Edepli Kabadayı

15 mins read
Edepli Kabadayı

Edepli Kabadayı

Edepli Kabadayı

Bir varmış bir yokmuş. Bir yaz günü, şehir sakinlerinin yaylağı olan bir dağ köyünde dağ kabadayılarından birisine “gül saçma” merasimi düzenlemişler; bütün meşhur kimseleri, pehlivanları, yetenekli kişileri ve babayiğitleri davet etmişler.

Eskiden zorbalığın yanısıra mert ve edep sahibi olan kişilere ayyar (babayiğit, kabadayı, delikanlı) denildiğini , sağlıklı bir kanun ve adalet sistemi olmadığı için polisin yapacağı işlerin çoğunu ayyarların üslenmiş olduğunu, bir çok ihtilafı ayyarların giderdiğini, hırsızları ve yolkesenleri ayyarların rüsva eylediklerini söylememiz gerekir.

Ayyarlar sahip oldukları kötülüklere rağmen kendilerini delikanlılık ve insaf ile tanıtırlarmış; her bir şehir ve nahiyede genellikle savunmasız ve mazlum kişilerin yardımına koşarlar, halka eziyet eden  zorbalar ve asilerle mücadele ederler, halkın onları delikanlı ayyar diye tanıtmalarından ve onların kahramanlık hikayelerini her yerde anlatmalarından memnun olurlarmış.

Fakat kendi aralarında da bazen ihtilaf çıkarmış; mesela şehir ayyarları dağ ayyarlarına neden filan ayyar filanca yerde halka eziyet etmiş ve bir başkası ona edepsiz demiş diye  itirazda bulunurlarmış.

Ayyarın hırsızdan farkı hırsızın herkesin malını alıp götürmesi, fakat ayyarın ise zayıf ve mazlum kimselere herhangi bir eziyet etmemesi, zalim ve halka eziyet eden insanlarla uğraşmasıymış.



Ayyarlar daima mertlik ve edepten söz ederler, eğer ayyarlardan bir tanesine edepsiz ve namert damgası vurulursa bu durum onun için en ağır bir küfür gibi olur, sürekli insanların kendilerini edepli ve mert olarak tanımaları için çalışırlar ve bu unvan ile iftihar ederlermiş; onlardan bir tanesi bir iş yaptığında, kendi deyimleriyle “güzel dikiyordu” diye ifade ettikleri parlak bir zafer kazandığında çiçek saçma töreni tertip ediyorlar ve fikirdaşları o törene katılıyorlar ve o ayyara hediyeler veriyorlarmış.

O günlerde yol kesen bir hırsız zuhur etmiş imiş ve bu hırsız bir kafilenin yolunu kesmiş, birkaç kişiyi hırpalamış ve dağ sakinlerinin malını götürmüş; dağ sakinleri onun elinden bıkıp usanmışlar ve ayyarlardan bir tanesi bir hile ile o yol kesen hırsızı tuzağa düşürmüş; halk bu ayyarın onuruna gül saçma töreni düzenlemiş ve bütün oradakiler eğlenmeye başlamışlar.

Meclis hareketliyken ansızın iri yapılı bir adam çıkagelmiş ve meclise girip şöyle demiş: “Dağ ayyarlarının reisiyle görüşmek istiyorum.”

Meclistekiler birisini işaret etmişler ve demişler ki: “Dağ ayyarlarının reisi işte budur.” Ardından herkesin gözü yeni giren adama çevrilmiş.

Yeni giren adam ayyarlarının reisine yönelmiş ve yüksek sesle şöyle söylemiş: “Ben şehir ayyarlarının yanından geldim. Şehir ayyarları size selam söylüyorlar ve bizim cevabını sizden istediğimiz üç sorumuz var diyorlar. Eğer doğru cevap verirseniz sizinle dostuz ve bundan sonra dağ sizin dağınız, şehir bizim şehrimiz, fakat eğer doğru cevaplayamazsanız bundan sonra bütün işlerde bizden izin almanız ve bizim reisimizin yoluna baş koymanız gerekir.”

Mecliste bulunanlar dağ ayyarları  reisinin ne cevap vereceğini görmek için kulak kesilmişler ve eğer bir tartışma çıkarsa yeni gireni terbiye etmek kendi deyimleriyle “icabına bakmak” için hazırlanmışlar.

Dağ ayyarlarının reisi şöyle cevap vermiş. “Ne söylemek istediğini bilmiyorum fakat bütün dağ ahalisi bizi yiğitlik ve “edep sahibi olmak” ile tanır. Eğer doğru bir sözün var ise cevabını veririm, yoksa çocuk değilim ki toptan tüfekten korkayım, söğüt değilim ki bir rüzgar ile titreyeyim; hiç kimse de bize efelenemez. Bizim kötülüğümüzü isteyen eğer şeytandan bir hokkabaz olsa boynuzunu kırarız, eğer bir davul gürültüsü olsa karnını  serip sofra yaparız. Bizim karnımız bu sözlere toktur; dağ ayyarlarının her birisi senin gibi yetmiş tanesini suya götürüp susuz getirir.”

Şehir ayyarlarının elçisi şöyle demiş: “Senin gürültün edepsiz adamların boş işlerindendir ve yalancılık namert insanların işidir. Eğer cevap verebilirseniz ve bu sözlere doğru cevap vermekten çekinmeyecekseniz biz de sizin yiğit ve edepli olduğunuzu anlarız. ”

Dağ ayyarlarının reisi şöyle demiş: “Her kim edepli bir insan ise benim canım ona kurban olsun! Eğer doğru söz söylenecek ve doğru cevap verilecekse size saygımız sonsuzdur fakat kötü niyetliyseniz bizzat kendimiz haddinizi bildiririz.”

