Eşitlik, Şiddet ve Kadın

9 mins read

Eşitlik, Şiddet ve Kadın

Eşitlik, Şiddet ve Kadın 1
Servet Kızılay

Başlıklardan her biri, büyük bir felsefi meseleyi işaret ediyor. Yine de genel değinilerle bir resim elde edebiliriz. Öncelikle bu konuda devasa literatür olduğunu ve giderek artan çalışmalarla ilerlediğini bilmek gerekiyor. Çalışmalar arttıkça daha güzel-iyi, çelişkilerin daha azaldığı bir dünya da bizleri beklemiyor. Tam tersi, artan şeylerin önemini ve tesirini kaybettiğini hızla gözlemliyoruz.

Post-yapısalcılık, Post-modernite; Farklı-lık değil Farklı olan üzerine gittikçe yoğunlaştı. Onu fazlalaştırdı, artırdı, çoğalttı. Böylelikle çelişkili olan şeylerin hem öneminin hem de tesirinin azalmasında güçlü bir rol oynadı. Artık hiçbir çelişki insanları hayrete düşürmüyor yahut sarsmıyor. Tabii ki bunda onlara (postlara) öncülük eden 19 yüzyılda Hegel ile birlikte daha sonra K.Marks ile geniş kitlelere taşınan Diyalektiğin başka bir itici etkisi olmuştu.

Diyalektik metod, eski yunan düşüncesine götürülse de aslında semantik olarak çok başka anlam ve görevlere geldiği hesaba katılabilirdi ve katılmalıydı. Sonuç olarak; hayatta her şey zıttı ile kaim ise (iyilik/kötülük, aydınlık/karanlık, yüce/ düşük vb..) ve en önemlisi her ikisi de aynı değere sahip ise, bizleri ne şaşırtabilirdi ki?! Yahut bunca farklı çeşit çeşit ayrıntı arasında çelişkileri görmek neden sıradan bir şey olmayacaktı ki?!

Dolayısıyla ne denli sert bir şekilde çelişkileri gösterirsek gösterelim, gülünç ya da tepkisel kalmaktan bir türlü kurtulamıyoruz. Lakin önemi yok. Biz ısrarla çelişkilerin insanı; sarsmasından, hayrete düşürüp tavır aldırmasından ümidi kesmeyelim ve “Çelişkilerin tek başına bir anlamı yoktur” iddiasının da insanları sistem lehine uyuşturup felç eden başka bir işlevinin de olduğunu hatırlayalım. Öyle ya! Çelişkilere karşı nelerin gösterilebileceği önemsiz, değersiz, farksız ise; inanıldığı iddia edilen bir Tanrının insana “şunu şunu yapın, şundan kaçının” yahut “iyilik yapın, kötülükten sakının” vb demesinin ne anlamı olabilir ki?! Aristoteles’in dediği gibi “sağlıklı olmak ve sağlıklı kalmak” esas değil ise neden hastalanmak için bugünlerde Coronanın koynuna atlamıyoruz ki?!

Şimdi;

Eşitliğin değişik alanlarda izleri bulunur fakat iki büyük alanı, sorunların radikalize olmasını sağlamıştır: a) düşünsel temeli b) siyasal yüzü. Düşünsel temele baktığımızda; niceliksel ve araçsal (formel) aklın; eşitliği -iddia edilenin aksine- geniş değil sürekli daralttığı, indirgediğiyle ilgili sorunlarla karşılaşırız. Burada Eşitlik, mutlak sayının (rakamların) ya da matematiksel işlevliğin yansıması olan Hukuğun (yasanın) boyundurluğu altındadır. Dolayısıyla Eşitlik; ya ölçülür, tartılır, test edilir, deney yapılır ya da kontrol altına alınır bir şey olur. Kadın konusunda Eşitliğin hem bir yandan mutlak eşitlik hem de artı, fazla eşitleme ile çözülmek istenmesi bir süpriz değildir. 

Eşitliğin siyasal yüzü ise, korkunç tablolar sunar: Dünyanın yüzde sekseninden fazlası eşit olmayan bir dünyada yaşıyor. Savaşlar, kıtlıklar, felaketler…dünyayı halen en kaba kolonyalizm ile sömüren, eşitliksizlik cehennemi yaratan Batı, kadınların eşitliğinden bahsediyor.

Şiddet meselesi de çelişkiler ve kepazeliklerle dolup taşıyor: Tüm teknolojik gelişmelerin silah (askeri) alandan çıkıp hayatımıza dahil olmasını unutarak ya da atlayarak, joistikle insanların bilgisayar oyunu oynar gibi havaya uçurulup katledilmesini bir yana bırakarak, modern rasyonel çağın sistematik üretim olan bir “şiddet” çağı olduğunu es geçerek, dünya silah endüstrisini elinde tutanların “şiddet karşıtlığı” söylemleriyle gözlerin yaşardığını bilmeyerek, konuşmayı sürdürmek oldukça normal bir durum oldu.

16. Yüzyıldan beri bilginin operasyonel kullanılıp şiddetin kaynağının Tanrı-Din-Kilise olduğu söyleyenler, sadece iki dünya savaşında 60 Milyon insanı yok etti, 100 Milyon insanı sakat (maddi ve manevi) bıraktı. Şimdi bu söylem, “şiddetin kaynağı Erkektir” şeklinde formüle ederek şiddeti; biyolojiye, toplumsal cinsiyete, transfer etti. Herşeyde analizci, ayrıntıcı olan çağcıl düşünce, şiddeti neden tek tanımlama ile erkeğe hapsetti? diye sormakta bir şeye yaramıyor.

Türkiye’de eşitlik-şiddet ve kadına şiddet meselesi ise, evlere şenlik. 40 yıldır İç-savaşın olduğu bir ülkede şiddetin kadına yönelmesinden oldukça rahatsızlık duyulması ilginç. 26 Sivil Örgütün “kadına şiddet” konusunda ayaklanması, ülkede hiç görülmeyen göz yaşartıcı gelişme. Ülkedeki sivil örgütlerin 40 yıldır halen iç-savaşı durdurma konusunda tam tersi bir konumda olduğunu hatırlarsak, saçmalığın kat sayısı burada tavan yapabilir. Anlaşılan o ki; bizim gibi ülkelerde kamuoyu olarak, “gündem” olarak ortaya ne atılıyorsa; düşünceden, adaletten, gerçeklikten, eşitlikten çok farklı bir yer hedeflenir. Geriye Lobilerin politik sorunlarını bir hikmet varmış gibi tartışmak, meşrulaştırmak kalıyor ama hem şiddeti hem de eşitliği dışarıda bırakarak. 

Leave a Reply

Your email address will not be published.

Comment moderation is enabled. Your comment may take some time to appear.