Operadaki Hayalet: Kültür- Sanat Sopası olarak Opera ve Bale

11 mins read
Kültür- Sanat Sopası olarak Opera ve Bale

Opera ve Bale, Avrupa’nın (en) yerli ve milli bir sanatıdır. Hiçbir sanat dalı bu denli radikal ve keskin hatlarla bir hüviyete bürünüp belirli yeri-konumu-kültürü sabitlememiştir. O, her zaman aynı gösterenle (işaretle) aynı gösterileni (işaret edileni) gösterir (işaret eder). Dolayısıyla Opera ve Bale’nin insanlığın evrensel bir parçası olmadan sürekli olarak Avrupa’yı içermesi tesadüf olmaz. Aklı başında herhangi bir insan; Afrikalı’nın, Asyalı’nın, Latin-Amerikalı’nın, Doğulu’nun Opera ve Bale yaptığını imgeleyip düşünemez. Hâl böyle iken; Opera ve Balenin ısrarla “evrensel olduğu” tezi, apaçık bir şekilde saçmalığa dönüşür. Burada “dolaylı bir evrensellik” de yoktur. Yani Avrupa’dan çıkıp tüm insanlık için aynı anlamda ve varlıkta geçerli olması durumu da yoktur. Opera ve Balenin yerli ve milli bir sanat olması kendi iç göstergelerinde de izlenebilir: Mesela; Opera, İtalya’da (Floransa’da) ortaya çıkıyor, Venedik’te ilk kurumsal temeli atılıyor, Almanya’ya geçiyor fakat oynanan oyunlar İtalyanca oluyor, Fransa’da operayı üreten bir İtalyan ve kopya üretimlerle sahneleniyor, İngiltere bunlara göre daha az etkilense de yine İtalyan üslupla ilerliyor. “Dilenci operaları” (halk müziği folklorik unsurlarla yazılan gülünç opera türü) denilen türde bile İtalyan esintiler bolca yer alıyor. Bale’de iç gösterge biraz farklı olsa da; eksenin İtalya’dan çıkıp zamanla Danimarka, İsveç’e kadar nasıl belirli izlerle yayıldığı görülüyor. Ruslar’ın daha geç Bale’ye katılması (18.YY ikinci yarısı) ve diğerlerini gölgede bırakması başka bir olguyu yansıtıyor. Demek ki; “(Batı’nın) farklı ülkelerinde benzer sanatın (operanın ve balenin) olması, onu evrensel yapar” vb diyen iddiaları ciddiye almaya değmez. Burada kültürleri ve dilleri farklı olan (Avrupalı) ulusların paydası sayılan, dolayısıyla evrensel kabul edilen, Operanın ve Balenin, diğer tüm insanları dışarıya atan yönü gözden kaçırılır. Avrupa, ısrarla evrensellikle özdeşleştirilir.   

Opera ve Balenin radikal ve keskin hatları, onu sistemin bir kültür-sanat sopası olmasını temin eden en önemli özelliğe dönüşür. Bizleri de bu radikal ve saldırgan hatlar ilgilendiriyor. İstanbul’un göbeğine Atatürk Kültür Merkeziyle Opera ve Baleyi bir sembol olarak yerleştirmek, sopanın nasıl indiğini, baskının ne denli şiddetli olduğunu anlatıyor. Hele Kanuni’yi Operaya taşımak, fecaat ötesi bir hali gösteriyor. Operadaki Kanuni ne padişahı ne de tarihsel herhangi bir imayı taşımaksızın sürekli müstemleke bir kuklayı sahneliyor.

