/

Şimdi bir film izledim: Enola Holmes

17 mins read
enola holmes

Şimdi bir film izledim: Enola Holmes

Şimdi bir film izledim. Anlatayım sıcağı sıcağına… Ama okumadan söyleyeyim. Filmi hikayesini baştan sona anlatacağım. O yüzden filmi izlemeyenler okumasınlar. Ya da yüzlerini kapatıp parmak arasından bakarak okusunlar. 

Film 19.yüzyıl İngiltere’sinde geçiyor. Baş karakterimiz 16 yaşında bir genç kız. İsmi Enola Holmes. Holmes soyadı size de Sherlock Holmes’u çağrıştırıyor değil mi? Zaten Enola onun kız kardeşi. Enola babasını küçük yaşta kaybediyor. İki abisi de evden, kendi hayatlarını kurmak için ayrılıyorlar. Enola annesiyle küçük bir taşra kasabasında yaşıyor. O dönemin aksine annesi onu farklı yetiştiriyor. Dikiş dikip nezaket kurallarını öğreteceğine; onunla deneyler yapıyor, satranç oynuyor, savunma sanatı öğretiyor, bilim ve edebiyat kitapları okutuyor. Enola’nın kendini var etmesi için elinden geleni yapıyor.

Elbette filmlerde en ideal olanı resmediyorlar ama batı filmlerinde izlediğimiz çocuk yetiştirirken genelde çocuklarını birey olmaya, kendi kişiliklerini kazanmaya yönelttiklerini, görüyorum. Bunu ne kadar başarıyorlar? Başka bir tartışma konusu. Biz filmimize dönelim. Enola 16 yaşına geldiğinde annesi birdenbire kaybolur. Daha doğrusu evi terk eder. Enola haliyle abilerini çağırır. Büyük abisi çok katı ve gelenekçi karakteriyle hem annesini hem Enola’ yı yargılayıcıdır. Diğer abisi Sherlock Holmes ise bildiğimiz dedektiftir. Kendi özel hayatın da bile ilkelerinden vazgeçmeyen ve mantıklı düşünmeyi asla bırakmayan…

Enola, dedektif abisinin tüm vakalarını gazeteden takip etmiştir. Ondan yıllarca uzakta olsa da ona bir anlamda yakındır. Abisinin etkileri ve annesinin verdiği eğitimle o da küçük bir dedektiftir aslında. Film bu yönüyle bir insanı rol model almak için o insanın çok yakında olması gerekmediği, uzakta olsa bile bir genci etkileyebileceği düşüncesi uyandırdı. Buna ben de katılıyorum. Film boyunca Sherlock Holmes’le bir araya gelmiyorlar ama birbirleriyle bir bağ içindeler. Neyse biz filmimize dönelim. Ne diyorduk? Enola annesini bulmak için yollara düşer. Daha doğrusu evden kaçar. Çünkü büyük abisi onu bir yatılı okula verip nezaket kuralları öğrenmesini ve hanım hanımcık evlenmesini ister. Sherlock Holmes bir kurtarıcı gibi karşı mı çıkıyor, dersiniz. Hayır çünkü filmde bizzat olaylara müdahale etmiyor. Sanırım Enola’nın yapabileceklerini görmek istiyor. Bir de film içinde Sherlock’un dikkat çekici bir sahnesi var. Politikaya, olaylara karışmadığını sadece işini yaptığını, belirtiyor. Annesi kayıp, kız kardeşi kaçmış; Bizim Sherlock, ilkelerinden vazgeçmiyor. Çok gerçekçi gelmedi ama hadi bakalım neler olacak? 

enola holmes

Enola, kaçmadan önce annesinin ona bıraktığı hediye kartlardaki şifreleri çözmeye çalışır. Böylece evde bıraktığı yüklü parayı şifrelerle çözerek evden kaçar. Trenle Londra ‘ya gidecektir. Yolculuk umduğu gibi gitmez. Yine kendi yaşlarında bir erkek de evden kaçmıştır. Sonradan soylu bir lord olduğunu öğrendiği bu genci ilk önce aptal ve savunmasız bulur. Onu trende peşindeki katilden kurtarır. Film boyunca hep kurtarılan kız imajı yıkılmaya çalışılıyor. Enola hep kurtarıcı rolde. Dikkatimi çeken durumlardan birisi annesinin öğütleri aklına geliyor: Bir erkek asla dikkatini dağıtmasın veya amacından sapma gibi… Fakat Enola kendi tercihini yapıyor bu noktalarda. Tercihlerini kendisi belirliyor, kendi yolunu çiziyor. Aldım mesajı. Ama bu yaştan sonra umarım işe yarar. Enola kendi tercihlerini yapmasını öğreniyor. Bu tercihler onu ilk önce karışıklığa sürüklese de sonrasında bu aldığı risklerin hem kendini gerçekleştirmesinde hem de olayların çözümünde işe yaradığını görüyoruz. 

