British Culture’de Müslüman Olmak

24 mins read
3

1980’li yılların başından itibaren Türkiye’de görünür hale gelen bir nesil vardı. Düzene, hayata, yaşama itirazları vardı. Ütopyaları vardı… 90’ların sonlarına kadar bu insanlar İslam’ın siyasal, politik alanı belirlemesi gerektiğine inanıyorlardı.  O gençlerden bir kısmı o ütopyayı terkederek bugün Türkiye’yi yöneten kadrolar arasında, bir kısmı ise bu ütopyayla evrilerek geleceğe daha sağlıklı bir din ve hayat anlayışı taşımaya çalışıyor. Bu dönüşümün örneklerinden biri Selamet Soysal. İngiltere’de yaşıyor. Ne medyatik bir karakter ne de bir cemaat ve çevrenin piarını yapacağı biri. O bizden biri… O’na İngiltere’de peki ne olmuş öyle? (Hayati Esen)

 

-İngiltere’ye neden gittin?

Türkiye’de esasında hem ekonomik olarak hem de kafa olarak çok rahattım. Lakin İslamcılık yüzünden askeriyeye karşı aşırı karşıtlığımız vardı. Aileden beş erkek askerliğini yaptı. “Ben yapmayacağım.” dedim ve iş inada binince kendimi burada buldum.

-Sadece askerlik nedeniyle mi?

Evet aslında birinci sebep buydu. Erteleme son dönemine gelmişti. Ya kaçacaktık ya da askere gidecektik…

-Askerliği halledebildin mi?

Askerliği buraya geldikten 3,5 sene sonra dövizli hak etmiştim. Lakin daha geçen sene hallettim; ödedik o miktarı. Böylece hiç hazırolda durmadık.

– “İngiltere’ye başka bir nedenle gelinmeliymiş.” diye düşündün mü?

Aslında önce Amerika’ya gittim. Orayı beğenmeyip Türkiye’ye döndüm. Birkaç ay sonra İngiltere’ye geldim. Buraya gelmek sadece kaçmak amaçlı olduğundan özel bir seçim değildi. Tabi ki yıllar geçtikçe buraya bu sebeple gelinmeyeceğini öğrendim. 
Öncelikle dünyaya kapalı bir ülkeden, bir anlamda her şeyin merkezi olan bir ülkeye geldiğimi öğrenmiş oldum. Her çeşit insanla tanıştım. Farklı dinlerin, diyanetlerin, kültürlerin ortasında buldum kendimi… Bu anlamda “İngiltere’deki hayatımın bana kazandırdığını, Türkiye’de kazanamazdım.” diye hep düşünürüm. En büyük katkısı budur bence…

-Amerika’da neden yapamadın? Amerika aslında her şeyin merkezi değil mi?

Eğer maddi sebeplerden bahsediyorsan tabi ki Amerika’nın imkanları ve avantajları daha çok.

-Yoksa ilk yurtdışı acemiliğine mi geldi?

Belki biraz acemilik…  Ayrıca şehir hayatı olan bir ülkedir Türkiye ve bu anlamda Amerika biraz ters geldi.

-Avrupa kent kültürünü kastediyorsun sanırım. Şehirlerin yapısı vs..

Evet yani yürüyerek çarşıya gitmek, otobüse binmek, dükkanlar, caddeler vs…

-ilk başlarda nasıldı?

İlk başta direnç gösterdim doğal olarak. Düşün ki İslamcı bir genç; birden kendini dünyanın en seküler ülkesinde buluyor. Ve bu direnç bana çok pahalıya mal olmuştur. İslamcılık yüzünden biraz özel de olsa söyleyeyim; dünyanın en güzel kızını elimden kaçırdım mesela…

-Bu iç kavgalar önemli ama… İnsanlar hayatı rahat ve keyifle yaşarken sen anlamsızca zorlaştırdığını mı fark ettin?

Hem de ne önemli! Yani o yüzden diyorum ya ” Burada kazandığımı, Türkiye’de kazanamazdım.” diye. Size tapacak kadar aşık bir insanı, sırf Hristiyan diye dışlıyorsunuz… Müslümanlık sadece zarara dönüştü yani… Müslümanlıktan çektiğimi hiç birşeyden çekmedim… (gülüyor)

-Peki sonra oradaki hayatla nasıl barıştın? Barıştın mı ya da?

