Doç.Dr Sibel Akgün’le KKTC ve Doğu Akdeniz’de yaşanan sorunlar üzerine

17 mins read
Doç.Dr Sibel Akgün'le KKTC ve Doğu Akdeniz'de yaşanan sorunlar üzerine

Doç.Dr Sibel Akgün’le KKTC ve Doğu Akdeniz’de yaşanan sorunlar üzerine

Sakarya Üniversitesi’nden Uluslararası ilişkiler uzmanı  Doç. Dr Sibel Akgün’le Kıbrıs ve bu bağlamda Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeleri değerlendiren bir röportaj yaptık. Özelikle ilerleyen zamanlarda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Doğu Akdeniz ve Libya’da yaşanan savaş ve Türkiye’nin bu bölgede etkileri gündeme daha çok gelecek gibi. Türkiye’nin bölgesel aktör olma çabaları diplomatik ve askeri olarak engellenmeye çalışılıyor olsa da sonuç olarak; Türkiye’nin bölgenin bir ülkesi olarak kendi haklarını koruyacağı da ortada.  Doç. Dr Sibel Akgün’e bütün bu konulara yönelik kısa  sorular yönelttik. 

Doç. Dr Sibel Akgün'le KKTC ve Doğu Akdeniz'de yaşanan sorunlar üzerine

1-KKTC’de günlük hayat ve korona salgın süreci yaşamı nasıl etkiledi?

Doç.Dr Sibel Akgün'le KKTC ve Doğu Akdeniz'de yaşanan sorunlar üzerine 1
Doç.Dr.
Sibel AKGÜN

Kıbrıs’ta Covid salgını genel olarak bakıldığında adanın konumu ve nüfusun az olmasından dolayı çok yıkıcı etkileri yaşanmış bir salgın olmamıştır. 2020 Mart sonundan itibaren adanın hem kuzeyinde hem de güneyinde kısıtlama tedbirleri ( sokağa çıkma yasağı, uçuşların sınırlandırılması, okullardaki eğitime ara verilmesi, işyerlerin kapatılması, kuzey ile güney arası geçişlerin durdurulması, zorunlu gidiş gelişlerde PCR testi ve karantina uygulanması gibi ) sayesinde hasta sayısı ve can kaybı düşük olmuştur. Hali hazırda da bu tedbirler devam etmektedir.2021 Ocak ayı itibari ile adanın güneyinde 29 bin civarında toplam hasta sayısı 176 vefat varken, kuzeyde toplam vaka sayısı 1944, vefat sayısı ile 11 olmuştur.

Ancak tüm dünya genelinde olduğu gibi özellikle ekonomik, psikolojik, sosyolojik olarak insanların hayatlarını olumsuz etkilemiştir. Bu etkiler tedbirler halihazırda devam ettiği için tüm toplumun hayatında bir çok yönü ile olumsuz yansımaları olacak şekilde yaşanmaya devam etmektedir.

Ersin Tatar’ın KKTC’nin 5’nci Cumhurbaşkanı olmasından sonra Maraş’ın açılmasına dair söyledikleri ne anlama geliyor? Komple bir açılma söz konusu olabilir mi?

18 Ekim 2020’de KKTC’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde seçimi kazanan Ersin Tatar uzun yıllardan beri Ulusal Birlik Partisi içinde siyaset yapmış bir liderdir. Tatar’ın seçim çalışmaları sırasında da sık sık belirttiği gibi Kıbrıs’ta 1968’den beri devam eden toplumlararası görüşmelerden sonuç alınamamıştır. 1977 ve 1979 yıllarından beri “iki toplumlu- iki bölgeli- iki kesimli” bir federasyon çatısı altında adadaki mevcut de facto duruma çözüm bulmak için yapılan müzakereler ise sonuçsuz kalmıştır. Cumhurbaşkanı Tatar yıllardan beri devam eden görüşmelerden sonuç çıkmaması nedeni ile artık iki devletli  yeni bir çözüm için ısrarcı olacağını belirtmiştir.  7 Ekim 2020’de sahil bölgesinin bir kısmi açılan Mağusa Maraş bölgesi bu amaçla atılmış bir adım olarak görülmelidir.

