/

Babaanneme Mektup

30 mins read
Babaanneme Mektup

Babaannem 4 Şubat 2022 tarihinde bu dünyadan göçtü. 96 yaşındaydı. Yaşadığı kadar yaşamış, diyebilirsiniz. Ama uzun yaşayınca anılar epey fazla oluyor. Bu yönden bakınca acısı daha da fazla oluyor. Ona bir mektup yazdım vefat ettikten bir süre sonra rahatlamak için. Bazen güldüm, bazen hüzünlendim. Bu mektubu yayınlayıp yayınlanmakta kararsızdım. Ama onu geç olsa da siz de tanıyın, istedim. Bu bayramda Babaannemi rüyamda gördüm. Tıpkı eski günlerdeki gibi kara lahana sarması ve bir takım yemekler getirmişti. Her zamanki gibi yemekleri onun kullanmayı sevdiği genişçe çelik tasına koymuştu. Bana kendini hatırlatıyor, benden dua bekliyordu. Öldüğünde tek isteği dua edilmesiydi. Okuyan kim varsa, neye inanıyorsa Babaannem’e dua ederse, iyi dileklerini gönderirse sevinirim. İyi okumalar… 

Babaanneme Mektup 1

Sevgili Babaanne, 

Bu mektubu sen bu dünyadan göçeli beş hafta sonra yazıyorum. Senin en sevdiğin torunun olarak -yıllarca bana öyle hissettirdin- belki de kırılacaksın. Cenazene katılamadığım ve yaklaşık yirmi yıldır planladığın cenaze törenine bana verdiğin görevi gerçekleştiremediğim için. Ama şunu çok iyi bilmelisin ki psikolojim senin gidişini kaldıracak durumda değildi. Sen herkesi anladığın gibi beni de çok iyi anlarsın ve hoş görürsün. 

Her yıl memleketim Giresun’a gittiğimde bir daha ki seneye ölebileceğini ve bir daha bizi göremeyeceğini söylerdin. Bu yıllarca böyle sürdü. Hatta kardeşlerim ve kuzenlerimle bu olayı espri konusu yapmıştık. Babaannem yine totem yapıyor, gelecek sene de yaşayacak, diye. Yirmi seneden fazla bu totemle yaşadın. “Kızım senin düğününü göremem, çocuğunun doğumunu göremem, belki büyüdüğünü göremem. ” diye diye yıllar geçti. Sen her birimizin düğününde, her birimizin doğumunda Allah’a şükür yanımızdaydın ve biz artık senin ölebileceğine inanmıyorduk. 

Sen diğer babaannelere göre farklıydın. Genç yaşta yük taşımaktan bükülmüş belini, ara sıra rahatlatmak için doğrultur, tıpkı mekanik bir robot gibi hareket ederdin. Kara kuru, buruşmuş teninle ve ağzından çıkardığın tuhaf seslerle pek de tonton nineleri andırmıyordun. Damarların, zayıf ellerinde şişkin borular gibi görünürdü. Eklem bağlantıların diğer biyolojik canlılar gibi değil de sanki birbirine vidalanmis  gibi hareket ederdi. Sanırım eklemlerinde normalde olması gereken sıvının çok az olması nedeniyleydi bu durum. Tabi biz bunu eskiden bu kadar doğru değerlendiremiyorduk. Ben gözümü açtığımdan beri seni Babaannem olarak gördüğüm için benim için babaanne demek, sen demekti. Kara kuru, beli bükük…  O yüzden bu hallerin bize itici gelmezdi. İleriki zamanlarda sen bizim çocuklarımıza şirin görünmek için – onlar seni çok iyi tanımadıkları için korkuyorlardı- koynunda şekerler bulundururdun. 

Hangi birini anlatayım Babaanne! Bazen o kadar duygu, o kadar anı dolu olursun ki anlatamazsın. Sen bizim için, ailemiz için koca bir tarihsin. Damarlarımızın, hücrelerimizin çeperlerine işlemiş, 96 yıllık bir tarih…

İlk önce cenazesini bu kadar düşünen ve planlayan başka birini tanımadım. Bir Kraliçe Elizabeth’in cenaze töreni planlıdır bir de seninki. her yıl yanına geldiğimizde mutlaka cenazenden ve yapılmasını istediğin şeylerden bahsederdin. Seni en çok gururlandıracak şey cenazenin kalabalık olması ve bol bol dualar edilmesiydi. Tabutuna en sevdiğin yeşil iğne oyası çemberinin konulmasını, bol bol ikramda bulunulmasını isterdin. Sanki kendi cenazene gidecek bir katılımcı gibi heyecanla anlatırdın. Cenazeni planlamana yaşamayı severdin. Her yıl gelecek yılda göremeyeceğin olayları söylemek yani senin totemin aslında bunları görme isteğinin bir belirtisiydi. 

