Sait Faik Hayatı Yazarlığı

13 mins read

Sait Faik Hayatı Yazarlığı

Türk Edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Sait Faik kimdir. Hayatı Hakkında bilmek istediklerinizi bu yazıda bulabilirsiniz

Sait Faik Hayatı Hakkında
Sait Faik

İlk Yıllar

Sait Faik 18 Kasım 1906’da Adapazarı’nda doğdu. Babası Adapazarı’nın yerli ailesi Abasızzâdeler’den Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti’nde çalışarak İstiklâl madalyası alan, bir ara belediye başkanlığı yapan (1922) Mehmed Fâik Bey, annesi Adapazarı’nda geniş arazi sahibi Hacı Rızâ Bey’in kızı Makbûle Hanım’dır. Varlıklı bir aile içinde büyüyen Sait Faik yabancı dilde eğitim veren Rehber-i Terakkî’deki ilk öğreniminin ardından iki yıl Adapazarı İdâdîsi’ne devam etti. İşgal yılları ve Millî Mücadele sonrası ailesiyle beraber İstanbul’a taşındı (1926). Bir süre İstanbul Lisesi’nde okudu ve disiplin cezasıyla gittiği Bursa Lisesi’nden mezun oldu (1928).

Üniversite yılları

Aynı yıl Dârülfünun Edebiyat Fakültesi’ne yazıldıysa da avare yaşayışı sebebiyle iki yıl sonra babasının isteğiyle ekonomi eğitimi için İsviçre’nin Lozan ve oradan Fransa’nın Grenoble şehrine gitti. Burada gördüğü dört yıllık düzensiz eğitim (1931-1934) ve yaşadığı bohem hayatı yüzünden babasının geri çağırmasıyla diploma alamadan Türkiye’ye döndü (1934).

Çalışma Hayatında  Sait Faik

Bir süre Halıcıoğlu Ermeni Yetim Mektebi’nde Türkçe öğretmenliği yaptı. Babasının verdiği sermaye ile açtığı ticarethaneyi yürütemedi. Adliye muhabiri olarak Haber gazetesine mahkeme röportajları hazırladı. 1939’da babasının ölümü üzerine geride kalan mülklerin geliri ve yazılarıyla geçindi.

Mine Urgan: Sait Faik, öteki yazarlara kıyasla, çok talihliydi. Geçim derdi yoktu. Ekmek parasını kazanmak için didinip durmak zorunda değildi. Annesi ona her gün belirli bir harçlık verirdi. İçki dışında hiçbir lüksü olmadığından, o parayla rahat idare ederdi. Böyle bir annesi olması, onun için de, bizler için de bir nimetti. Yoksa, küçük bir çocuk kadar savunmasız olan Sait, yaşam kavgası denilen o kepaze felâket içinde heba olup gidecek ya az sayıda ya da hiç öykü yazamayacaktı. (Mina Urgan – Bir Dinozorun Anıları)

Lise yıllarında önce şiir, ardından hikâye denemeleriyle edebiyata yöneldiği bilinen Sait Faik’in yayımlanan ilk hikâyesi “Uçurtmalar” Milliyet gazetesinde (9 Aralık 1929), ilk şiiri “Hamal” Mektep dergisinde (21 Ocak 1932) çıkmıştır. Daha sonra gittikçe artan bir tempo ile kendini hemen tamamıyla hikâye yazmaya vermiştir.

İlk hikâyelerinde Maupassant tarzında ve Ömer Seyfeddin, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin gibi hikâyecilerin etkisinde yazarken Fransa dönüşü kendine mahsus bir hikâye dili geliştirmiştir. Bu dönemin ilk hikâyelerinde (Semaver, 1936) o yılların modası olan toplumcu-gerçekçi akımına kapılmış, ardından ferdî problemlere ağırlık vermeye başlamıştır. Günlük yaşayışındaki gözlem ve tecrübelere dayandığı izlenimini veren bu hikâyelerde zor şartlara rağmen hayata severek katlanan küçük insanları ele almış, bunların yaşantılarını ve gözlemlerini konu edinmiştir.

Mine Urgan: Sait’in eşcinsel eğilimleri olduğu rivayet edilirdi. Çok belirgin ahlakçı öğretmen yanıma karşın, benim bu konuda hiçbir yobazlığım yoktur. Eşcinsellerle dostluk kurar, onları oldukları gibi kabul ederim. Tek karşı çıktığım şey, henüz yetişkin olmayan, dolayısıyla cinsel itileri karmakarışık çocukların doğal eğilimlerinden saptırılmaları; belki eşcinsel olmayacakken, ya parasızlıktan ya da duygulan sömürülerek, eşcinselliğe yöneltilmelidir.