Maraş yerleşimi Türkiye’nin gerçekleştirdiği 1974 Kıbrıs Barış harekatından beri kapalı bir bölgedir. Nüfusunun tamamını Rumların oluşturduğu bu sayfiye yeri Türkiye’nin 20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirdiği Barış harekatında boşalmış ve Kıbrıs Türk Barış Kuvvetlerinin denetimine geçmiştir. 1990 yılında ise KKTC Güvenlik Kuvvetleri komutanlığına devredilmiştir. Askeri bölge olan Maraş’ta 1974’den beri yerleşim kapalıdır ve askeri bölgedir. 11 Mayıs 1984’de BM Güvenlik Konseyinin 550 sayılı kararı ile “Maraş’ın herhangi bir bölgesine sakinleri dışında insanın yerleşmesinin kabul edilemez olduğu ve bölgenin BM Barış Gücüne devredilmesi kararı” alınmıştır. Bu karar sonrasında BM Güvenlik Konseyi pek çok kararı ile temelde 550 sayılı karar çerçevesinde Maraş ile ilgili kararlar almıştır.

Bu bölge konusunda KKTC ve Güney Kıbrıs’ın tezleri tamamen farklıdır: KKTC yetkilileri 4 bin 500 dönümlük Maraş’ın adanın Osmanlı İmparatorluğu döneminde Lala Mustafa Paşa, Abdullah Paşa ve Bilal Ağa vakıflarına ait tapusu olduğunu, İngiliz idaresi döneminde vakıf kanunlarına aykırı olarak bu bölgenin Rumların üzerine geçirildiğini belirtmektedir. Güney Kıbrıs yetkilileri ise BM Güvenlik Konseyi kararlarının uygulanmasını ve Maraş’ın Rum sahiplerine iade edilmesini talep etmektedir.

Cumhurbaşkanı Tatar’ın Türkiye ile birlikte Maraş hamlesi,  hem bölgede KKTC’nin egemenliğini ortaya koymak hem de müzakerelerde avantaj sağlamak için yapılmış stratejik adımlar olarak görülebilir.

3-Libya’da yaşanan savaş ve Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmelerde Kıbrıs’ın önemi nedir?

Türkiye ile Libya arasında 2019 Kasım’ında imzalanan MEB ( Münhasir Ekonomik Bölge ) Anlaşması Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın Akdeniz’de Türkiye ile KKTC’nin MEB haklarını dikkate almadan yaptıkları anlaşmalar ve faaliyetler için yapılmıştır. Türkiye son dönemde askeri strateji uzmanların katkısı ile ortaya konulan “Mavi Vatan” kavramı ile Akdeniz’e en uzun kıyıya sahip ülkelerden biri olarak bu denizde her türlü hak ve menfaatlerini korumak için politika üretmektedir. Güney Kıbrıs 2000’li yıllardan itibaren MEB alanlarını doğal kaynakların bulunması için ruhsatlandırmaya başlamış, 2011’den itibaren de çok uluslu enerji şirketlerine ruhsatlandırdığı bölgelerde faaliyet izni vermiştir. Yunanistan’da aynı şekilde 2011 sonrası Türkiye’nin ikili ilişkilerinde sorunlar yaşadığı Mısır- İsrail gibi ülkelerle MEB anlaşmaları imzalamaya başlamıştır. Dolayısı Türkiye’nin Libya ile imzaladığı anlaşma Yunanistan’ın ve Güney Kıbrıs’ın bu faaliyetlerine karşı atılmış adımlardır.   

AB’den ayrılan İngilizlerin, Libya ve Doğu Akdeniz’e Bakışları nasıl?

Brexit ile AB’den ayrılan İngiltere için Kıbrıs konusu özel bir yer tutmamaktadır. İngiltere 16 Ağustos 1960’ta ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti’nden yaptığı ikili özel anlaşma ile tamamen kendi egemenliğinde Agrotur ve Dikelya bölgelerinden oluşan iki toprak parçası almıştır. Bu topraklar İngiltere’nin egemen olduğu kendi toprağıdır ve askeri üs olarak kullanılmaktadır. Agrotur ve Dikelya’da bulunan hava ve deniz üsleri ile İngiltere stratejik olarak Orta doğu, K.Afrika, Akdeniz hinterlandında önemli bir avantajlı yer edinmiştir. Hatta İngiltere 1973 yılında AT’ye girerken de Kıbrıs’taki bu topraklarını AT müktesebatının dışında tutmuştur. Güney Kıbrıs’ta 2004 Mayıs’ında AB’ye tam üye olarak girdiğinde bu iki bölgenin AB müktesebatı dışında kaldığını kabul etmiştir.  Dolayısı ile İngiltere’nin AB’den ayrılması Kıbrıs politikasına etki edecek bir durumda değildir. Yani zaten bu iki bölge AB sınırları içinde hiçbir zaman olmamıştır.

