaşaya sürükleyen olasılıkların çokluğunda, doğru olanı seçmesinde yardımcı olabilir. 

Ve insana, varoluş serüvenini hırs dolu başarı öyküleriyle boğan modern hayatta, sadece insan olmanın itibarını hangi değerler manzumesi geri verebilir? 

Tanrı – İnsan – Alem; hepsinin, her şeyin ortasında insan! Yaratılan ve yaratıldığını bilen, düşünen ve düşündüğünü düşünen tek canlı. Konuşan hayvan(canlı), alet yapan, politika yapan… Bu tanımlamaların hepsi felsefe alanında insana uygun görülen sıfatlardır. İnsanı tek boyutlu ele alış eksik, eksik olduğu için de hatalı bir indirgemedir. İnsana yapılan en büyük haksızlık, onun gerçekliğini çarpıtmaktır. Bu çarpıtma bizim kişisel ilişkilerimizde bile böyledir. O yüzdendir ki, insan, bir yandan aleme ve diğer yandan Tanrı’ ya yönelişimizde başlı başına rehberlik edecek olması bakımından tüm boyutları ile bütünsellik içinde temaşa edilmesi gereken bir canlıdır. Evet, insan hem alet yapan, hem gülen, hem ağlayan, hem konuşan, hem düşünen, hem kuran, hem yıkan… “Ya… ya da…” ile oluşturulmuş kavramlara sıkıştırılamayan, “hem… hem…” diye kurulan cümlelerle çoğaltılamayacak bir varlık. Tek boyutlu, çift boyutlu değil, sonsuz boyutlu…

Yeryüzünde farklı şekillerde tezahür eden birçok kutsal gelenek var. Oysa ki akıl çağının insanı bu kutsal gelenekleri küçümser bir tutumda. Halbuki bu gelenekler ruhun özlemini duyduğu maneviyatı yaşatacak ocaklardır. Önemli olan bir gelenekte karar kılıp, aynı kutsalın şekillendirdiği kurallar manzumesiyle hareket etmektir. Bize göre bu merkez İslam’ın mesajının evrene yayıldığı merkezdir. Aynı zamanda bu merkezin kalbi, kutsalı aşk ile yaşama yolunu seçenlere hitap eden, İslam’ın batıni kalbi olan Tasavvuf’dur. İşte insanı sonsuz boyutları ile ele alan, düştüğü yerden kaldıran; sonsuz boyutlarının tezahürlerini bir değerler sistemine oturtan, çokluğu Tanrı’nın varlığında, dairesel döngülerle birliğe bağlayan tek yer İslam tasavvufu ve bu geleneğin sistematize edilmiş şekli ile Vahdet anlayışıdır. İslamın bedeni (zahiri) şeriat, kalbi (batıni) tasavvuftur. Din bir afyonsa eğer, ki bu sözde büyük oranda doğruluk payı vardır, işte o kaçınılmaz boşluğu dolduracak afyonun patladığı yer de burasıdır.

Ahmet Turan Esin

-He is interested in theology, mysticism and philosophy. He publishes his writings on fikrikadim.com. He gives seminars and lectures.

-İlahiyat, tasavvuf ve felsefeyle ilgilenir. Yazılarını fikrikadim.com'da yayınlar. Seminer ve dersler verir.-