Barıştım elhamdulillah! Tabi barışmak bir çözülme anlamında asla olmadı yani ilk günkü gibi aynı itikat ve imanımı korudum. Derinleşme sayesinde  bu iç kavgalarımı aştım.

-Nasıl bir derinleşme? Tefekkürle mi yoksa dışarıdan gelen farklı telkinler mi oldu? İngiltere’de farklı müslümanlar mı tanıdın örneğin?

Etkilenme zaten sürekli. Şimdi mesela namaz kılarken her şey güzeldir. Ama namazdan çıktıktan sonra zihnen tam ortadan yarılırsınız. Dışarısı ile içerisi birbirinden farklı gerçekler. Hiç de uyuşmuyor. Bütün mesele bir ortayı bulabilmekte… Her türlü etkilenmeyi kendi kavramlarımızla yüzleştirmek zorundayız.

-O barışma dedin ya ne oldu? Bir kırılma noktası var mı?


Kırılma noktasını şöyle özetleyebilirim. Ama unutmamak lazım bir süreçten bahsediyorum. Tanrı’nın “Hem doğunun hem batının Rabbi… ” olduğunu kavramak. Mesela somut örnek “Burada doğsaydın sen de pubdan çıkmayan biri olacaktın.” dedim kendime. Yani bu gerçek üzerinde düşünmelisin. Tabi ki değişik insanlarla bir aradaki toplantılarda ne kadar uzakta kalmış biri olduğumu farkettim. Mesela o kız bana demişti ki “Hayat hiç de kitaplara benzemez. Hayat kitaptan büyüktür ve sen okuduğun kitapların, kelimelerin esiri olmuşsun. Ayrıca  Avrupalısın artık!”

-Bir ütopyada mahkum kalmış olduğunu mu farkettin?

Aynen!

-İslami düşüncen değişince başka kaynaklara mı yöneldin? Türkiye’de İslamcıların okuduğu eserler bellidir sonuç olarak….

Selamet_soysal
Yıllarca okuyup geçtiğimiz irfan düşüncesi ile esasında burada gerçekten tanıştım diyebilirim. Ali Şeriati’nin evladına olan tavsiyesini bunu Türkiye’de okumuştum.  Oraya gidince yanına Mevlana’nın eserlerini hediye etmiş. Bu örneği aynen yaşadım. Okuduğum bildiğim şeylerin hiç bir şeye yaramadığını burada gördüm.

-“İşe yaramadığını” görünce kandırılmış mı hissettin kendini?

Hem de nasıl! Din namına, kültür namına; tamamıyla fasa fiso şeylere sahipmişiz dedim. İbadetler falan hep boş…

-Aslında Türkiye gerçeğiyle de ilgisi olmadığını fark ettin mi?


Türkiye gerçeğinin de son sürat buraya koşan at olduğunu gördüm. Modernlik karşısında tamamen afaki olduğumuz açıktı. Tabi bir taraftan hayatın içinde para kazanmak, koşturmak zorunda kalmak bunu perçinliyordu.

-Neden böyle olduğunu düşündün mü? Veya şöyle sorayım; bu din anlayışının nasıl zihinlerimize egemen olabildiğini?

Valla başka birşey düşünemiyordum zaten. İşim gücüm çelişkileri kendime izah etmekle geçiyordu. Düşünsene, hafta sonu pubda millet eğleniyor ve sen İslamcı bir genç olarak davet ediliyorsun. Ama cehenneme girmiş gibi hissediyorsun. Çok acınası bir durum bu aynı zamanda…

-Dinin var ama seni hayatla barıştıracağına hayattan koparıyor…

İlk zamanlarda bana bir abi demişti ki ” Bak, bırak bu hocalığı falan! Direk gidiyorsun bir nigthclubda birini buluyorsun ve ne gerekirse yapıyorsun.” (Gülüyor) Aynen işaret ettiğin gibi… Cumhuriyet dindarlığı o yüzden derim ki tamamen CHP yüzündendir. Güya biz çok okumuş; çok bildiğini sanan açık ufuklu adamdık. Türkiye’de güya batıyı da tanıyorduk falan filan… Batıya karşı korkunç kompleksimiz bizi rehin almıştı. Yenilmişlik duygusu…

 Peki artık sokakta yürürken nasıl bir duygu taşıyorsun?