Son yıllarda iyice yalnızlaşmıştın. Senin tabirinle bacılıkların (dostların) göçüp gitmişti. Bizler ise artık seninle aynı zamanda değil gibiydik. Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi’ndeki kadere dönüşmüştü kaderin. Yanında sana bakanlar ilgilenenler vardı elbet ama psikolojikmen yalnızdın. Yaşamak bir bakıma sana acı vermeye başlamıştı. Çünkü güncel hayata uyum sağlayamıyordun. Kulakların çok iyi duymuyor, etrafındakileri anlayamıyor, rahatça ayağa kalkıp gezip dolaşamıyordun. Hareketlerin kısıtlanmıştı. Bu yaşının doğal bir sonucuydu. Bu açıdan hayat sana acı verirken bir yanın yaşama tutunmak için her yolu deniyordu. Bizimle iletişim kurmak için daha fazla enerji sarfediyordun. Şimdi düşünüyorum da sen iddiasız duran gerçek bir savaşçıydın. Hala 76 yaşındaki oğlunun başına birşey gelmesinden, 72 yaşındaki kızının hastalığının iyileşmesi için, başka bir torununun hayırlı kısmet bulmasının tasasını taşıyordun. Çünkü  hala bir anne ve bir büyükanneydin. Bu misyonunu son anına kadar bırakmadın. 

Babaanneme Mektup 2

Bana birkaç yıl önce “Artık kimseye uzun bir ömür dilemiyorum. Uzun yaşamak çok zor kızım.”demiştin. O an dank etmişti kafama yaşadığın çaresizliğin, seni daha iyi anlamıştım. Zaman değişmişti ve sen bu zamanda kendini fazlalık hissediyordun. Herşeye rağmen beynin çok iyi çalışıyordu. Hafızan şaşırtacak derecede mükemmeldi. Hala öğrenmeye devam ediyordun ve davranış değişikliği gösteriyordun. Çok uzun yaşamanın iyi birşey olmadığını sana bir torunun söylemiş, sen de bu tespiti kendi hayatını düşününce haklı bulmuştun. Yani birinden öğrendiğini benimsiyor ve hala düşüncelerini değiştirebiliyordun. Bence senin en özgün tarafın buydu. Normalde yaşlı insanlar yeni fikirlerle açık olmaz ve inatçı olurlar ama sen öyle değildin. 

Bununla ilgili unutamadığım bir anım da var. Ben 9-10 yaşlarında, köydeyken kedileri çok severdim, biliyorsun. Senin kedileri sevdiğin pek söylenemezdi. Gördüğün zaman süte, yoğurda, yemeklere gelecekler diye onları savururdun ve “Adı batasıcalar” diye de bağırırdın. Bir gün yine bir kediyi savururken seni uyarmıştım.”Babaanne onlara vurma, onların da canı var. Günah…”dedim. Sen bir an durup “Kızım doğru söylüyorsun. Bundan sonra vurmayacağım” demiştin.  Beni tersleyeceğini düşünüp böyle cevap vermene şaşırmıştım. Gerçekten o günden sonra kedilere kötü davrandığına şahit olmadım. Pek kedisever de olduğun söylenemezdi. Hala ufak bir homurtu çıkıyordu ağzından ama en azından düşmanca davranmıyordun. Uzun yıllar “Kızım bana kedilere kötü davranma, dedi. Ben de kötü davranmıyorum.”deyip durdun. Hep beni yüceltiyordun. Benim merhametimi ön plana çıkarıyordun. Oysa sendeki her insanda görülmeyecek hatasını görme ve düzeltme yeteneğiydi. Bir de keyfin yerinde olduğu zaman “Hıh” diye kısa ve sana özgü bir gülüşün vardı. Hiç kahkahalarla güldüğünü hatırlamam, hep ‘Hıh’ diye gülerdin. Kedileri bana hatırlatırken de böyle gülerdin.

