//

Tek Tanrı İnancı ve Evrim

10 mins read
 
Tarım toplumunda, din adamı olmak; sınıf atlamanın, dokunulmazlığı elde etmenin bir yoluydu. Ortaçağ Avrupası, din adamının toplumda elde ettiği statünün en tipik örnekleriyle doludur. Skolastik düşünceyi… Cennet arsalarının para karşılığında parsellendiği dönemi kasdediyorum.
 
Oysa tek tanrılı dinlerin en büyük övüncü insanlığı putlara (objeye) tapmaktan, cehaletten ve ahlaksızlıktan kurtararak; tanrının birliğini kabul eden toplumlar yaratmaktır. İnsanın dinsiz, imansız bir şekilde doğruyu bulamayacağı bütün Ehli- Kitap ve özellikle İslamın müntesipleri tarafından uzun uzadıya dillendirilir.
 
Ortaçağ’da tek tanrıya inanan Hristiyan Avrupa ile İslam coğrafyasında (8. -11. Yüzyılllar hariç) skolastik aklın refleksleri pek de farklı değildir. İslam coğrafyasında cennetten arsalar satılmasa da bir tarikat müntesibinin, cemaatini terketmesi sapkınlık; tersi bir durum ise cennette bir bahçe sahibi olmanın garantisi gibidir.
 
Vatikanda “Kadın şeytan mı, değil mi?” tartışmalarının, bizde “Kadından imam olur mu, olmaz mı? Olursa namaz kabul olur mu? Dinin özü bozulur mu? Bozulmaz mı?” tartışmaları aynı aklın ürünüdür. Tabiki her iki dinin tartışmada kullandığı referanslar, tarihi birikim, sosyo-psikolojik travmalar, sebep-sonuç ilişkileri itibarıyle aynı olmasa da bilgiyi değerlendiren akıl aynıdır. O da tek tanrıya inanmak yani şekilci tevhitçiliktir.
 
Medyada fıkıhçılar tarafından tartışılan orucun yarım saat geç veya erken tutulması ile kurbanın erken veya geç kesilmesi; yenilikçilere göre ritüellerden/ibadetlerden daha çok anlamlarının önemli olması da aynı zihinsel yapının sonucudur.
Dinî akıl sadece tek tanrıya inanmakla meşrulaştırılır. Bir de kutsal metin savunulan fikre dayanak oluyorsa sorun tamamen çözülmüştür. Sonuçta tek tanrı demek; tek kıral, tek millet, tek mezhep, tek bilgi, tek felsefe, tek adam… Kısacası, insanları ve cemaatleri (toplulukları) tek tipleştirmenin meşruluğunu sağlamak demektir.
 
Tabiki işin aslı böyle değildir. Tanrılara ya da tek tanrıya tapmak; bilimin, felsefenin gelişmesi için hiçbir anlam ifade etmez. Belki tam tersine tek tanrı, yıkılan putların yerine konulmuş tek ve en büyük puttur. İşin daha kötüsü ise o put, bize çok uzak hatta hesap soramayacağımız kadar uzaktadır.
 
Din adamı üzerinden evrimi anlama-mak
 
Kişinin İslamı kabul etmesi “La ilahe illallah” ‘Allah’tan başka tanrı yoktur’ kelime-i tevhid / birleyen kelime iledir… Bu sözle Kuran’ın anlattığı bilgiler müslüman için meşru hale gelir. Kuran’ı anlatan din adamı muhatabının “La ilahe illallah” demesinden edindiği haklılıkla Kuran’ı anlatmaya başlar. Kuran bu sayede toplum tarafından öğrenilir ve anlaşılır.
Mümin için tek bir tanrıya inanmak başka bir tanrının olmaması fikri, Kuran’ın öğretisidir. Bu nedenlede tanrı tarafından indirilen “sözde (vahiyde) tek bir çelişki ve tezat bulamazsın…”
 
Tam bu noktada Evrim Teorisi, din adamı tarafından anlamlandırılan metinle çelişmektedir. Çünkü kutsal metinle çelişen her fikir tek tanrıyı inkar etmektir.
 