Şimdi artık benim için bütün dünya bir. Yani her yere uyum saglayabilirim. Hiç zorlanmam. Herkesle arkadaş olmak benim için artık çocuk oyuncağı.

-İngiltere’de kendini güvende hissediyor musun? Hani elin cebinde Türkiye’de yürürsün; vatandır sonuçta.

İngiltere’de hangi saatte olursa olsun, tek başına da olsan güvende hissedersin. Ama tabi ki anlıyorum kasdettiğini. O duygu bir tek Türkiye’de oluyor.  Yani “Burası benim!” duygusu. İngiltere’de maalesef sana o yabancılığı tamamen kaldırmıyorlar.


-Mesela bir polis durdursa “Kendi hakkımı istediğim gibi savunurum.” diye düşünüyor musun?

O konularda rahatsın. Hatta başımdan geçenlere göz attığımda “Çok cesurum.” diyebilirim. Yani hukuku biliyorsan, aşırı rahatsın. Haksız bile olsan, biliyorsun ki haddi aşamazlar.


-“Birey” olarak kendini güvende hissediyorsun yani…


Evet bunu söyleyebilirim. Hukuki anlamda ama sadece hukuki… Duygusal anlamda tam tersi çünkü aşırı bireyselliğin olduğu ortamdasın ve duygular sahte… Herkes içkili iken güzel. Ertesi gün tanımaz seni. Burada duygular nezaketen var. Gerçekte yok bence. Akşamları herşey güzel, gündüzleri herkes yalnız

Mesela Ezherli bir dinci arkadaş “Ya burada, ne kadar güzel maşallah! İslam var, müslüman yok diyebiliriz.” derdi. Bu bildiğimiz klasik bir söylem ve ben böyle keskin ifadelere ilk günden beri karşıydım. Burada “Thank you!”suz bir konuşma işitemezsin. Bu da kompleksli doğuluların gözünü boyar. Bilmezler ki bizde de her yere girip çıkarken selam verilir. Ama bu selamın içeriğinin olduğuna delil olmadığı gibi ‘thank you’ da böyle…  Meşhur söylem var ya “Batıda herkes ahlaklıdır.” falan…

-Türkiye’de ‘müslüman olmak’ önemli.  Müslümansan kolay kabul edilirsin. Orada dinin bir önemi var mı?

Hikaye… Dinin bir önemi yok. Bu son politik gelişmeleri bir kenara koyarak söylüyorum. İngiltere’de sistem tam olarak şöyle kurulur diyebiliriz; varsa bir maharetin gösterirsin kendini. Yoksa, inancına ve kültürüne her zaman saygı vardır.

-O zaman bir İngilizle seni ayıran şey ne? Seni neden yabancı görüyor?

Bunlar maalesef biraz her ülkede olan milliyetçilik damarı…


-‘Doğulu olmak’ başka bir anlam dünyası mı  örüyor insanların zihninde?


Siyasal kültürün baskısı Normalde bir İngilizin seni kabul etmesi, bizim İngilizi kabulümüzden çok daha kolay bence. Bir defasında bir İngiliz köyünde bir süre vakit geçirmiştik. Üç Türk, koca köyde düşünürdük: Bir Türk kasabasına üç İngiliz gidecek, bir bakkal açacak ve oranın gelirini götürecekler! Acaba o kadar kolay olur mu? Ama biz orada kaldık mesela… Aynısını Türkiye’de hayal etmek? Burada aşırı kolaylık var demek istemiyorum ama görecelikten bahsediyorum. İngiltere’de asıl yabancılar birbirini barındırmıyor.  Hemen gelir yanına, tak açar bir dükkan; batırır seni. Sırf sen dükkan açmayasın diye; sahibine, Londra’da bir dükkan tutar gibi  fiyat teklifinde bulunur. Bir dükkan kirası olur dünya para… Yabancılar bedeviliklerini burada açıkça gösterir.

-İngiltere’nin sorunlarıyla ilgilenir oldun mu? Orayı memleket edin mi?