Kayınvalidesini gerçekten seven pek azdır. Hele onu örnek gösteren, idol kabul eden. Sen büyük babaannemizden öyle hürmet ve sevgiyle bahsederdin. Sanırım ondan çok şey öğrenmiştin. Büyükbabaannemiz hayatta tek başına mücadele etmiş tam bir Karadeniz kadınıymış. Balkan Savaşı’nda büyük dedemiz şehit olunca çocuklarını o zor yıllarda tek başına büyütmüş. Köyün sözü dinlenen büyüklerindenmiş . Benim bazı yönlerimi, fiziksel özelliklerimi hep ona benzetirdin. Bu sebeple ben senin için diğer torunlarından daha farklıyım, sanırdım. Okuyup uzaklara gidince benim ne kadar yollarımı gözlediğini, beni ne çok özlediğini, büyük babaannem gibi ne kadar akıllı olduğumu söyler, kendimi çok iyi hissettirirdin. Bunu sadece bana yaptığını, aramızda diğer torunlarından farklı bir bağ olduğunu düşünürdüm hep. Artık uzaktan olduğum ve büyük resmi göremediğim için bütün torunlarına aşağı yukarı aynı şeyleri yaptığını kardeşimin “Abla ya, babaannem herkese aynı şeyi yapıyor.” diye beni uyarmasıyla farketmiştim. Bunu duyduğumda hafif bir hayal kırıklığı yaşasam da seninle aramızda hiçbir şey değişmedi. Sonuçta sen bana kendimi özel hissettiriyordun. Başkasına da aynı davranmam önemli değildi.

Sonra babamın senin hakkında bir tespitiyle büyük resim kafamda oturmuştu. Babama göre sen iyi bir iletişimci, iyi bir siyasetçiydin. Eğer okumuş olsaydın bir diplomat veya uluslararası ilişkiler uzmanı olabilirdin. Çocukların, gelinlerin, damatların ve torunlarının her biriyle iyi ilişkiler kuruyor; kimseyle kötü geçinmiyordun. Bunu yaparken herkesin kişiliğine, karakterine uygun davranıyordun. Böylelikle herkes kendini senin için özel sanıyordu. En önemlisi kimsenin kuyruğu kimseye değmiyor, kimse kimseyi kıskanmıyordu. İşte bunu nasıl becerdin Babaanne! Hala hayretler içindeyim. 

Çocukluğuma dair hatırladıklarım, yazın bütün torunlar birikip kıkırdarken, senin bize “Erikmeyin!” diye kızmandı. Erikmek bizim orada yaşlıların kullandığı bir tabir. Azmayın, gürültü yapmayın, demek. Ayrıca “karnağrıları (karın ağrıları), davun çıksın (davun, zehir anlamında, hoş olmayan durumlarda kullanılır)  gibi pek de sevecen olmayan sözlerle bağırırdın. Biz bir süre sesimizi keser, biraz zaman geçince tekrar gürültüye devam ederdik. Ama senin bu sözlerine, bağırmalarına hiç alınmazdık. Bunlar bizim için olması gereken,doğal süreçlerdi. Banyo yapıp çıkarken artık iki yana sarkmış memelerine gülerdik. Sen de sanki neye güldüğümüzü bilmiyormuş gibi “Ne gülüsuz!” diye çıkışırdın. Sonra dipleri beyazlamış kınalı saçlarını eski, geniş, siyah tarakla tarar, mutlaka örer ve arkanda toplardın. Saçların yıllara rağmen çok güçlüydü, dökülmezdi. Cenaze törenin için bir parça bu örgülerden kesip saklamıştın.

Bir de hep başın ağrırdı. Biz bunu yaşlı kadınların kaprisi olarak düşünürdük. Gürültüye o yüzden tahammülün yoktu. Alnının çevresini her zaman bir eşarpla sımsıkı bağlardın. Bazen de ağrın geçsin diye bizim oranın meşhur kara lahanalarını sarardın. Ağrın depreştiğinde kafana senin tabirinle zumbuklarla (yumruk) vururdun. Kendi kafana söylenirdin.Tabi bize çocukken bu durum komik gelirdi.Senin bu hallerine gülerdik. Daha sonra beyninde bir tümör olduğu anlaşıldı.Neyse ki iyi huyluydu ama epey büyüktü. Zaten yaşın ileri ve tümör de iyi huylu olunca ameliyat olmadın. Ama koca tümöre rağmen beynin, hafızan çok iyi çalışıyordu.