Şehir ayyarlarının elçisi şöyle demiş: “Fakat şunu da söyleyeyim ki şehir ayyarlarının şakası olmadığı gibi kitabın ortasından konuşurlar.” Biz sizi denemek ve delikanlılıkta boyunuzun ölçüsü nedir diye görmek istiyoruz; size üç sualimiz var:

Birincisi; söyleyin bakalım size göre edep nedir?

İkincisi; söyleyin bakalım mert kişi ile namert kişi arasındaki fark nedir?

Üçüncüsü; söyleyin bakalım eğer bir yiğit yolda oturmuş olsa, birisi de korka korka onun önünden geçse, birkaç dakika sonra kılıcını çekmiş bir adam oraya gelse ve o yiğitten kaçan adam hangi yoldan gitti diye ona sorsa bu yiğit ne cevap vermelidir? Acaba o kılıcını çekmiş olan adama yol mu göstermeli, yoksa kaçan adamı gördüğünü inkar mı etmeli?”

Dağ ayyarlarının reisi şöyle demiş: “Sizin edep nedir diye sorduğunuz birinci sorunun cevabı şudur:  edep söz ile davranışın bir olmasıdır; eğer bir kişi mertlik aleminde bir söz verip taahhütte bulunduysa kendi zararına olsa bile o sözü yerine getirmelidir. Eğer böyle değilse edepsizdir.”

Mert kişi ile namert kişi arasındaki fark nedir diye sorduğun ikinci sorunun cevabı ise şudur: yiğitliğin esası bir kimsenin kendisinden daha zayıf olanla çatışmaması ve zayıf ve savunmasız insanlara eziyet etmemesidir. Hırsız hırsızlık eder, yolkesen de yol keser fakat mert kişi mert kişi ile karşı karşıya gelir ve yiğit olan kendisinden daha güçlü olanla ya da dengiyle kendini dener; kendisinden daha zayıf olanla savaşan kimse yiğit olmak şöyle dursun mert kişi bile değildir.

“Üçüncü soruya gelince, dağ ayyarları arasında bir yarışma yapalım. Kim cevabını bilirse bir zahmet yerinden kalksın ve öne çıksın.”

Orada bulunanlar arasından üç kişi öne çıktılar. Bir tanesi şöyle demiş: “Bana göre yiğit kişi yalandan ve hileden nefret eder, kavşakta oturan yiğidin firariyi göstermesi gerekir. Göz bir şeyi gördüğünde görmedim denilmemesi gerekir, inkar etmek korku belirtisidir.”

İkincisi şöyle demiş: “Benim düşünceme göre yiğit haber taşımaktan ve fitnecilikten nefret eder. Kavşakta oturan yiğidin ben kimseyi görmedim demesi gerekir. Birisinin korkuyla kaçtığını gördüğün zaman onu ele vermemek gerekir. Korku ölümün kardeşidir ve yiğit kişi bir kimsenin ölümüne razı olmaz.”

Üçüncüsü şöyle demiş: “Benim düşünceme göre yiğit hem yalandan hem de fitnecilikten nefret eder; kavşakta oturan yiğidin o sırada akıllı ve tedbirli davranması gerekir. Oturduğu yerden kalkarak biraz yerini değiştirmesi, ben burada oturduğum sürece hiç kimseyi görmedim demesi ve böylece fitne ateşini söndürmesi gerekir”

Şehir ayyarlarının elçisi şöyle demiş: “Ben sizden bir cevap istedim; üç tane farklı düşünce ile geri dönemem; sen ayyarların reisisin, söylemen gerek eğer sen olsan ne yaparsın.”

Dağ ayyarlarının reisi şöyle demiş: “Ben olsam kılıcını çekmiş olan adamı delikanlıca yakalar ve muhtara teslim ederim. Kaçak adamı da bulur soruşturup zalim olanı mazlumdan ayırt etsinler ve herkes hak ettiğini bulsun diye adalete teslim ederim. Ben ayyarım. Mert biriyim, edepliyim fakat gaybı bilmem; korkup titreyen adam zulmetmiş olabilir ve intikam korkusundan kaçmış olabilir, yiğit kişi yalandan nefret eder, fitneden nefret eder, hile yapmaktan da nefret eder; hüküm verme işini kadı yapar, ben ayyarım, kadı değilim.”

Şehir ayyarlarının elçisi şöyle demiş: “Biz işte bunu istiyorduk. Seni yiğitlik, mert ve edep sahibi birisi olarak tanıyoruz, dağ ayyarlarının reisi olmak sana yaraşır.”

Dağ ayyarlarının reisi şöyle demiş: “Size dostluk ve muhabbetlerimizi sunarız.”

Şehir ayyarlarının reisi ise “biz de size saygı ve hürmetlerimizi sunarız.” diyerek vedalaşmış ve meclisten ayrılmış.

Mehdî ÂZERYEZDÎ / Kâbûsnâme’den Seçmeler

Yazarın bir önceki hikayesi İçin Tıkla

Ersin Selçuk

Ersin Selçuk, Dicle Üniversitesi Fars Dili ve Edebiyatı Öğretim Görevlisi, 1969 İstanbul doğumlu, Evli, dört çocuk babası