Bunun bilfiil olması bizi aşar.  Düşünsel olarak sadece…  Akıllı İngiliz arkadaşlarla konuşma tartışma seviyesinde . Çünkü imkan ve azim gerekiyor dahil olmak için.
Mesela geçen seçimin ertesi günü birisi direk konuya şöyle girmişti “Tamam müslümanlar olarak yaşayın. Ama unutmayın ki burası Britanya ve British kültürünü kabul etmelisiniz!” Bunu söyleyen arkadaş conservative (sağcı, milliyetçi) idi. Ben de o zaman şöyle cevap vermiştim: “Tamam kabul ediyorum! Peki siz bu kültür içinde yeni bir British-İslam tarzına ve kültürüne “Evet!” diyebilecek misiniz?” Hiç bir şey diyemedi. 

-Türk kültürü deyince din, dil öncelikli gelir. Peki, British kültürü ile neyi kastediyor?


Dünyanın en seküler ülkesi İngiltere’dir. En önemli konu seküler bakış açısı. Tamamıyla seküler olan birincildir. Herhangi bir din, inanç vs. bunu tehdit etmediği sürece kabuldür. İngiliz kilisesinde gay rahipler bile vardır mesela… Reel anlamda ise kastettiği günlük hayat; çalışmaktan, hafta sonu partilerden, pub-restaurant kültüründen başka bir şey değil.

-Guy rahipler dedikodu mu? Bunu yayınlayacağız. İngilizler bizi topa tutmasın…

Gerçek! Church of England! ( İngiliz kilisesi. Protestana her şey serbest!) Liberal kilise…

Burada hala gaylık tamamen toplum tarafından kabul edilmiş değilse de hukuki anlamda kabul edilmiştir.  İngiliz bir hocayla kilise üzerine muhabbet ederken: “ Ben en çok Church of England severim. Çünkü her şeyi kabul ediyor.” dedi.

-Peki müslümanlar bu kadar özgürlükçü bir ortama neden intibak edemiyorlar?

Müslümanlar çalışma hayatına intibak edebiliyorlar. Kaynaşmada sorunları var. Mesela pub kültüründe bu zor… Tabi ki burada yetişen gençler pek farklı sayılmazlar. İsmi müslüman sadece. Politika rahat bıraksa her şey daha da kolaylaşacak. Politik çekişmeler sorunları artırıyor. Hindistanlılar ağırlıkta müslümanlardan. Giyimi-kuşamı, yemesi-içmesi, camisi ile bir getto durumunu geçemiyor. Ama bunun sorun edilmemesi de güzel birşey.

-En rahat intibak edenler Türkler mi? Öyle diyebilir miyiz?

Evet bence Türkler. Çok uyumlu insanlar. Girişkenler ve korkusuzlar…


Türk olmak işi kolaylaştırıyor mu? Pozitif bir imajı var mı?

Var kesinlikle… Türk olmak, müslümanlığı kolaylaştırıyor. Tabi yaşlı İngilizler farklı… Bir arkadaşla metroda bekliyoruz. Arkadaşın görünüşü için ilk bakışta Türk demezsin hatta İngiliz sanırsın.  Yaşlı bir İngiliz amca geldi, “Sen…” dedi “Türksün! Sakın yalan söyleme. Ben sizi çok iyi tanırım. Babamı siz öldürdünüz!” dedi. Tabi biz şoktayız. Korktuk… Biraz sonra neymiş… Çanakkale muhabbeti çıktı mesele… “Ya babanın ne işi vardı orada?” dedik. “Bizi belki Avrupalılar sevmez ama sizi hiç kimse sevmez!” dedi.  Güldük… Yaşlılığına verdik. Zihinlerde Türklere karşı bu bakış açısı gizli… Ama bunun yanında öyle akıllı adamlar var ki şu cümleyi kurabildi bana: “Yeni dünya sizin üstünüze kuruldu.”
Tabi bunu söyleyen adam, Cambridge mezunu bir matematik üstadı. Adam bütün dünyayı gezmiş. Osmanlıyı, Tanzimatı, herşeyi senden benden fazla biliyor. Ayrıca İngiliz ve Amerikan kültürüne uyuz oluyor. “Yahu, size ne oluyor da bu  manyakları taklit ediyorsunuz!”