Yün yorgan ve yastıklara çok düşkündün. Eski kadınların en övündüğü şeylerden biri yün yorganların, döşeklerin çokluğu ve onların temizliğini iyi yapmaktı. Eğer bir kadın yünlerini güzelce yıkayıp, yorganlarını sırıyabiliyorsa (yorganı dikmek) ondan havalısı yoktu. O yüzden çeyizimizdeki yün yorganların sayısını merak eder, biz yeni nesil onların yapılmasını beceremesek de “Yün yorganlarınınızı sırıdınız mı?” diye sorardın. Köy evlerinde ilgini çeken üst üste dizilmiş, püfür püfür yün yorganlardı. Artık iyice yaşlandığında en sevdiğin etkinlik köyde hangi kadın yününü sırıyorsa yanına gidip sohbet etmekti. “Keşke genç olsam da yün yapsam…” diyerek canın yün yapmayı çekerdi. Artık elinden gelmeyen, özlem duyduğun bu işi başkalarının yaptığını izlemek sana iyi geliyordu.

Senin mısır ekmeğini çok özleyeceğim Babaanne! Bence bu dünyanın en iyi mısır ekmeğini yapıyordun. Hatta çocukken mısır ekmeği, şeker ve tereyağıyla yaptığın ve köyün başka bir yerinde rastlamadığım bir yemek yapmıştın. İsmini de “Övmeç”demiştin. Sanırım malzeme bulunamadığı zaman çocuklara uydurulan ama basit görünmesin diye ‘övmek’ kökünden türetilmiş bir yemekti. Hatta yemek olduğu bile şüphe götüren övmeci biz büyük iştahla ve heyecanla silip süpürmüştük. Sen de hem bizi doyurmanin hem de bizi keklemenin verdiği neşeyle bıyık altından gülmüştün. Bir de  ben çökeleklerini çok severdim. Beyaz tülbentlere sarıp kuruması için asardın. Tavana asılı çökeleklere, mısırlara vurmaya çalışırdık. Evin içinde hep keskin bir çökelek kokusu olurdu.Senin ellerinde hep çökelek kokardı. O koku kesif olsa da çökeleklerin enfes olurdu. En çok benim sevdiğimi bildiğin için hep bana ayırırdın. İneklere baktığın zamanlarda mutlaka yoğurdun ve sütünden çok kullandığın genişçe çelik tasına koyup getirirdin. Bir kamu görevi ya da kutsal bir görev gibi getirirdin. Oysa zorunlu değildin. Senin yoğurdun, sütün, çökeleklerinle büyüdük Babaanne! Biz de emeğin çok ve ödeyemeyiz…

Bir bakıma benim çocukluk arkadaşımdın. İlkokul yıllarımda yaz bitti mi herkes gider, torunlarından ben kalırdım. Her okuldan gelişimde beni ziyaret eder, benim senin yanına gelmemi beklemezdin. Bana bir babaanne gibi değil de beni mutlu etmeye çalışan bir arkadaş gibi davranırdın. Ufak bir sohbet eder, giderdin. Bu sana iyi geliyordu. Elimden tutar, beni mevlitlere götürür, en güzel yemekleri yedirirdin.

Bir yerlerde sofra kurulduysa ve orada turşu varsa “Madam (iştahım) çekti. Accuk yim. (Azıcık yiyeyim.)” derdin. Gerçekten herşeyden azıcık yerdin. Galiba formunu buna borçluydun. Azıcık turşu yesen de miden ağrır ve sülalecek ortak kullanılan mide haplarından içerdin. Başka biri bir ilaçtan memnun kaldıysa sen de ondan kullanmak isterdin.” Bu sana iyi mi geldi, ben de bir atayım.” derdin. 

Duaları bir türlü ezberleyemezdin. Tüm torunlarından teker teker yardım isterdin. “Bak Fatiha’yı  okuyorum. Yanlış olursam düzelt” diye tembih ederdin. O yaşlı halinle duaları yanlış okuma tedirginliğin ve hala kendini düzeltme halini unutamam.

Bir de eski kadınlar haççak (hoş, güzel) sözünü kullanırdı. Beğendiğin bir şeye veya kişiye “Ne haççak!” derdin. Beni bekarken zayıf bulurdun. Pek haççak bulmazdın. Doğum yapıp kilo alınca artık senin standartlarına uymuştum. Yani haççak olmuştum. Bizim köylerde çok zayıf insanı beğenmezler, biraz kilolu boylu poslu olursan senden haççağı yoktur. Yani Babaanne, modern insanın aksine sen kilolu insanı güzel bulurdun.