Trendeki genç lordla Londra’da yolları ayrılır. Bu genç nereden çıkıyor? Annesini bulması gerek, diye düşündürüyor ama filmleri bilirsiniz. Senaryo, her şeyi düşünmüş, tasarlamıştır . Bize de aptalca sorular düşer. Enola, annesinin devrimci feminist bir örgütün lideri olduğu bilgisine ulaşır. Küçüklüğünde ondan gizlediği toplantıları, hatırlar. Zaten onu yetiştirme tarzı, bu yöndedir. Enola artık kendi ayakları üzerinde durabilecek duruma geldiğinde annesi devrimi gerçekleştirmek için onu bırakmak zorunda kalmıştır. Ama Enola onu bulma çabasından vazgeçmez. Gazetelerdeki ilanlardan şifre çözmeye çalışarak annesiyle bağlantıya geçmeye çalışır. 

Ben de anlatıcı rolüme büründüm doğrusu ve sıkılmaya başladım. Bir an önce olayların çözümünü anlatmak istiyorum. Büyük abisi Enola’ yı Londra’da yakalar. Yatılı okula bırakır. Bu arada Sherlock Holmes onu ziyarete gelir, bir gazeteyle. O gazetede çok önemli bir bilgi vardır. Parlamentoda kadınların seçme hakkını veren reform paketinin geçmesi için Lordlar Kamarası’nın en genç oyu kime ait dersiniz? Enola’nın şapşal bulduğu, hep kurtarmak zorunda kaldığı trendeki gence… Enola yapması gerekenin bu genç lordun durumunu çözmek olduğunu anlar. Abisi Sherlock Holmes’den tüyoyu almıştır. “Köpek balığını yakalamak istiyorsan ayağını suya sokmalısın.” Sherlock Holmes yine dayanılmaz dedektifliğini hissettiriyor filmde.

Şimdi bir film izledim: Enola Holmes

Neyse Enola genç lordla birlikte malikanelerine gider. Dedik ya köpek balığını bulmaları gerek. Bu genç lord evden kaçmış ama ailesi onu bulmak yerine peşine bir katil takmış. Bunu yapan kim bilmeleri gerekiyor. Oy vermesine mani olmak isteyen kim? Filmde ilk önce amcası şüphe uyandırsa da tatata  tatam, büyükannesi çıkar! Çünkü büyükannesi, geçmişe ve geleneklere bağlı biridir ve reform, yenilik istemez.

Filmde, birçok metafor kullanılmış. Değişim isteyen kadınlar ve değişimi istemeyen yine kadınlar. Biz bize karşıyız mı, demek istemişler. Neyse mutlu son! Gencimizin bir oyu sayesinde reform geçiyor. Kadınlar için ilk ve büyük adım atılıyor. Enola annesine kavuşuyor mu, dersiniz. Kavuşuyorlar ama annesinin daha yapacak çok şeyi olduğu için bu kavuşma, kısa süreli, duygusal bir an oluyor. Zaten Enola’nın artık kendine daha fazla özgüveni var. Peki genç lordla aralarında neler oldu, sevgili olacaklar mı, diye merak ediyorsanız. Hayır, o da olmuyor! Onunla dostça görüşüyorlar. Genç lord, onunla kalmasını istiyor ama Enola bunu kabul etmiyor. Filmin sonunda Enola, isminin tersten yazıldığı gibi “alone” yani “yalnız” bir şekilde bisikletini özgürlüğe sürüyor. 

Filmde feminist bir devrimle Sherlock Holmes’u bir araya getirebilmeleri ilginç geldi. Kırk yıl düşünsek aklımıza gelmez. Sherlock Holmes’u filmde baskın bir karakter yapmamışlar. Dediğim gibi ne annesinin ne kız kardeşinin hayatına karışıyor. Ama alttan alta kız kardeşine yol gösteriyor. Sherlock’u bir bakıma geri çekmeleri; Enola’ yı dedektif olarak ön plana çıkarmak, olabilir. Oluyor da…Pek çok şeyi Sherlock’tan önce buluyor. Böyle olması Sherlock’un da hoşuna gidiyor. 

Enola’ya gelince karaktere çok uygun bir oyuncu seçimi olmuş. Görünüşüyle ve oyunculuğuyla karakteri çok iyi yansıtıyor. Doğal, sevimli ve içten geliyor insana. Filmde hoşuma giden taraflardan biri Enola’nın seyirciyle konuşması. Kameraya bakıp durumu anlatıyor. Bu seyircinin de filme katılmasını sağlıyor. Bir canlılık katıyor. 