Opera ve Bale için sözde en ciddi itiraz şöyle gelebilir: “Avrupa’da bir sürü millet ve farklı kültür var hangisinin yerli ve millisi?!” Bu ve benzer itirazlar hiç olmadığı kadar yaygınlık kazanan ve Avrupa dışındakileri kışkırtan sözde düşünceler olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Post-modern teorilerin verdiği gazla Avrupa’dan-Batı’dan şüphe edenler, somut-soyut birçok alanda onun Mutlak referansını daha güçlü dayatma eğiliminde olması ayrıca düşündürücüdür. Şimdi; soyutlama zekaları gelişmemiş, bu sözde düşünür ve şüphecilere şöyle cevap vermek mümkün: a) Avrupa kendi içinde farklı dil-millet-“kültür” taşısa da bu onun bir bütün olarak ortaya çıkmasına engel değil. Bütün, parçadan oluşur fakat parçadan başka bir şeydir. Mesela; insan idrak sahibi bir varlıktır fakat idrak ne tek başına bedende (elde, ayakta, dalakta ) ne de ruhta bulunur b) Opera ve Balenin uzandığı “Avrupa Merkezcilik” bilinmeden, onun yapısı, niteliği hesaba katılmadan yerli ve milli karakter hakkında konuşmak, meseleyi anlayamamak olur. [Avrupa Merkezcilik hem sistemin en önemli yapısı hem de Opera ve Balenin bir kültür-sanat sopası olarak işlevsel rölünü göstermesi açısından ayrıca ele alınmalıdır fakat konunun dağılmaması için bu meseleyi başka yazıya bırakmak gerekiyor.]  

Opera ve Bale; Rönesansın gayrı meşru çocuğu olarak doğmuş, Seküler temel niteliğini hep korumuştur: Rönesans’ın karmaşık geçişleri içinde müzisyenler ve şairlerin eski Yunan eserlerine benzer eserler vermeye çalışması daha doğrusu “Yunan Trajedisi” üzerinden ilerlemeleri, sekülerizmin üretim biçiminin başka boyutu olmuştu. Zira Yunan’daki mistik paganizm (Tanrılarla, mitlerle dolu bir evren) yerini mistikten arındırılmış bir üretime bırakmıştı. Floransa ve Venedikteki kontların burjuvanın destekçi olması da başka bir yoldan Dine (kiliseye) karşı özerklik alanı açmıştı. Bu durum diğer bütün alanlarda rahatça izlenebilen genel bir karakterdi. Almanya’da 1644’te ilk operanın adı çok manidar biçimde seküler izlerle döşenmişti: “Seelewig”  Seele ve ewig birleşiminde meydana gelen ve duyulabilen anlam; Seele’nin gönül ve ruh anlamı değildi; can- beden anlamıydı. Ewig ise; sonsuz, ebedi anlamını yani manevi anlamını ölümsüz yani bedensel anlamına taşımıştı.

Kısaca Özetlersek: a) Opera ve Bale Avrupa’nın (en) yerli ve milli bir sanatıdır b) asla Evrensellik taşımaz c) Opera ve Bale insanlık sanat tarihinde küçücük yer işgal etmesine rağmen insanlığa dayatılan en büyük kültür-sanat sopasıdır d) özellikle Bale’nin mimik, müzik, duygu, dekor gibi unsurları birleştirdiği, ileri standartlarla benzendiği için en üstün sanat olduğu iddiası tamamen bir Mittir. Opera ve Bale bir mittir e) Opera ve Baleye tepki gösteren ya da onu benimsemeyenlerin kültür sanat alanını dışladığı tamamen yanlıştır fakat tersi doğrudur. Dışlayan tamamen dışarıya atan baskı ve dayatma kuran unsur, Opera ve Bale’dir. Tepkileri Avrupa düşmanlığı ile özdeş saymak ya da reaksiyoner kabul etmek başka bir dayatma ve hapsetme modelidir f) bunun karşısına “Ortadoğunun fanatik yobazlığını” vb söylemleri koymak, sadece düşünce zayıflığı değil aynı zamanda ahlaksızlığın bir yüzüdür g) somut- soyut tüm gösterge alanlarında Avrupa Merkezciliği en kılcal damarlara kadar yaşayıp maruz kalırken ondan derin bir şüpheye düşmek ayrıca akıl tutulmasıdır h) Opera ve Bale diğer bütün kültürlere en yabancı radikal hatlar taşıdığı için özellikle kasıtlı olarak sivriltilip dayatılır. Böylelikle sanatın kültürün en üst formu olarak değil belirli bir yer-konum olarak sürekli kendini gösterir ve garanti altına alır ı) en önemlisi; seküler temel karakteri, onun tarihsel bir unsur olmaktan çok varlıksal bir niteliğidir. Ondan ayrılamaz.