Seni geçen yaz en son gördüğümde ayağa kalman, ihtiyaçlarını görmen daha bir zor hale gelmişti. Son yıllarda zaten böyleydi ama bu halinle hayatını yardım almadan sürdürmen imkansızdı. Her gün ziyaretine gelip uzun sohbetler ettik. Senin 96 yaşına rağmen hafızana, bilincine, mantığına hayran kaldım. 76 yaşındaki oğlunla (yani benim babam) ilgili endişelerin benim 16 yaşındaki oğlumla.ilgili endişelerimden farksızdı. O an çocuğu için endişelenen iki anneydik. Sülaledeki bütün herkesin  değerlendirmesini yaptın. Derdini, tasasını, ihtiyaçlarını anlattın. Seni dinlerken bir yandan ne kadar zeki olduğunu düşündüm. Halbuki yıllarca hep sen benim zeki olduğumu söyler, beni överdin. Senin için varsa yoksa çocukların, torunların zeki, becerikli, merhametliydi. Hiç kendini öne çekmemiştin, biz de sana hakettiğin iltifatları ne yazık ki etmemiştik.

Son birkaç yıldır artık totem yapmıyor “Gelecek sene artık seni göremem.” demiyordun. Bu beni işkillendiriyordu. En son görüşmemizde “Kızım gelecek yaza mutlaka gel, fındık zamanı gel. “demen içimden bana “Acaba” dedirtti. Zar zor çıktığın kapıda bacaklarını uzatıp oturarak beni son kez uğurladın. Ben de sana gözden kaybolana kadar uzun uzun baktım. Ah şimdi düşünüyorum da Babaanne nerdeyse 25 yıldır beni hep dışarıda uğurladın. Her zaman yola ne zaman çıkacağımı sorup bekledin. Hep arkamdan el salladın. Yolcu etmediğin bir zamanı hatırlamıyorum. Bunu bütün torunların için de yaptın. Seni nasıl unutabiliriz? 

Koronavirüs seni de buldu bu kış. Salgının iyice yaygınlaştığı ve önlemlerin gevşediği zaman. Salgının büyük bölümünde köydeydin. Daha korunaklıydın ve hiç hasta olmamıştın. Bu kış şehre inince ve haliyle gelen giden olunca kaptın virüsü. Aslında istemişsin bu virüsü. Bir haftada öldürüyor denilince sen de yatalak olmaktan korktuğun için “Havu(o) hastalık beni bulsa… .” demişsin. Ah Babaanne keşke Allah’tan kulaklarım daha iyi duysa, daha rahat ayağa kalksam, diye dua etseydin. Bir yanın bu hayattan kurtulmak isterken bir yanında yaşamak istiyordu. Uzun zamandır görmediğin, Almanya’daki kızın gelecekti. Onu dört gözle bekliyordun. Ama bu hayattan kısa zamanda kurtulma dileğin gerçekleşti. Kovid oldun. Herkesin aksine senin ciğerlerin sağlamdı. Virüs böbreklerini vurmuştu. Nedeniyse artık ayağa çok kalkamadığın için suyu az içmen olmuştu. Son zamanlarında kimseye muhtaç olmadan tuvalete gitmek istiyor, zor kalktığından az su içiyordun. Zaten suyu çok az içerdin. O yüzden cildin hep kuruydu. Belki böyle yapmasaydın o virüs seni alt edemeyecekti Babaanne… 

Şimdi sana veda etmiyorum Babaanne! Çünkü sana veda etmek onca yaşanmışlıklara, en çok da çocukluğuma veda etmek demek. Sen damarlarımıza kadar işlemiş bir tarihsin. O yüzden kalbimizde varlığını devam ettireceksin, biliyorum. Sana bu satırları okusaydım “Kızım bana ketap yazmış. “diye sevinecek,” Hıh” diye gülüp keyfinin yerinde olduğunu gösterecektin. Seni çok seviyorum Babaanne! En güzel dualarımız seninle olsun…

Esen Güney

Esen Güney Married She has a son and was born in Giresun. She lives in Istanbul. Since 2014, she has been working as a writer and publication editor at fikrikadim.com. She has published essays, stories and interviews. He still continues to write and conduct interviews.