Şimdi bir film izledim: Enola Holmes

O zamandaki kadınların o koca elbiseleri giymek zorunda kalması, daha kötüsü içlerine telden oluşan gövde ve kalçayı dik göstermek için bir korse giymeleri, dikkatimi çeken ayrıntılar. O dönemde yaşasam buna nasıl katlanırdım, bilemiyorum. Gelecek zamanlarda da bizim şimdiki durumumuzda ilginç gelecek olaylar olacaktır. Yani o zamanlar nasıl oluyormuş, diye şaşırmak biraz da gereksiz, geliyor artık. 

Filmlerdeki şirinlikleri seviyorum.  Aralara konulan dedektiflik motifli fragmanlar, şirin kartpostallar ve kalemler, sarmaşıklar içinde salaş bir ev, buğulu, nostaljik eşyalar o dönemi güzel yansıtmış. Yine o dönemin Londrası’ na, sokaklarına , binalarına, kafelerine gitmek; tarihi, güzel bir yolculuğa çıkarıyor insanı. Kasabasından Londra’ya giderken bindiği tren bana bizim Doğu Ekspresini hatırlattı. Yemyeşil tepeler, ağaçlar göze hitap eden sahnelerdi.

Şimdi bir film izledim: Enola Holmes

Etkileyici gelen sahnelerden bir tanesi, genç lordun büyükannesinin Enola’ yla yüzyıllık ağaçlar altındaki konuşmasıydı. O koca ağaçlara bayıldım. Zamanı, tecrübeleri, birikenleri sembolize etmiş. Oluşturdukları hava çok iyi olmuştu. Geçmişin ve geleneğin, yeniliklerle mücadelesi, büyükannenin esrarengiz tavırlarında ve konuşmalarında iyi işlenmişti. Enola, genç lordu öldürmek isteyen kiralık katili yakalayıp kimin adamı olduğunu sorduğunda, “İngiltere” diye cevaplaması etkileyici anlardan bir başkasıydı.

Aslında karakterlerin arkasında eski ve yeninin çatışmasını, sancılarını izliyorduk. Karakterler bana bir düşüncenin temsili gibi geldiler. Enola, gelecek ve yeni idealleri; genç lord, yenilikleri açan yolu; büyükanne de yeniye direnen gelenek ve geçmişi…

Son zamanlarda filmlerde veya kitaplarda mesajlar sanki daha önde görünüyor. Verilmek istenen mesajlar üzerine kuruluyor karakterler ve kurgu. Bu filmde bu durum fazlasıyla bulunuyordu. Enola yeni genç kız modeli: kurtarılmayı beklemeyen aksine kurtarıcı, özgür, kendine güvenen, bekleneni yapmayan, kendi tercihlerini seçen… Bunlara itirazım yok. Ama bu kadar meziyet ve bu kadar idealistlik; ne hayal dünyasına ne gerçek dünyaya sesleniyor. “Gelecek senin elinde, başarabilirsin, yalnız ve özgürsün…” gibi kişisel gelişim tarzını hatırlatan sahneler, filmleri sloganlaştırıyor.

Sanatın böyle üstten mesajlar üzerine kurulmasını, doğru bulmuyorum. Sanat yaparsın ve doğal seyrinde zaten mesajını verir. Böylece seyircinin veya okurun gözüne bunu sokmazsın. Madem bu kadar idealize ediyorsunuz, neden Enola yalnız yoluna yürüyor? Pekala sevdiğiyle beraber ideallerini gerçekleştirebilir. Enola’nın annesi devrimci olduğu için kızını bırakıyor. Onu tehlikeden korumak için. Ama maşallah Enola’nın başına gelmeyen kalmıyor. Yani devrimci bir kadın anneliğinden vazgeçmek zorunda. Bunu başka filmlerde izlemişimdir. Neden kadınlar anneliğiyle idealleri arasında seçim yapmak zorunda bırakılıyor? Neden böyle bir seçim var? İyi yetişmiş Enola, bal gibi annesiyle beraber daha güçlü bir ekip olurdu. Al, benden daha ileri özgür kadın adımları…Ooo…Şöyle olsaydı, böyle olsaydı, bitmez arkadaş. Bu kadar yeter! Böyle tercih etmişler. Uzatmayalım, güzel filmdi…  Siz de izlediyseniz, yorumlarınızı yazın.

Filmin afişleri için TIKLAYIN

Esen Güney

Esen Güney Married She has a son and was born in Giresun. She lives in Istanbul. Since 2014, she has been working as a writer and publication editor at fikrikadim.com. She has published essays, stories and interviews. He still continues to write and conduct interviews.