İngiltere aynı zamanda Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kuruluş Antlaşmalarından olan Garanti Antlaşmasına göre Türkiye ve Yunanistan ile birlikte Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörü durumundadır. Her halükarda İngiltere adada avantajlı bir konumdadır ve bu durumunu kaybetmemek için Türkiye ile Yunanistan arasında ve Güney Kıbrıs ile KKTC arasında denge politikası takip etmektedir. Libya’da da aynı durumda olduğunu düşünüyorum.

5-Yunanistan-İsrail aarsında yaşanan ilişkiler, Türk tarafı için ne anlam ifade ediyor?

Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail arasında 2020 yılı Ocak ayında İsrail ve Güney Kıbrıs MEB alanlarında bulunan doğalgazı Avrupa pazarına aktarmak için Eastmed boru hattı anlaşması imzalanmıştır. Bin 900 kilometrelik uzunluğa sahip olacak  şekilde inşa edilecek olan bu hat ile üç ülke Akdeniz’de deniz altına döşenecek borularla enerji pazarında oyuncu olmaya hazırlanmaktadır.

Tabii burada Yunanistan ve İsrail ‘in Türkiye’nin ve KKTC’nin Akdeniz’deki MEB alanları ile çakışan bu alanda Türkiye ile KKTC olmadan böyle bir anlaşma imzalaması uluslararası hukukta  ki “hakkaniyet” ve uluslararası ilişkilerde ki “İyi niyet” ilkelerine uygun değildir. Bu iki ülke Türkiye ile olan ilişkilerinde genel olarak başka sorunlar da yaşadıkları için Akdeniz’de de işbirliği yaparak Türkiye’ye karşı ittifak kurmaktadır. 2021 başında İsrail ile Yunanistan savunma alanında da ikili bir anlaşma imzalamıştır.

İsrail ile Yunanistan sadece ikili değil çok boyutlu- bölgesel olarak da Türkiye ve KKTC’nin Akdeniz’deki MEB alanları konusundaki haklarını dikkate almayan hamleler yapmıştır. Ekim 2020’de İsrail- Mısır- Yunanistan- Güney Kıbrıs- Ürdün- Filistin ve İtalya arasında “Doğu Akdeniz Enerji Formu” kurulmuştur. Akdeniz’e kıyıdaş 6 ülkenin oluşturduğu bu forum Doğu Akdeniz’de bulunan ve bulunacak olan doğalgaz kaynakların çıkarılması ile ihracatını teşvik etmek için kurulmuştur.

Dikkat edilirse bu forumda Akdeniz’e yukarıda belirttiğim gibi en uzun kıyısı olan Türkiye’nin dışarda bırakıldığı bir oluşumdur. Dolayısı İsrail ve Yunanistan yanlarına diğer Akdeniz ülkelerini de alarak sadece ikili değil bölgesel olarak da Türkiye ile KKTC’nin Akdeniz’deki deniz yetki alanları konusundaki haklarını dikkate almamaktadır.

1982 yılında imzaya açılan BM Deniz Hukuku Sözleşmesi denize kıyısı olan ülkelerin 200 mil mesafeye kadar MEB hakkı bulunduğunu ancak bunun mutlak bir kural olmadığını, karşılıklı ve bitişik kıyıya sahip ülkelerin hakkaniyet ilkesine uygun olarak bu alanı belirlemelerini tavsiye etmiştir.

Bugün Doğu Akdeniz’de ve genel olarak bütün  deniz hinterland alanında MEB alanlarının hakkaniyet ilkesine uygun olarak kıyıdaş devletlerce anlaşarak belirlenmesi gerekmektedir. Ancak Uluslararası ilişkilerde devletler aralarında sorunlar olan ülkeleri başka ittifaklar yaparak çevrelemeye çalışmaktadır. Yunanistan ve İsrail’in yaptığı tam da budur. Bu nedenle Türkiye gerek Libya ile yaptığı anlaşma ile gerekse Akdeniz’de ilan ettiği NAVTEX ( Denizcilik İlanı )’lerle bu iki ülkenin ikili ve bölgesel olarak Akdeniz’de kendisine uyguladığı çevreleme ve kuşatmaya izin vermeyeceğini göstermektedir.

Kısa vadede bunları yapan Türkiye orta ve uzu vadede ise deniz alanlarındaki haklarını korumak ve geliştirmek için stratejik planlar ile uygulamalar yapmaya devam etmelidir.

Teşekkür ederim

Mustafa Kara

fikrikadim.com internet yazarı / sosyalaktivite.com kurucusu