Bu yeni skolastik düşünce topluma ikinci sınıf entellektüeller ve vaizler tarafından aktarılır. Her bilimsel tartışma, dinin metinlerinden referanslar alınarak ifade edilmelidir. Yukarıda da belirtiğimiz gibi, tek tanrı, tek bilgi kaynağı demektir. Öyleyse her bilgi onun gönderdiği kutsal metinle onaylanmalı ve çelişki giderilmelidir.
 
Skolastik, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım…” diye başlayan ve “Ademe bütün isimleri öğretti….” (bakara suresi 30/32) diye devam eden Ademin yaradılış teorisini başka benzer ayetlerle ve Ehli-Kitaptan aktarılan bilgilerle tefsir eder.
Amaç, Kuran’dan delil getirerek insanın, canlıların evrimleşerek yaratıldığını ispat veya inkar etmek değildir. Aslolan; evrimin bir inanç, bir itikat meselesi olmadığını hatırlatmaya çalışmaktır. Yenilikçilerin geliştirmeye çalıştığı gibi Kuran’dan yeni bir inanç sistemi oluşturarak yapamazsınız. Burası kör döğüşün başladığı yerdir zaten. Yaratılış, daha doğrusu nasıl yaratıldığımız bir itikat konusu değildir.
 
İslamın altın çağı dediğimiz 8.-11. yüzyıllarda Evrim tartışması itikatın bir konusu olarak ele alınmamıştır. Kainatın ayetlerini okumak anlamak amacıyla tartışılmıştır.
 
Sufi düşünür İbn Arabi’nin Futühat’da aktardığı Ademin yaratılışı ile ilgili ve onun başından geçtiğini iddia ettiği bir olayı aktaralım. Evrime teorisine bir de bu gözle bakalım:
İbn Arabi, Mekke’de kaldığı iki yıl boyunca sık sık Kabe’yi tavaf ettiğini ve bir defasında Kabe’yi tavaf ederken; güneşin tepede olduğu bir sırada herkesin gölgesi varken, çok uzun boylu bir adamın gölgesinin olmadığını farkeder. Adam sırtını kabeye dönerek;
– Bizler de sizler gibi bu beyti tavaf ediyoruz.
İbn Arabi adama;
– Kimsiniz, kimlerdensiniz?
– Ben sizin çok eski atalarınızdanım.
– Hangi asırda yaşadınız?
– Kırkbin sene evvel vefat ettim.
– İnsanın atası olan Adem’in altıbin sene evvel yaratıldığını söylerler. Sen nasıl kırk bin sene önce vefat etmiş olursun?
– Sen hangi Adem’den bahsediyorsun? Size yakın olandan mı? Yoksa diğerlerinden mi? Bil ki; insanın ilk atası olan Adem’den evvel yüzbin Adem gelip geçmiştir.” dedi.
İbn Arabi, ” O zaman hatırladım ki hadiste ‘ Allah yüzbin Adem yaratmıştır.’ diye geçiyordu” der.
Anlatının gerçekliğine inanmak, inanmamak farklı bir konu ama İbn Arabi’nin bu olayı kitabında aktarması Kuran’da geçen Adem kıssasını nasıl anladığını veya anlayabileceğimizi gösteren önemli bir örnektir.
 
Belki bu nedenlerle Ademin yaratılışını ve hatta canlıların yaratılışını yeniden tartışmamız gerekmektedir…

Hayati Esen

In 2005, he published his first book "Why Sufism". Then in 2012, he published essays on theology, politics and art in various magazines and newspapers. In 2014, he founded the website fikrikadim. The website is published in Turkish and English. In 2023, he wrote a post-truth novel called "Pis Roman". He still publishes his articles on fikrikadim.