Oku(ma)
—Yazan: Gürcan Çevik
Branşında ün yapmış bir kalp doktoruna, gönül rahatlığı ile kendimizi teslim ederiz ameliyat masasında. Sorgulamayız dünya görüşünü, inancını, fikrini.
Ne var ki günümüzde yazar-okur ilişkisinde aynı dostane tavrı sürdüremeyenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Kitap okuma tercihlerini yaparken, duygularımız, çevrenin dayattığı algılar, ideolojik, duygusal, dar kalıplı, sığ yaklaşımlar, okur-yazar dostluğuna gölge düşürür. Matbaanın icadı ile günümüz dünyasına erişmeyi başarabilmiş, tüm dünyada okurları üzerinde derin bir tesir uyandırmış, edebi eserlerin, dünyaca ünlü yazarları da farklı dünya görüşlerine, farklı din ve mezheplere, farklı uluslara mensup kimselerdi.Onların bu kadar sevilmelerine, tanınmalarına,
Son sayfasını okuduğumuz her kitaptan sonra, artık o kitabı okumadan önceki kişi değilizdir. Başka derin zekâlarla karşılaşma mutluluğuna erişmiş, varolan dünyanın karşısındaki öteki seçenekleri bulmaya aday kimsesizdir. Çünkü; kendimizi aşmaya, dünyayı değiştirmeye çağırır bizi romandaki kahramanlar. Sadece öğrenmekle kalmaz, edebiyatla coşar, neşelenir, zenginleşiriz.
Peki okuyanlar?
Onlar, okuyarak çok konforlu bir alan mı sağlarlar kendilerine. Bilindiğinin aksine, çatık kaşlı mahalle baskısı ve pusuda bekleyen bilinçaltı blokajları hemen dikiliverir önlerine. Şu yazar nihilist, bu yazar marksist, beriki yahudi, öteki hristiyan, annesi kominist, babası deist…Liste böyle uzayıp gidiyor.Hiç eline kitap almamış mahalleli, çoktan, taşlı sopalı bir linç için pusuda beklemektedir sokağın köşesinde.. Okuyup filozof mu olacaksın başımıza, yeni yeni fikirler mi edineceksin, ne yani artık sen bizim düşüncelerimizi beğenmiyor musun yoksa.Bak hele şuna, nasıl da havalara girmiş, neymiş efendim; hayatı sorguluyormuş, varoluş çilesi çekiyormuş.
Severek okuduğum yazarlardan Stefan Zwaig’ın “Dünün dünyası” kitabını okuduğum sıralarda, bir dostumdan tepki almıştım. “Bu yahudi yazarı niçin okuyorsun” diye bana çıkışmıştı.Eleştirisinin dozunu giderek arttırmış, fikirlerimden sapmakla itham etmişti beni. Zwaig gibi, ben de nasibimi almıştım bu linçten. Yazarın: “içinde yaşadığımız dünyayı, yüzyıllar önceki gerçek vebadan çok daha fazla kasıp kavuran, çağın vebası ırk ayrımcılığıydı” diye okurlarına seslendiğinden habersizdi maalesef.
Mütedeyyin bir çevrede okuma tercihlerimden ötürü tepkiler almış, okumanın beraberinde getirdiği aydınlanma dönemi ile konfor alanını terketme cesaretinin bedeli olan, yalnızlıkla tanışmıştım. O sıralarda okuduğum Bekir Yıldız,”Halkalı Köle” kitabında,”Karanlık yalnızlıklar, sevgisiz aydınlıklardan daha aydınlıktır.” diyordu. İhsan Fazlıoğlu’nun “Yalnızlığı ile yol alan bir insanı, hiç kimse yokluğuyla korkutamaz” sözlerindeki teselliye tutunmuştum. İsmet Özel’in tarifiyle, millet ne der putunu parçalamış, hatta eleştirilmekten hoşlanır hale gelmiştim.Üzücü olansa, aidiyet duygusu hissettiğim çevrenin, kitap okumaya karşı gösterdiği taasupçu dirençti.