İngiltere’de müslüman cemaatlerle ilişkin oldu mu?

Uzaktan bir gözlem olarak; çok cemaat var. İfrattan tefrite, hepsi var.. Özellikle Hizb-ut Tahrir çok yaygın. Genelde hep devletin ajanları yöneticileri… Cemaatler  camii merkezli diyebiliriz. Camilerin kültürel faaliyetleri falan var. Büyük yardım kuruluşları da var.

Peki görebildiğin kadarıyla batıdan İslam toplumu için bir düşünce sistemi, bir entelektüel düşünce ortaya çıkar mı?

Ben her zaman şuna inanmışımdır: Türkiye; her ne olursa olsun, her zaman İslami düşüncede en önde gidecektir. Çünkü son tahlilde; hafızada sürekliliğin sağlanması, düşüncenin vazgeçilmezidir. Dışarıda bu iş bir yere kadar gelebilir. Adam gelmiş buraya:

“Ne yapıyorsun?” diye soruyorum.

“Doktora yapıyorum.”

“Ne doktorası?”

“Ebu Hanife’de bilmem ne…..Durham Üniversitesi’nde.”

-“Ya arkadaşım, Ebu Hanife’yi öğrenmenin yeri burası değil ki! Türkiye’den kalkıp burada eğlenceye mi geldin sen!” İşte böyle… Hep imaj…

Valla İngiltere’de müslümanlar arasından bence bir cacık çıkmaz yapısal olarak. Ama İngiltere’nin kendisi için soruyorsan bence İngilizler İslamı daha ciddi kavrayabiliyorlar. Bizimkilerden de ciddi çünkü dışardan daha rahat bakabiliyorlar. Tabi ki genellememek lazım…

Tashih-Redakte: Hatice İskenderi

FİKRİKADİM

The ancient idea tries to provide the most accurate information to its readers in all the content it publishes.

3 Comments

  1. evet Nilgun Hocamızın tesbitlerine hak vermemek elde degil tabii… lakin rasyonalitenin herseyi niceliğe döndüren dünyasında bir doğulu ister istemez buharlaşmaya mahkum olacaktir..Doğunun rasyonalizasyonda başarılı olamamasını da doğunun rakamlardan fazla olmasına bağlıyorum..

  2. Nilgün Çelebi yıllardır yurt dışına gitmek isteğimin nedenlerini çok net olarak ifade etmiş. Teşekkürler…

  3. Bu söyleşi bana bir kez daha “batı”ya ait değerler ve kurumlar ile onların işleyişinin karşısında “doğulu”nun acı çekmesinin, kımıldanamaz hale getirildiğini hissetmesinin sonlandırılmasının tek ama tek yolunun “doğulu”nun kendi kültürünün kurumlarının güven duyabileceği bir biçim ve içeriğe dönüşmesinden geçtiğini gösteriyor. Kurumlarımıza güven duyamazsak, ki kesinlikle duymuyoruz, kendimizi sürekli “batı”ya bakarak tanımlamak zorunda kalmaya devam edecek, bu kıyaslamalar ise bizi sürekli ileri geri çatışmalarına ve bu çatışmayı artıracak sathi gerekçeler üretmeye yönlendirecek, kısır döngümüz sürüp gidecek gibi görünmektedir. Toplumun mezzo seviyesi olan kurumlar bu sebeple çok ama çok önemli. Görüşülen kişi İngiltere’de neden yaşamayı sürdürüyor? Çünkü oranın kurumları ona güven veriyor. O güvenle kendini, “bir müslüman olan kendini” orada var kılabiliyor. O da biliyor ki, halknın %99’u müslüman olan dünya üzerindeki hiçbir ülkede “bir müslüman olan kendini” var kılamaz. Kendini gerçekleyemez. O sebeple de günün sonunda gelip, “kendini gerçekleme”nin önündeki engeller kaldırılmalı diyorum. Ki bu da bir yandan kurumlara özenle eğilinmesini bir yandan da “kendini gerçekleme” başlığı altındaki “kendi” kavramına ve emeğin sömürülmesiyle bağlantılı etik boyuta dikkat edilmesini gerektiriyor.

Leave a Reply

Your email address will not be published.

Comment moderation is enabled. Your comment may take some time to appear.