Öykülerinden de anlaşılacağı gibi, Sait Faik’in bir eşcinsel yanı gerçekten de vardı. Ama bana kalırsa, biseksüel olan Sait’in eşcinsel dürtüleri, uygulanmaya pek konulmayan, yani platonik kalan bir duygu, çok yoğun bir duyguydu ancak. Buna karşılık, Sait’in kızlara âşık olduğunu, hem de ölesiye âşık olduğunu çok yakından biliyorum. Hem bana kendi anlattı, hem de gözümle gördüm yaşadığı aşkları. (Mina Urgan – Bir Dinozorun Anıları)

Edebiyat dünyasına katıldığı dönemler hikaye ve roman yazarlığı

Hemen bütün hikâyelerinde görülen kendini anlatır bir ifade tarzı bunların bir çeşit hâtıra-hikâye türüne girebileceği şeklinde değerlendirilmiştir. Pek az yazarda görülebilecek şekilde 206 hikâyesinden 169’unun ben merkezli oluşu bu değer yargısını desteklemektedir. Bu sebeple hikâyelerindeki olaylar okuyucu üzerinde yaşanmış izlenimi bırakmış, çevresindekiler bunlardan birçoğunun tanığı olduklarını ifade etmiştir. Ekserisi toplumun alt kesiminden olan kahramanları az şeyle mutlu olabilen, hayatın tabii bir gereği olarak kaderlerine razı olan insanlardır. Ağırlıklı biçimde fakir semtlerde ve gecekondularda yaşayanları, işsizleri, Anadolu’dan İstanbul’a gelenleri ve özellikle denizle, balıkçılıkla uğraşan insanları konu edinmiştir. Psikolojik olarak da sebepsiz iç sıkıntısı ve yalnızlık duygusuna kapılanlar ve hayal kuranlar önemli bir sayıya ulaşır. Bütün bu kişilerin siyasî, ideolojik ve dinî kanaatleri irdelenmemiştir. Bu arada çocuklar, hayvanlar ve tabiat da önemli bir yer tutar.

Hikâyelerinin dışında iki roman denemesi olan Sait Faik, bunlardan ilkini 1940’ta Medâr-ı Maîşet Motoru adıyla tefrika ettikten sonra 1944’te kitap haline getirmiş, ancak eser sıkıyönetimce toplanarak soruşturma açılmıştır. Daha sonra Bir Takım İnsanlar adıyla yayımlanan romanı hikâyeleriyle karşılaştırılamayacak kadar zayıftır ve aksaklıklarla doludur. Kayıp Aranıyor ise öncekine göre daha tutarlı olmasına rağmen bu da romandan ziyade uzatılmış bir hikâye özelliği göstermektedir. 1953’te Şimdi Sevişme Vakti adı altında kitap haline getirdiği, tamamı serbest tarzda olan şiirlerinin güzelliğine Mehmet Kaplan dikkat çekerek onun şair ruhlu bir insan olduğunu, bu özelliğinin hikâyelerine de yansıdığını belirtir. Sait Faik’in açtığı çığır Ömer Seyfeddin’den sonra Türk hikâyeciliğinin ikinci önemli merhalesi olarak kabul edilmektedir.

Sait Faik Abasıyanık’ın Burgazada’da müze olarak kullanılan evi
Sait Faik Abasıyanık’ın Burgazada’da müze olarak kullanılan evi

Hiç evlenmeyen ve bohem yaşayışını devam ettiren Sait Faik alkol düşkünlüğü yüzünden siroz hastalığına yakalandı (1945). 1951’de tedavi için gittiği Fransa’dan kısa bir süre sonra döndü. Sıklaşan krizler sebebiyle yatırıldığı hastahanede 11 Mayıs 1954’te öldü ve Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. Sait Faik modern edebiyata hizmetlerinden dolayı 1953 Mayısında Amerika Birleşik Devletleri’ndeki uluslararası Mark Twain Derneği’nin onur üyeliğine seçilmişti. Ölümünden sonra annesi Burgazada’daki evlerini Sait Faik Müzesi olarak bağışlamış ve her yıl en iyi hikâye kitabına verilmek üzere bir Sait Faik armağanı tesis etmiştir.

Eserleri. Hikâyelerini ve diğer yazılarını MilliyetKurunVakit gazeteleriyle VarlıkAğaçBüyük DoğuYücelYeni MecmuaServet-i Fünûnİnkılâpçı GençlikYürüyüş ve Yedigün gibi dergilerde yayımlayan Sait Faik’in sağlığında neşrettiği eserleriyle ölümünden sonra derlenen kitapları şunlardır: Semaver (1936), Sarnıç (1940), Şahmerdan (1940), Medâr-ı Maîşet Motoru (1944), Lüzumsuz Adam (1948), Mahalle Kahvesi (1950), Havada Bulut (1951), Kumpanya (1951), Havuz Başı (1952), Son Kuşlar (1952), Şimdi Sevişme Vakti (şiirler, 1953), Kayıp Aranıyor (1953), Alemdağ’da Var Bir Yılan (1954), Yaşamak Hırsı (Georges Simenon’dan çeviri roman, 1954), Az Şekerli (1954), Tüneldeki Çocuk (1955), Mahkeme Kapısı (röportajlar, 1956), Balıkçının Ölümü (1977), Açık Hava Oteli (konuşmalar, mektuplar, 1980), Yaşasın Edebiyat (çeşitli yazılar, 1981), Müthiş Bir Tren (1981), Sevgiliye Mektup (çeşitli yazılar, 1987).

FİKRİKADİM

The ancient idea tries to provide the most accurate information to its readers in all the content it publishes.

Leave a Reply

Your email address will not be published.

Comment moderation is enabled. Your comment may take some time to appear.